BİLMİYORUM, gözü bu başlığa takılınca yüzünde bir tebessüm belirmiş midir ama bugünün Posta gazetesi yazarı ve yazıişleri editörü Hakan Çelenk, ben Radikal’de neredeyse her bayram öncesinde bu başlığı önerdiğimde şiddetle itiraz ederdi.
“Bayram öncesi içlerini karartmayalım insanların İsmet Abi” derdi, sonra yazıişleri masasındaki herkes de onu destekler ve ben geri adım atardım her seferinde. Ama birkaç gün sonra, bayramın hemen ertesinde en önce haberi o derler, sonra da bana dönüp “Yine haklı çıktın İsmet Abi” derdi.
Geçen gün benim rakamımı doğrulayan bir derleme çıktı bütün gazetelerde. Son 10 yılda dini bayramlarda trafik kazalarında 876 kişi ölmüştü. Yılda ortalama 87 kişi, bayram başına ortalama 44 kişi.
DUBLE YOLLAR HEP YOĞUN
Bu yaz, üstelik de Şeker Bayramı’ndan iki gün önce, uzun yıllardır yapamadığım bir şeyi yaptım, İstanbul’dan karayoluyla Bodrum’a gittim; bayramdan birkaç gün sonra da döndüm.
Bunlara farklı vakıflardan verilen ama yine de ‘Nobel’ adını taşıyan barış ve ekonomi ödüllerini de ekleyin.
Nobel ödülü kuşkusuz bu alanlarda verilen en prestijli ödül. Ama bir de ‘İmkânsız Araştırmalar Nobeli’ var; ‘güldüren ve düşündüren’ bilimsel araştırmalara verilen. Bu yılın ‘İmkânsız Araştırmalar Nobelleri’ önceki akşam, yani perşembe akşamı kazananlara verildi.
Hayır, yanlış anlamayın, bu ödüller alay etmek, dalga geçmek için verilmiyor. Zaten bu yılın kazananlarına baktığınızda, araştırmaların tuhaf konularda olsalar da son derece ciddi şeyler olduğunu görüyorsunuz.
Mesela bu yılın kimya dalında ‘İmkânsız Araştırmalar Nobeli’ni Avustralyalı bir profesör ve ekibi kazandı. Flinders Üniversitesi’nden Colin Raston’un buluşu ilk bakışta çok saçma. Haşlanmış ve katılaşmış yumurta beyazını yeniden eski pişmemiş haline getirmenin yolunu bulmuş Raston ve arkadaşları.
Ama bu buluş, milyarlarca dolarlık endüstrilerin çok ilgisini çekmiş durumda. Çünkü yumurta beyazı protein. Ve bizim ‘katı yumurta’ dediğimiz şey de, o proteinin katlanmış hali. Prof. Raston ve arkadaşları bu düzensiz ve kötü katlanmış proteini yeniden katlanmamış hale getirmenin yolunu bulmuşlar.
Bu yol sayesinde dünya ilaç sanayisinin milyarlarca dolar tasarruf edebileceği ve protein bazlı yeni ilaç araştırmalarının, ki bu ilaçlar özellikle kanser tedavisinde önemli, yolunun daha da açılacağı hesaplanıyor. Aynı buluş sayesinde biyodizel üretimi de daha ucuzlayacakmış.
Bu yıl ‘İmkânsız Araştırmalar Edebiyat Nobeli’ni Hollanda, Belçika ve Avustralya’dan üç kişilik bir ekip kazandı. Ekibin çalışması başlı başına bir vaka. Hani biri size bir şey söyler ve siz tam ne olduğunu anlamadığınız için gayriihtiyari ‘Ha?’ diye sorarsınız ya, işte bu sorunun evrensel olup olmadığını araştırmış üçlü. Ve sonunda bütün dünya dillerinde bu ünlemli sorunun bulunduğunu keşfetmişler. Kimin ne işine yarayacak diye sormayın, onlar da bilmiyor.
Bu sürece ve süregelen müzakerelere, PKK’nın pek bir gönülsüz şekilde katıldığı, işe Öcalan’ın örgüt üzerindeki gücüne güvenilerek ve zaman içinde oluşan kamuoyu desteğinin katkısıyla devam edildiği çok da sır değil.
PKK önce verdiği geri çekilme sözünden caydı, ardından her fırsatta çözüm sürecini bitirme tehditleri savurdu, defalarca sokak ortasında cinayetler işleyerek süreci bitirme provaları yaptı, hatta geçen yıl 6-7-8 Ekim’de 50’den fazla insanın ölümüne neden olan sokak olaylarını çıkardı ve sonunda hepimizin bildiği gibi süreci şiddetli terör eylemleriyle sona erdirmeyi başardı.
Temmuz başından beri verilen şehitler ve ölen sivillerle birlikte Türkiye’nin yaşadığı can kaybı 100’ü geçti; PKK’nın kayıplarının ise ‘binler seviyesinde’ olduğu en üst düzeylerce söyleniyor.
SEÇİM ORTAMINDA TERÖRLE MÜCADELE
Bu yoğun terörü Türkiye bir de siyasi istikrarsızlık ve siyasi belirsizlik ortamında, 1 Kasım’da yapılacak genel seçim öncesinde yaşıyor. O yüzden terörle mücadele ile seçim kampanyaları ve siyasi söylemler iç içe giriyor.
BU köşede 14 Ağustos’ta çıkan yazının başlığı, ‘AK Parti ve CHP’nin büyük kumarı’ydı.
Partiler açısından kumar şuydu: Yeniden seçim yapılırsa iki parti de bundan kazançlı çıkacağını düşünüyordu; o yüzden gönülsüzce koalisyon görüşmeleri yürütmüş, bu görüşmeler başarısızlığa uğrayınca iki taraf da üzülmemişti.
Yalnız elbette bu kumarı aynı anda iki partinin birden kazanması söz konusu değil. Ya AK Parti seçimden tek başına iktidar olarak çıkacak, yani oynadığı kumarı kazanacak ya da CHP hem kendisi biraz daha güçlenmiş hem de AK Parti’ye biraz daha güç kaybettirmiş olarak çıkacak.
Yedi pazar sonra oy kullanacağız. Yani biz vatandaşların sırtından oynanan kumar sonuçlanacak.
Eski yazılarından söz etmekten çok hoşlanan biri değilim ama bu köşede 8 Mayıs’ta, yani seçimden bir ay önce çıkan yazımda, çeşitli anket sonuçlarında gözüken toplumdaki memnuniyetsiz sayısındaki artışa bakarak ‘Bu artışın mutlaka siyasi sonuçları da olur’ demiş ve eklemiştim: ‘Seçimi kim kazanırsa kazansız yönetilmesi gereken olgulardan biri de memnuniyetsizlik olacak.’
Seçimden koalisyon çıktı; iki büyük parti koalisyon kurmayı içine sindiremedi, onun yerine kumar oynamayı tercih etti ve bugün itibarıyla toplumdaki memnuniyetsizlerin sayısı 7 Haziran’a göre daha da artmış durumda.
Peki kim bu ‘memnuniyetsiz’ler?
Kendi üzerinizde deneyebilirsiniz: Boyunuzun karesini alın. Çıkan rakamı bir kenara not edin. Sonra kilonuzu bu rakama bölün.
Elde ettiğiniz sayı 20-25 aralığındaysa vücut kitle endeksiniz sizin ‘normal’ kiloda olduğunuzu söylüyor. 25-30 aralığında bir sayı bulduysanız ‘şişman’sınız. 30-35 aralığı ‘obez’ olduğunuzu söylüyor; 35’in üstündeki sayılar ise ‘ölümcül obez’ olduğunuzu.
Obezite, doktorların ‘metabolik sendrom’ dedikleri bir dizi vahim kronik hastalığın en büyük sebebi. Bu hastalıklar arasında şeker de var, kalp ve damar hastalıkları da, eklem rahatsızlıkları da...
Yani fazla kilolu olmak birden fazla kronik hastalığın kapısını açmanın garantili yolu.
O yüzden ülkemizde de dünyanın dört bir yanında da bu meseleyi kökünden çözebilmek için çalışmalar yapılıyor. Harvard Üniversitesi’nde Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’in başında bulunduğu araştırma merkezi geçen yıl ‘Sabri Ülker Merkezi’ adını aldı; obeziteyi önlemek ve geri çevirmek için dünyada en ileri araştırmaların yapıldığı yer burası.
Az yemek, çok hareket
Geçen gün de özetlemeye çalıştığım ve memlekette kötü olan her şeyin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan kaynaklandığını savunan inancın dile getirdiği şeylerden biri, AK Parti ve Erdoğan’ın bu 6 milyon oyu azaltmayı kafaya taktığı.
Savaşı kim başlattı?
Bu inanca göre, durduk yerde ‘Çözüm süreci’ masasının devrilmesinin ve ardından da PKK ile silahlı mücadelenin yeniden başlamasının sebebi, Erdoğan ve AK Parti’nin yeniden yapılacak seçimde HDP’yi baraj altında bırakmak istemesi.
Sadece bu inancı savunanların değil, HDP yöneticilerinin resmi görüşü de bu yönde. Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkan olmak için gereken Anayasa değişikliğini yapabileceği 330’un üzerinde milletvekiline HDP’yi barajın altına iterek kavuşabileceğini, o yüzden de Erdoğan’ın ‘savaş başlattığını’ öne sürüyor HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş.
MEMLEKETİN yarısı, ülkenin en önemli sorununun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğuna inanıyor.
Onlara göre, sırf 1 Kasım’daki seçimi Adalet ve Kalkınma Partisi kazanabilsin, hatta mümkünse 400 milletvekili çıkarabilsin diye Erdoğan silahlı kuvvetleri ve polisi durduk yerde PKK’ya saldırttı. Bu görüşe inananlara göre, tek amacı HDP’yi baraj altında bırakmak ve böylece Meclis’te Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğu elde edip başkan olmak Erdoğan’ın.
Bu inancın çeşitli alt kategorileri de var. Mesela bazıları, Erdoğan’ın Kürtlerin oylarını aldığı ‘Çözüm süreci’ döneminde PKK’nın yurtiçinde silah ve mühimmat yığınağı yapmasına göz yumulduğunu, Kürtlerin oyunu alamayacağını anladığında Erdoğan’ın süreci bitirdiğini, dolayısıyla bugün canını kaybedenlerin hepsinin sorumlusunun Erdoğan olduğunu düşünüyor; düşünmekle kalmıyor bunu
yazıp çiziyor, söylüyor.
Bir başka alt kategorinin inancına göre Erdoğan ve Saray, iktidarı kaybetmemek için kendine bağlı bir ‘Gladyo’ kurdu;
Suruç bombalamasının sorumlusu da bu Gladyo; savaşı başlatan provokasyonları yapan da bu Gladyo.
Her kötülüğün (Buna milli futbol takımının Letonya ile berabere kalması da dahil edildi) ama en çok da şiddet ortamının yeniden doğmasının yegâne sorumlusunun Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğuna inananların oluşturduğu yelpazenin bir ucunda işler iyice çığrından çıkıyor; geçen gün Dağlıca’dan, dün Iğdır’dan gelen
HER şey, en basit atom olan hidrojenle başladı. Büyük Danimarkalı fizikçi Niels Bohr, 1913 yılında hidrojen atomunun modelini ortaya koydu.
Bugün hepimiz biliyoruz, atomlar ortada nötron ve protondan oluşan bir çekirdek ve o çekirdeğin etrafında dolaşan elektronlardan oluşuyor. Hidrojen söz konusu olduğunda, yörüngede bir tane elektron dolaşıyor.
Alman fizikçi Max Planck, radyatörlerin nasıl olup da ısındığını, ısınan metallerin nasıl olup da renginin kırmızıya dönüştüğünü araştırırken enerjinin ‘quanta’lar halinde emildiğine dair bir teori ortaya atmıştı.
Hidrojen atomu da enerjiye maruz kaldığında, elektronu bir anda olduğu yörüngede kayboluyor ve yeni enerji seviyesine göre başka bir yörüngede beliriveriyordu.
Bakmazsan her yerde bakarsan bir yerde
Bohr’un modeli böyle diyordu; ortaya atıldığı günden beri herkesin kafasını karıştıran kuantum teorisine göre de, hidrojen atomundaki elektronun yörüngesini ancak tahmin edebilirdik, önceden kesinkes bilemezdik. Bilmek için bakmamız gerekirdi ve baktığımız zaman diğer bütün ihtimallerden oluşan ‘kuantum durumu’nu çökertirdik.