Paylaş
- Meclis’te (3 Temmuz 2013) bir konuşma yaptınız ve “Irak bu bölgede bir denge unsurudur” dediniz... Bugün bu dengeyi kaybettik mi?
Kısmen kaybettik. Tamamen kaybettik demek kolay değil, çünkü Irak bu içinde bulunduğu tüm zorluklara rağmen İran’dan başlayıp Körfez’e kadar uzanan geniş bölgenin önemli denge unsurlarından biri. Ama bizim Irak’a bakışımız artık mezhep ağırlıklı. Türkiye’nin stratejik olarak bu bölgede kaçınması gereken şey genel dengede herhangi bir gücün karşı ağırlığı olmak.
- Neden?
Çünkü Türkiye; başka bir gücün karşı ağırlığı olacağı yerde bölgede istikrarı sağlayacak politikayı oluşturmalı. Biz, diğer bazı bölge ülkelerinden farklı olarak istikrarsız ortamlarda rahat çalışabilen bir ülke değiliz. Bu yüzden bölgede devlet olarak ortaya çıktığımızdan beri istikrar oluşturmaya çaba sarf etmişizdir.
- Bugün yine aynı pozisyonda mıyız?
Bugünkü pozisyonumuzun ne olduğu belli değil, işin tatsız tarafı da o zaten. İstikrarı korumaya çalışırken Cumhuriyet döneminde çok önemli iki enstrümanımız vardı. Biri mükemmel olmamakla beraber demokrasiydi. Özellikle Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasından sonra ‘dünya gücü, ‘küresel güç’ gibi bir takım iddialarla ortaya çıktık ama bugün Türkiye küresel bir güç değil. Belki ileride olacaktır, bunu hepimiz isteriz ama şu anda bir bölge gücü. Diğer bölge güçlerinden bir farkı var. O da yaptıkları ve yapmadıklarıyla küresel etkiler uyandırabilen bir ülke.
- Yaptıkları ve yapamadıkları derken neyi kast ediyorsunuz?
Demokraside ilerlediği müddetçe küresel etki yapıyor, çünkü etrafımızdaki ülkelere rol model oluyor. Demokrasiden ayrılınca, yine küresel etki yapıyor ancak bu kez negatif olarak…
- Birinci enstrüman demokrasi, ya ikincisi?
Laiklik… Biz bölgede çatışma içinde olan bütün unsurlarla eşit ilişki içindeydik. Özellikle İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ın bütünlüğünü korumak için bir mekanizma kurdu Türkiye. O mekanizmayı kurarken de işletirken de Irak’a hep laik bir yaklaşımla baktı. Sünnileri de, Şiileri de Iraklı olarak muhatap aldı. Irak’ın güvenini kazandı ve bütünlüğünü korumak konusunda bu mekanizma aracılığıyla ciddi bir işlev gördü.
- Bugün ne değişti?
Uyguladığımız politika mezhep odaklı oldu. Mesela Maliki yönetimi Şii politikalarını biraz da fazla vurgulayarak ülkede bir Şii-Sünni ayrımını körükleyecek politikalar izlerken biz eski konumumuzda olsaydık çok daha farklı sonuçlar elde edebilirdik. Maliki’yi frenleyebilirdik. Bunu yapacağımız yerde onu dışladık. Irak olarak sadece Müslüman Kardeşler bağlantılı bazı radikal Sünni gruplarla temas etmeye çalıştık. Bu sizi taraf yapıyor. Ve o tarafın gücü kadar güçlü oluyorsunuz. Oysa Türkiye, mezhepler üstü bir anlayışla bu işi yapabilseydi bugün çok başka bir konumda olurduk…
- Yine de referandum yapılır mıydı?
Yapılmayabilirdi. Size şöyle söyleyeyim: Referandum konusunda hükümetin bundan sonraki beklentisinin ne olduğunu açıkça belirlemesi lazım. Olan oldu. Bu tüpten çıkmış diş macunu gibi. Geriye almak mümkün değil. Ne kadar baskı yaparsanız yapın yüzde 92,7 oranında ‘evet’ oyu, ‘hayır’a dönmeyecek. Öyleyse biz bu işin nereye gitmesini istiyoruz, onu belirleyip buna göre politika uygulamamız lazım. Bu politikayı da mezhepler dışı yürütmeliyiz.
- 25 Eylül’e karşı başka hangi önlemler alınabilirdi?
Barzani ve yönetimiyle gerekli temasları gereken şekilde yapmak suretiyle hiç olmazsa daha uzun bir müzakereye olanak sağlamak üzere ertelenmesini sağlayabilirdik. Bundan 2-3 sene önce Barzani referandum yapılmasından bahsetti. Sonra 7 Haziran’da tarihini açıkladı. Aylarca hareketsiz kaldık. Tepkimizi son üç gün gösterdik. Ve yine medya üzerinden yaptık bunu. Yüksek sesle yapılan müzakerelerde karşı tarafa çıkış yolu vermiyorsunuz. Tehdit az başvurulması gereken bir yöntemdir ama yüksek sesle yapmak yöntem değildir. Barzani’nin de haysiyeti kırılmadan caydırılabilirdi. “Değerlendirmemi yaptım, şu aşamada uygun görmedim” deme fırsatı verebilirdik. “Şöyle yaparım, böyle yaparım” diyerek onu tükürdüğünü yalamak mecburiyetinde bırakırsanız, sonuç bu olur. Onun da bir siyasi tabanı ve geleceği var.
- Irak’ta merkezi hükümeti savunmamız hangi çıkarımıza hizmet ediyor?
Merkezi hükümetin öncelikle karşı çıkacağı tartışmalı bölgeler, Kerkük meselesi, bağımsızlığın zamanlaması gibi bir sürü şey var. Türkiye bu konularda hassas. Ama yapması gereken bundan sonraki beklentisini ve kendi ulusal çıkarlarını ortaya iyi koyması, buna ulaşabilmek için bir ulusal politika belirlemesidir. Bugün bakıyorsunuz Irak merkezi hükümetiyle çok yakın bir zamanda hiçbir temas yokken şimdi tamamen beraber çalışıyor.
- Çalışmamalı mı?
Çalışmalı, güzel. Irak bir federal devlet ve dış politikadan sorumlu unsuru merkezi hükümet. Bununla çalışsın ama merkezi hükümetin politikalarını kendi politikası gibi uygulaması doğru değil. Çünkü Irak merkezi hükümetinin öncelikleri de ulusal çıkarları da farklıdır. Ben bunları görüşebildiğimizi düşünmüyorum. Referandum ayın 25’inde yapıldı, bir hafta geçti. Bu bir hafta içinde oturup onun elindeki bütün kartları gördük mü, sanmıyorum. Barzani ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni de tamamen dışlamamak lazım. Bir şeye daha çok dikkat etmemiz gerekiyor.
- Nedir o?
Yapmak istediğimizi yüksek sesle medya aracılığıyla söylüyoruz ve söylerken de tehdit dili kullanıyoruz. Bu hoş değil. Tehdit dili kullandığınızda bu kötü bir şey olsa dahi bir noktada yerine getirebilmeniz lazım. Yapamadığınız zaman inandırıcılığınızı, caydırıcılığınızı kaybediyorsunuz. Kendinizin ve karşı tarafın gücünü, uygulanabilirliğini iyi hesap etmeniz gerekir. Diplomaside tehditten mümkün olduğunca uzak durmalı. Diplomasi, çok fazla ortalıkta dolaşmamak, bu yolla meseleleri halletmek için var.
- 2003-2005 arasında Irak Özel temsilcisi olarak Barzani ve Talabani ile ilişkileri siz götürdünüz. O zamanlar Barzani’nin böyle bir niyeti var mıydı?İsmini söylemeyeceğim ama önde gelen bir siyasetçisi şöyle demişti: “Osman Bey ne dersiniz biz bağımsızlık ister miyiz?”… “Bizim de kendi kendimize sorduğumuz bir soru bu, siz söyleyin” dedim. Yanıtı şu oldu: “Ben Kürdüm. Kürt halkı iyi ve cefakâr insanlardır. Saygılıdır, uyumludur, fedakârdır, her şeye layıktır. Kuzey Irak dediğiniz yer yemyeşil bir yer, toprağa sopayı sokuyorsunuz, yaprak çıkıyor. Bu güzel insanların devletleri, bayrakları olsun, kendi kendilerini idare etsinler. Bunu ne zaman isterim biliyor musunuz? Yastığa başımı koyup uykuya dalmadan önce... Ama sabah kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra buna Irak’ın izin vermesi, Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin istemesi ve onay vermesi gerektiğini düşünürüm. Bunlarda o isteği uyandıramazsak, o zaman çok büyük sıkıntılar yaşarız. Aklım başımdayken böyle düşünüyorum…” Bağımsızlık devlet isteği yeni bir şey değil. Zamanlaması önemli. Barzani uzun zamandır Irak Kürt Yönetimi Bölgesel lideri. İktidar yorgunluğu içine girmiş olduğundan şüphe yok. Bu hamleyi yaparak muhtemelen kendisini bir adım öne attı.
- Devleti kuracak mı?
Çok uzun bir süre bağımsız devlet kurulması kolay gündeme gelmez. Bir devleti kuracağını ilan etmek onun devlet olarak işlemesi için yeterli değil. İkincisi Arapların husumeti çok olasıdır. Çünkü Araplar ‘kutsal Arap toprakları’ konusunda birleşebiliyorlar. Irak ve Kuzey Suriye Arap halkları tarafından ‘Kutsal Arap toprakları’ sayılmakta. Arap topraklarının Arap olmayan bir devlet tarafından ‘ele geçirilmesi’ kabul edemeyecekleri bir şeydir. Bu olguyu bölge ülkelerin bazıları kendi lehine kullanmak isteyeceklerdir. Türkiye buna dikkat etmelidir. Özellikle İran ile sıkı bir işbirliği götürmemiz lazım. Aksi halde bunu kendi lehine kullanacaktır. İran’ın diplomasisi fevkalade kuvvetlidir. Şu anki kadrolarını da tanırım, çok parlak. Bunu bağıra çağıra, “Vanayı açtım, kapattım, seni ota muhtaç ederim” diyerek yapamazsınız. Bu kendi insanlarınızın bir kısmının da kalbini kırabilecek, istikrarı bozabilecek şeyler.
- Ne yapmalı?
Adı Irak özel temsilciliği olmak zorunda değil ama benzer bir birim kurulmalı ve bunun başında bir diplomat olmalı. Meslek dışı, yeni icatlarla yürütülecek bir iş değil. Dışişleri’nin Osmanlı’nın erken zamanlarından bu yana bölgeyle ilgili bir hafızası vardır. O yüzden ‘monşer’ diye dışlamadan, tecrübeli bir büyükelçi vasıtasıyla İran, Irak, Suriye, Kürt Bölgesel Yönetimi, ABD ve Rusya ile sırf bu konuda sürekli bir koordinasyon mekanizması oluşturulmalı. Devlet çapında gelecek projeksiyonu yapmak gerekiyor.
- Böyle olmuyor mu?
Hayır, ben yapıldığını görmüyorum. Yönetimin bir vizyonu yok. Uzun bir süre yanlışın içinden gidiyor, sonra bir şekilde o yanlıştan dönüyorlar. Genelde doğruyu da buluyorlar, o da enteresan bir şey. Ama doğruyu koşulların ve konjonktürün zorlamasıyla buluyorlar. Eski başkanları Erbakan’ın dediği gibi ‘kerhen’. Mesela bir dönem Irak merkezi hükümetini tamamen dışladılar. Irak ile olan bütün ilişkimizi Mesud Barzani üzerinden Kürt Bölgesel Yönetimi’ne yönlendirdiler. Petrol alışverişini yasa dışı olarak onlarla yaptılar. O petroller Irak anayasasına göre Irak petrolleri.
- Tüm bunlar Barzani’yi cesaretlendirdi mi?
Tabii… Barzani buraya geldiğinde federe bir birimin bayrağını uluslararası devlet bayrağı gibi çekerseniz, onu kırmızı halılarla karşılar, bando mızıkayla ‘hoş geldin’ derseniz, kendi partinizin kongrelerine çağırıp orada “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganı attırırsanız, Irak Anayasası’ndaki tartışmalı bölgelere el attığı zaman gereken diplomatik tepkiyi vermezseniz, başka bir konuma getirmiş olursunuz.
- Barzani’nin bir sonraki adımını görebiliyor musunuz?
Bir kere bunu pazarlık pozisyonu olarak kullanacak. O pazarlığı Irak Merkezi Hükümeti’yle açmaya çalışacaktır. ‘Tartışmalı bölgeler’ dediği bölgeleri de o pazarlığın içine sokacaktır. Buna göre iyi pozisyon almak lazım. Tabii bizimle yapmayacak bu pazarlığı ama Irak merkezi hükümetini burada diplomatik yoldan desteklemek ve Barzani’yle de teması sürdürmek lazım. Barzani’yi yanlışları konusunda herkesin duyabileceği değil, kendisinin duyabileceği bir sesle etkilemekten bahsediyorum.
- “Hiçbir şekilde muhatap alınmamalı” demiyorsunuz, değil mi?
Hayır, herkesin bir anayasal konumu var. Irak halkı, kabul ettiği anayasasıyla Irak’ı bir federal devlet yaptı. Bunun içinde Barzani’nin de bir yeri var. Sadece bir aşiret reisi değil. Tabii ki onunla da konuşacaksınız. Ama Irak’ın bütününün temsilcisi gibi değil.
- Referanduma karşı çıkarken ‘Kürt karşıtlığı’ diye bir tavrın olmaması gerektiğine vurgu yapıyorsunuz. Bunu Türkiye’deki Kürtler açısından mı bir tehlike olarak görüyorsunuz?
Sadece Türkiye’deki Kürtler açısından değil, genel olarak Türklerle Kürtler arasındaki ilişkiler bakımından söylüyorum. Türkiye’nin, Türklerin Kürt karşıtı olmaları için hiçbir neden yoktur ve zaten değilizdir de. Ama Türkiye’deki Kürt vatandaşlarımızın da kendi etnik kimlikleri açısından sahip oldukları haklı hassasiyetleri gözetmek gerekir. Türkiye’nin konumunun, sosyal-ekonomik yapısının, her şeye rağmen koruduğu Batılı kimliğinin ve yine her şeye rağmen sahip olduğu çağdaş yönelimle bugünkü gibi sürmesi mümkün olmayan demokrasi geleneğinin Türkiye’yi hâlâ etrafındaki ülkeler ve bölgeler için bir çekim merkezi yapmaya devam ettiği bir gerçek. Etrafımızdaki gelişmeleri değerlendirirken bu gerçeğin de göz önünde bulundurulması doğru olacaktır.
- Vanayı kapatmak, Habur’u kapatmak, uçuşları yasaklamak… Bir etkisi olur mu?
Benim dönemimde ambargoların etki yapmadığını gördük. Irak üzerine uygulanan ambargo halkın Saddam’ın etrafında kenetlenmesine yol açtı. O ambargodan biz de Ürdün de çok ciddi zarar gördük. Bunları iyi düşünmek lazım. Uyguladığınız ambargo etkisini yapabilecek mi, bölgedeki insanlara vereceğiniz insani zarar ne olur; bakmak gerek. Yalnız uçuşların yasaklanmasında da enteresan bir şey var. Başbakan’ın açıklamasında “Irak merkezi hükümetinin almış olduğu karar doğrultusunda uçuşları durdurduk” diyor. Bu ne demek oluyor anlamıyorum. “Başkasının kuyruğuna takılmamak” lazım derken tam olarak bunu kast ediyorum.
- En büyük eleştiriniz diplomasiye ilişkin…
“Al şu dış politikayı yık” deseler, bu kadar yapamazsınız. Ben şunu diyorum, “Dış politika, iç politikaya alet edilmemeli. Dış politika ülkelerin bekasıyla ilgilidir. Ulusal çıkarlar gözetilmeli, popülist söylemden uzak durulmalı. ‘Şunu yaparız’ deyip yapamamaya başladığınızda kimse sizin gücünüzden çekinmiyor.
- Size ‘Osman Bey yeniden Irak özel temsilcisi oldunuz” deseler, ilk ne yaparsınız?
İyi bir ekip kurarım. Bu işlerden anlayan, daha önce buralarda çalışmış Dış İşleri Bakanlığı’ndan tecrübeli bir ekip… Ve TSK, MİT, İçişleri Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı gibi diğer birimlerden takviye ekiple koordineli bir çalışma yürütürdüm.
İSRAİL'İN GÜVENLİĞİ
- ABD, referandum sonuçlarını tanımadığını açıkladı. Bunu nasıl okumalı?
Açıkladı ama Dışişleri Bakanlığı’nın metnini içerden okuduğunuz zaman ABD’nin asıl endişesinin IŞİD’le mücadelesinin bitmemiş olduğu gibi gözüküyor. IŞİD ile mücadele bittikten sonra ne yapar bilmiyorum. Orada bir Kürt oluşumuna karşı çıkar mı çıkmaz mı o konuda benim tereddüdüm var.
- Neden?
Çünkü o bölgede ABD’nin öncelikleri arasında İsrail’in güvenliği de var. İsrail’in güvenliği için orada kendisine muhtaç ikinci bir unsur kurulması işlerine gelebilir. Fakat şu aşamada zamanlama ve meşruiyet itibariyle buna karşı olduğu gözüküyor.
ANLAŞMA MÜDAHALEYE İZİN VERMİYOR
- Türkiye-Irak sınırlarını belirleyen 1926 tarihi anlaşmanın müdahaleye izin verdiği görüşüne katılıyor musunuz?
Hayır katılmıyorum. O anlaşmayı okuduğunuzda bir müdahale hakkı çıkmıyor. O anlaşmada tarafların uyması gereken koşullar var. Sınırın değişmezliği var. Müdahale olabilmesi için BM Güvenlik Konseyi’nin bu yönde bir kararı olması lazım. Ya da Irak hükümetinin çağrısı üzerine sizin buna girmeniz gerekiyor.
- Emekli büyükelçi Selim Karaosmanoğlu’yla birlikte kaleme aldığınız makalede güç kullanmaktan sakınmak gerektiğini vurguluyorsunuz…
Evet, bugün uluslararası ve bölgesel konjonktür, Ortadoğu’da sorunların çözümü için savaşı bir opsiyon olmaktan çıkarttı.
- Askeri yönteme başvurulursa sonuç ne olur?
Askeri yöntemin istenen sonucu sağlayabilmesi son derece kuşkuludur. Girilebilecek böylesi bir savaştan sonuç alınamayacağının ortaya çıkması halinde sağlıklı çıkış stratejisi oluşturabilmek de çetin bir iştir. Askeri yöntem bölgede sonu belirsiz, dış istikrarı tamamen bozacak, iç istikrarı da etkileyecek uzun bir çatışmayı başlatır. Bunu kimsenin isteyeceğini sanmıyorum.
KERKÜK BAĞDAT GİBİ ÖZERK OLMALI
- Kerkük’te Türkmenler ve Araplar da yaşıyor. Kerkük’ün Kuzey Irak’ı Balkanlaştırma potansiyeli var mı?
Kerkük’ün Irak’ı tamamen dağıtma potansiyeli var. Türkiye olarak baştan beri bunu söylüyoruz. Tarihi olarak Kerkük bir Türkmen şehri. Fakat bu Türkmen şehri olma vasfını zaman içerisinde BAAS rejimiyle beraber, daha sonra da Saddam’ın zorlamasıyla kaybetmeye başladı. Orası Araplaştırıldı. Arap nüfus Türkmenleri kaçırdı. Sonra başka sıkıntısı oldu Türkmenlerin. 57 seçiminden sonra Türkmen kimliği sayımlarda kalmadı. Türkmenlere “Kendine Kürtlere yakınsan Kürt, Araplara yakınsan Arap de” diyerek kimlikleri görünmez hale getirildi. Şimdi Irak’ın kurucu katmanlarının hepsi de; Araplar, Kürtler ve Türkmenler Kerkük üzerinde hak iddia ediyorlar. Kerkük Irak toplumunun bir mikro kozmosudur. Birine verilip öbürüne verilmezse ciddi patlama olur ve bu patlama Irak’ın tamamına sirayet eder. Kerkük için olması gereken Bağdat gibi özerk bir bölge olması. Aksi halde oluşacak bir statü değişikliği çok ciddi sıkıntı yaratır.
İŞGALE KATILMAMAK BÖLGEDEKİ KONUMUMUZU YÜKSELTTİ
- “1 Mart 2003’te tezkere geçseydi bunlar olmayacaktı” görüşüne katılıyor musunuz?
Başlangıçtan itibaren böyle düşünmüyorum. 1 Mart tezkeresi kabul edilseydi oradaki Kürt oluşumuna, şekillenmesine etkimiz olacağı düşünülüyordu. İşgal güçleri buna izin vermezdi. Müzakerelerde bizim kontrolümüze verilecek olan bölge, Anbar, bize bu imkânı verebilecek bir bölge değildi. Amerikalıların Irak içerisinde dayandıkları ana güç Kürtlerdi. Benim Irak özel temsilcisi olduğum dönemde, hem Amerikalıları hem yönetimi hem de komşu ülkeleri daha yumuşak geçiş yapılması konusunda yönlendirmeye çalışıyorduk. Bütün görüşmelerimde ortaya çıkan; o dönemde Irak’ta Türkiye’nin işgale katılmamış olmasından dolayı Araplar başta olmak üzere tüm tarafsız ülkelerin bize büyük bir güven duydukları. Bu Türkiye’nin o bölgedeki konumunu yükseltmiş bir şeydi. Eğer girseydik, çok sıkıntı olacaktı. Bir şey yapamayacak ve o çok acı sonuçlar veren işgale biz de katılmış olacaktık.
KİMDİR?
Osman Korutürk 1944’te doğdu. Saint Joseph Fransız Lisesi ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde çalıştı. 1996-1997 arasında Tahran Büyükelçiliği, 1998-2000 arasında Oslo Büyükelçiliği, 2000-2003 arasında Berlin Büyükelçiliği, 2003-2005 arasında Irak Özel Temsilciliği, 2005-2009 arasında Paris Büyükelçiliği yaptı. 2009 yılında sonra emekli oldu. 2011 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak çalıştı. 24. Dönem CHP İstanbul Milletvekilliği yaptı. Korutürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin 6. Cumhurbaşkanı Fahri S. Korutürk’ün de oğlu.
Paylaş