ESKİ dışişleri bakanları, emekli general ve büyükelçilerden oluşan Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı’nın Dış Politika ve Savunma Grubu (DSA), ’Kıbrıs’ta çözüm zorlanabilir mi’ başlıklı bir belge hazırladı.
Bu belgenin hareket noktası, AB ile üyelik müzakerelerinin başlaması için önkoşul teşkil etmese bile, Kıbrıs’ta bir çözüm bulunmadan veya Güney Kıbrıs hukuken tanınmadan Türkiye’nin AB’ye üye olarak katılmasının mümkün görülmediğidir.
DSA ayrıca Güney Kıbrıs’ın müzakere süreci boyunca veto hakkını kullanmaya kadar gitmemekle birlikte Türkiye’ye karşı devamlı bir diplomatik gerilla savaşı sürdüreceğini varsaymaktadır.
* * *
DSA, Güney Kıbrıs’ı hukuken tanımakla çözüm arasındaki etkileşimin çok iyi teşhis edilmesi gerektiğinin de altını çiziyor ve bu konuda ‘İsveç Avrupa Politikaları Etüdleri Enstitüsü’nün (SİEPS) 17 Aralık Brüksel zirvesiden sonra yayımladığı ‘Türkiye’nin AB’ye katılmasının siyasi dinamikleri’raporundaki şu çarpıcı değerlendirmeye atıfta bulunuyor:
’Türkiye’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir kapsamlı çözümden önce tam olarak tanıması düşünülemez. Çünkü böyle bir tanıma, adanın bölünmüşlüğünün uluslararası değil; fakat bir iç mesele olduğu anlamına gelir ve dolayısıyla sorunun çözümünde BM’nin bundan sonra bir rol oynamasını önler.
Şimdi uzlaşıya dayanan bir çözüm üzerinde büyük olasılıkla Annan planı temel alınarak müzakerelerin tekrar başlamasına imkán verecek koşulların yaratılmasına çalışılmalıdır. Müzakerelerin tekrar başlamasına engel olan taraf, bugün Kıbrıs Rumlarıdır. AB ve BM, müzakerelerin tekrar başlatılmasının çarelerini araştırmalıdırlar. Bunun yanında, diğer AB üyeleri de Kıbrıs Rum tarafına şu noktayı açıkça vurgulamalıdırlar:
Güney Kıbrıs’ın istediği ‘Doğu Almanya’ formülü ile tanıma adanın bölünmüşlüğünü sona erdirir, başka bir deyimle Kıbrıs’ın bugünkü yönetişim düzenlemesinde hiçbir değişiklik yapılmadan Kuzey Kıbrıs’ın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ içine çekilmesi neticesini verir. Böyle bir sonuç kabul edilemez.’
* * *
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül son haftalarda birkaç kere Mart 2003’te Lahey’de kaçırılan fırsatları hatırlattı. Çok haklı. Güney Kıbrıs, AB ile Nisan 2003’te Katılım Antlaşması’nı imzalamadan önce bir çözüme varılabilseydi ’Doğu Almanya’ formülü tehlikesi bertaraf edilmiş olacaktı. O zaman uyaranlar çok oldu; fakat seslerine kulak verilmedi.
Şimdi sürekli bu tehlikeyle karşılaşacağız. Nitekim bu nedenledir ki 1963 Ankara Antlaşması’nın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ne teşmilinin tanıma anlamına gelip gelmediği uzun uzun tartışılıyor.
DSA, Papadopulos’un uzlaşmazlığını da göz önünde bulundurarak ‘Çözüm için acele davranmakta yarar olmayabilir. Buna karşın AB üyeliğinin gerçekleşmesi aşamasına kadar çözümün bir koz olarak elde tutulması fikri tehlikelidir. Çünkü son aşamada kozun kimin elinde olacağı belli değildir’ diyor. Peki, BM, Güvenlik Konseyi üyeleri ve AB üyeleri üzerinde yoğun diplomatik ilişkiler dışında çözümü zorlamak imkánı var mı?
Çözüm olmadığı takdirde iki devlet formülünü kaçınılmaz hale getirecek bazı cüretkár atılımlar akla gelebilir. Fakat böyle bir atılımın riskleri olabileceği gibi, Kıbrıs Türkleri uluslararası tanımayı kazanmış ayrı bir devlet opsiyonuna artık sıcak bakmıyorlar. Böyle bir çözümün AB üyeliğini geciktireceğini, şimdi birey olarak elde ettikleri AB vatandaşı statüsünü olumsuz etkileyebileceğini düşünüyorlar.
Peki ne yapmalı? Bu sorunun cevabı kolay değil. Umarım hükümetin ve ilgili kurumların kapsamlı bir planı vardır.