Ekonomi ve nüfus politikası

TÜRKİYE’nin gündemi halen AKP’yi kapatma davasının ve "Ergenekon soruşturması"nın inhisarında. Bu iki dava ve aralarındaki ilişki ve etkileşim hakkındaki algılama farklarının yarattığı kriz siyasi, kurumsal ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştiriyor.

Devamlı çekişme ve çatışma içinde olan bir ülke, sorunlarına çare bulamaz,uzun vadeli hedeflerini gerçekleştiremez. Türkiye’nin sorunları ise, kısa zamanda çözüme kavuşturulmadıkları takdirde gittikçe daha fazla müzminleşecek niteliktedir.

Özellikle ekonomik ve sosyal alandaki uzun vadeli hedeflerin gerçekleştirilmesi, her şeyden önce teşhislerin doğru olmasına ve bunlara göre politikalar belirlenmesine bağlıdır.

* * *

Türkiye’nin son yıllardaki ekonomik büyümesi tatminkár olmuşsa da bu büyümenin arka planındaki tablo endişe vericidir. TÜSİAD’ın yeni açıkladığı"Türkiye’de hane halkı: İşgücü, gelir, harcama ve yoksulluk açısından analizi", nüfusun % 17.8’inin yoksulluk sınırında bulunduğunu, TÜİK’in 2007 yılı için % 9.9 olarak açıkladığı işsizlik oranının, iş bulmaktan ümidini kesenler, iş aramayanlar ve mevsimlik çalışanlar hesaba katıldığı takdirde % 20.3’e çıktığını belirtmektedir.

İşgücünün yaklaşık % 61’i lise altı eğitime sahiptir. Okur yazar olmayanlar da ilave edilirse bu oran % 66’yı buluyor. Göze çarpan bir husus da işsizlerin istihdam edilenlere göre daha iyi bir eğitim seviyesine sahip olmalarıdır.

Diğer taraftan, 2002-2004 döneminde ortalama % 16.8 olan tasarruf eğilimi, 2005 yılında % 10’a kadar gerilemiş. En üst düzeyde bile tasarruf oranının önemli ölçüde azaldığını da TÜSİAD raporu hatırlatıyor.

Rapordaki bilgi ve gözlemlere, Türk ekonomisindeki büyüme hızının yavaşlama trendine girdiğini, dünyadaki olumsuz gelişmelerin Türkiye’yi etkilemekten geri kalmadığını, gittikçe artan ödemeler dengesindeki açığın finansmanının çok güçleşebileceğini eklemek gerekir.

Nüfus politikası kuşkusuz ekonomik parametrelerle yakından ilgilidir. Hızlı bir nüfus artışının gelişme yolundaki ülkelerin çoğunda ne kadar tahribat yaptığı ortada. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yıllarında uzun savaşların sonucu olan nüfus azalmasını telafi etmek amacıyla doğumların teşvik edilmesi tabii çok yerindeydi. Fakat İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki nüfus patlaması karşısında artış hızının kontrol edilmesi isabetli olacaktı.

1965’te bu politika resmen benimsendiyse de fiilen etkili önlemler alınamadı. "100 milyonluk bir Türkiye" nakaratı devam etti. Nüfus, askeri ve ekonomik güçle özdeşleştirildi.

Oysa bugün nüfusu 70 milyon değil, 40-45 milyon olsaydı, Türkiye, fert başına geliri daha yüksek, tarım ürünleri bakımından dışarıya muhtaç bulunmayan şehirlerindeki nüfus yığılmasının yarattığı problemlerle daha rahat başa çıkabilen, çocuklarını daha iyi eğitebilen, sosyal bakımdan daha dengeli ve dolayısıyla politik kutuplaşmalara daha az müsait, hatta savunmasına daha fazla kaynak ayırabilen bir ülke olurdu.

* * *

Başbakan’ımızın bu gerçekleri bir tarafa bırakarak aile başına en az üç çocuk çağrısı yapması, haklı olarak çok yadırgandı. Tayyip Erdoğan, tutumunu nüfus artışının yavaşlamasından ve nüfusun yaşlanmasından duyduğu endişeye dayandırıyor.

Oysa böyle bir kaygı şimdiki aşamada haklı görülemez. 17 Mart tarihli Milliyet Gazetesi’nde Prof. Dr. Ayşe Akın’ın ifade ettiği gibi doğurganlık hızı % 2.2’ye düştüyse de nüfus daha uzun yıllar % 1.8 oranında artmaya devam edecek. Ayşe Akın’a göre, halen yaşlı nüfusumuz en fazla % 5-6 oranında, % 10’u geçene kadar endişelenecek bir durum yok.

GSYH yeterli ölçüde artmazsa, eğitim seviyesi yükselmezse, çevrenin yozlaşması, su ve enerji darboğazları gibi sorunlar çözümlenmezse, gelir dağılımı daha dengeli hale getirilmezse, hızlı nüfus artışı ancak siyasi, ekonomik ve toplumsal istikrarsızlıkla sonuçlanır.
Yazarın Tüm Yazıları