Paylaş
O zamanlar öğrencilerin ne Twitter’ı vardı ne Facebook’u ne de El Cezire’si. Ama her nasılsa, kıta Avrupasında ve ABD’de olaylar neredeyse eş zamanlı başlamıştı. Daha da ilginci, öğrencilerin talepleri de birbirine benziyordu.
Ne olmuştu da her yerde öğrenciler neredeyse eş zamanlı olarak ayaklanmıştı?
Bu sorunun cevabı 23-24 yıl öncede yatıyordu. 2. Dünya Savaşı bitmiş, ya askerler evlerine dönmüş veya savaş sonrasının yıkıntılarından yeni umutlar yeşermeye başlamıştı. Gerek Avrupa’da ve gerekse Amerika’da savaş sonrası küçük çaplı nüfus patlamaları yaşanmıştı. Amerikalıların 1968 kuşağı için “Baby Boomer” demesi boşuna değil.
İşte o nüfus yaşlı yönetici sınıfına, siyaset sınıfına karşı büyük bir öfke besliyordu, 1968 başka pek çok şeyin yanısıra o öfkenin de eseriydi.
Bugün Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Yemen’de, Bahreyn’de, Fas’ta ve İran’da yaşananlara da o gözle bakmak lazım. Arkadaki itici güç gençler. Burada genç tanımını da biraz geniş yapıyorum: 30 yaş altı nüfus.
O gençler, kendilerini yöneten 80 yaşındaki diktatörlere karşı büyük bir öfke içinde. O öfke bir sebeple patladı ve bugün durdurulamaz bir güç olarak sokaklara hakim. Bakın Mısır’da Mübarek’in gitmesi öfkeyi dindirmedi, gençler dün yine Tahrir meydanındaydı. Libya’da Trablusgarp’taki göreli sükunete aldanmayın, gençliğin öfkesi aşiret savaşının da önüne geçecek.
Bugün ‘Arap sokağı’nı dolduran gençler 1980 ve sonrası doğanlar. Türkiye’de de 80 sonrası ciddi bir nüfus artışı yaşandı. Peki bizim 30 yaş altı nüfusumuz neden görece sakin?
Bunun nedeni gelecekten ümidi olmakla olmamak arasındaki farkta gizli. Böyle araştırmaların yapıldığı ilk günlerden itibaren ilk kez 2006’dan itibaren Türkiye’de geleceğe ilişkin ümit duygusuna, yani iyimserliğe sahip olanların çoğunluğa geçtiğini görmeye başladık. 2008 krizinde bir süre kötümserlik/umutsuzluk yükseldiyse de bugün yeniden geleceğe ilişkin iyimser olanlar ciddi bir çoğunluğu oluşturuyor.
Ve bu da gençler arasında, eğitimli gençler arasında işsizliğin bu denli yaygın olmasına rağmen böyle.
Bu iyimserliğin kıymetini bilelim. Ama kırılganlığını da unutmayalım.
Yüksek yargının itirafları
HAKİMLER Savcılar Yüksek Kurulu büyük bir aceleyle, Yargıtay ve Danıştay’da hem boş üyelikler için hem de daha birkaç hafta önce kabul edilen kanunla oluşturulan yeni daireler için üyeler seçti, atamalarını gerçekleştirdi.
HSYK’nın bu şaşırtan süratine Danıştay Başkanı Mustafa Birben daha da şaşırtan hızda cevap verdi, çıktı Anıtkabir’e ve atamaları yapan HSYK’yı Atatürk’e şikayet etti.
72 yıldır aramızda olmayan Atatürk’ün şikayet edilen HSYK üyelerine ne gibi bir şey yapacağı bilinmezliğini korurken, Danıştay Başkanı’nın ataması yapılan onca kişiyi bir anda teşhis etmiş ve onların hükümet yanlısı olduğuna hükmetmiş olması ayrı bir mesele.
Aklıma gelen ihtimal iki tane: 1. Bu atanan isimler öteden beri AK Parti yanlısı olduğu kesin biçimde bilinen isimler, o sayede Danıştay başkanı isimleri görür görmez hükmünü verebildi; 2. Atanan isimler AK Parti karşıtı olup olmadığı bilinmeyen isimler, Danıştay Başkanı ‘Karşıt değilsen yandaşsındır’ diye düşündü, hükmünü kolayca verdi.
Ben size söyleyeyim, her iki ihtimal de çok fena ihtimaller. Hiçbir durumda sevinmememiz gerekir.
Bugün yargı ‘ele geçiriliyor’sa, demek geçmişte başkaları tarafından elde tutuluyordu.
Her iki durum da biz vatandaşların sevineceği, ‘İyi ki bağımsız yargımız var’ diyeceği durumlar değil.
Nature: Türk akademisyenler adil yargılansın
DÜNYANIN en önemli bilim dergilerinden biri Nature. Yarı popüler-yarı akademik bu yayın organın son sayısında (Sayı 470, 24 Şubat 2011) baş yazılarından birini Türkiye’deki iki önemli davada yargılanan akademisyenlere ayırdı.
Davalardan birincisi Mısır Çarşısı bombalaması diye bilinen ve sosyolog Pınar Selek’in yargılandığı, son olarak bir kez daha beraat ettiği dava. Dergi bu beraate rağmen Pınar Selek’in devlet gözünde hala suçlu gözükmesini eleştiriyor.
İkinci dava ise meşhur Ergenekon davası ve Nature bu davanın tutuklu sanıklarından Başkent Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal ve Malatya’daki İnönü Üniversitesi’nin eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun durumlarını eleştiriyor.
Dergiye göre her üç akademisyen de, çok az sayıda delile dayanılarak tutuklanmış ve yargılanmaya başlanmış durumda. Nature, uluslararası bilim kamuoyunu Ergenekon davalarını ve bu davalardaki akademisyenlerin yargılama aşamalarını yakından takibe ve akademisyenlerin adil yargılanıp yargılanmadığını izlemeye davet ediyor başyazısında.
Derginin başyazısının son cümlesi şöyle: “Bilimsel araştırmalar için yatırımların büyüdüğü ama yasal ve yönetsel alt yapının bu hıza yetişemediği bugünlerde Türk bilim insanlarının en son ihtiyacı olan şey, içinde bulundukları bilimsel ortamın gelişimini eleştirmekten çekinir hale gelmek.”
Paylaş