Paylaş
Dinlemedim bile ne dediklerini.
Çünkü bildiğim kadarıyla ne maden sahibi, ne şirket genel müdürü, ne de bir başkası henüz savcılar tarafından sorgulandı.
Sorgulanmamaları ve haklarında bir tedbir kararı istenmemiş olması zaten yeterince büyük bir rezaletken, bunu katmerlendiren şeyler de oldu, olmaya devam ediyor.
Mesela bu kişiler, yani büyük olasılıkla 302 ölümden sorumlu olduklarına dair haklarında dava açılacak olan kişiler madeni yönetmeye, madendeki arama ve kurtarma çalışmalarını koordine etmeye devam ediyorlar.
Madenin içinde bu cinayetlerin nedenlerine ilişkin son derece kıymetli deliller varken, madenin hâlâ yarının sanıkları tarafından yönetilmesi çok büyük bir rezalet değil mi?
Bu kişilerin, Cumhurbaşkanı’na, Meclis Başkanı’na, Başbakan’a katliamla ilgili bilgi aktarması, devlet yetkililerinin ana bilgi kaynağı olması, devlet yetkililerinin bu kişilerin ellerini sıkması çok büyük bir rezalet değil mi?
Bu çeşit görüntüler, basın toplantıları vs bundan sonra yürütülecek soruşturmanın sağlığı açısından daha en başta endişe verici şeyler değil mi?
Madende yaşananların vahameti daha olayın olduğu akşamdan anlaşılmışken, şirketin hâlâ madeni kontrol ediyor olması, görevlilerin işten el çektirilmemiş olması, yangın söndürmeden arama kurtarmaya kadar bütün çalışmaların onlar tarafından koordine edilmesi, herhalde bir tek Türkiye’de olabilecek bir şey.
Şirketleri ve onların çıkarlarını vatandaşının hayatına tercih eden bir durumun hiç yadırganmıyor olması insanın içini ürpertiyor.
Sahadaki saklanmaya bile gerek duyulmayan gerçek buyken, ‘Sonuna kadar gidilecek, bütün sorumlular ortaya çıkarılacak, kimsenin gözünün yaşına bakılmayacak’ gibi cümlelerin en ufak bir inandırıcılığı kalmıyor.
O yüzden olsa gerek veya bu durumun cesaret vermesiyle, şirket de kendine avukat tutacağına halkla ilişkilerci tutuyor, o da gazetecilere fırça atıyor.
Maden mühendisi olmak istemeyen Olcay
YAZILARIMIZI yazalım diye Soma mezarlığından çıkıp yakındaki Kırkağaç’ta bir çay bahçesine oturduk.
Çay bahçesinin sahibinin oğlu, Olcay, mühendis olmak istiyor, ‘Ama otomotiv mühendisi olacağım’ diyor.
Geçen yıl üniversite sınavına girmiş, maalesef otomotiv mühendisliğini kazanamamış, onun yerine hem İstanbul Üniversitesi’nde hem de İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nde maden mühendisliğini kazanmış.
‘Bizde bir laf var, oku adam ol ki madene girme, derler. Ben bir de okuyup madene girmek istemiyorum, o yüzden gitmedim okula, bu yıl daha iyi çalıştım, otomotiv mühendisliğini kazanacağım’ dedi Olcay.
Laf kafama kazındı: Oku ki madene girme.
‘Kimin hükümeti, kimin başbakanı?’
SOMA’da acı da, öfke de elle tutulur bir somutlukta.
Öfke, Başbakan’ın madenciyi değil maden şirketini savunmasıyla tavana vurmuş durumda. Her lafın içinde Başbakan’ın o açıklamasını hatırlatıp öfkesini dile getirmeyen yok gibi.
Bize Soma’da rehberlik eden Ercan dikkatimizi çekti. ‘Belediye Başkanı’nı gördünüz mü’ dedi. Hayır görmedik.
Soma’nın daha 40 gün önce yüzde 43 oy alarak seçilen AK Partili Belediye Başkanı mümkün olduğunca az ortada görünmeye çalışıyor 14 Mayıs’tan beri.
Mezarlık girişinde sohbet ettiğim iki eski madenci, az önce yeğenlerini toprağa vermiş olmanın da acısı içindeydiler. Sohbet sırasında, ‘Özelleştirmeden sonra böyle oldu’ dediler.
İkisi de madenler devlet tarafından işletilirken burada çalışmışlar ve emekli olmuşlar. İkisi de sendikacılık da yapmış.
‘Başbakan kimin başbakanı? Devletin taşeronu olan şirketin mi başbakanı, burada ölen madencilerin mi? Hükümet kimin hükümeti, bizim mi yoksa şirketin mi? Ben Başbakan’ın konuşmasını hastane kapısında dinledim. Soma’da olsaydım belediyenin önüne gider ben de bağırırdım, o kadar kendimi böcek yerine konmuş hissettim’ dedi biri, ismini yazamıyorum, bana bile söylemedi çünkü.
Sonra da ekledi: ‘Yerel seçimde vermedim ama son iki genel seçimde AK Parti’ye verdim ben oyumu, bu Başbakan’ı seviyordum iki gün önceye kadar...’
Köy yerinde insanları adını vermeye korkar hale getiren bir ülkede yaşıyoruz.
Paylaş