Paylaş
‘‘Dayanılmaz hafiflik’’, tutarsızlıkların gittikçe daha belirginleşmesinden kaynaklanıyor. Gerçi her ülkenin dış politikasında kaçınılmaz bazı çelişkiler vardır, fakat bunların tüm siyasetin inandırıcılığını kaybettirecek ölçüye vardığı pek görülmez. Ne yazık Türkiye bu sınıra adamakıllı yaklaşmış durumda. örnekler eksik değil.
- Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye'ye adaylık statüsü verilmesine yeşil ışık yaktığı bir sırada, Başbakan Ecevit birdenbire bütün AB ülkelerini aynı sepete koyarak ‘‘Batı Avrupa ırkçıdır’’ deyiveriyor. Üstelik bu sefer dil sürçmesi veya dalgınlık da sözkonusu değil, çünkü metinden okudu. Ecevit iddiasını kanıtlamak için Avusturya'da aşırı sağcı bir partinin önemli oranda oy aldığını hatırlatıyor. Oysa Türkiye'de 1995'te Refah Partis en fazla oyu aldığı zaman kimse ‘‘Türkiye köktendincidir’’ demedi. Son seçimlerde radikal sağ olarak tanınmış bir partinin ikinci sıraya yükselmesi de bir genellemeye neden olmadı. Şimdi bir ülkedeki seçim sonucu yüzünden tüm Avrupa'yı itham etmek hangi mantıkla izah edilebilir? İşin bir yönü daha var: Batı Avrupa ülkelerinin depremden sonra yardımımıza ilk koşanlar olduğunu Başbakan bir anda unutuverdi. Vefasızlık ve tutarsızlık bir arada.
- Ecevit ayrıca, AB'nin Türkiye'ye karşı olumsuz tutumu sayesinde dünyanın Avrupa'dan ibaret olmadığı bilincine vardığımızı söylüyor. Demek ki Avrupa bizi dışlamasa haritaya bakmak aklımıza gelmeyecekti. İyi de, diğer bölgelere karşı politikamız ne kadar tutarlı? Örneğin 22 devletin nüfusunu oluşturan bir ırka karşı aşağılayıcı demeçler son zamanlarda gittikçe sıklaşıyor. Hem de 2000 yılının sonunda İtalya, İrlanda ve Norveç gibi çetin rakipler karşısında Güvenlik Konseyi'ne seçilmek için Birleşmiş Milletler'de oy toplamaya uğraştığımız bir devirde! Bir çelişki daha.
- Dış politikamızın en önemli odak noktalarından biri olan enerji alanında da ciddi tutarsızlıklar var. Doğal gaz konusunda Rusya ve Türkmenistan'la yaptığımız anlaşmalar politik açıdan çakışıyor. Her iki ülke de samimiyetimizden duydukları şüpheleri zaman zaman dile getirdiler. İran'la imzaladığımız ve ABD'nin itirazı yüzünden uygulanamayan anlaşma başka bir sorun. Bakü-Ceyhan petrol boru hattına gelince, bunda da iyimser beklentilerimizde hüsrana uğrayabiliriz. ABD resmen bu hattı desteklediğini ifade ediyor, fakat finansmanını bizden bekliyor. Hazar bölgesinden İran'ı kastederek Hint Okyanusu'na inecek bir boru hattı galiba daha cazip bir alternatif olarak görünmeye başladı.
- Başbakan, ABD'de iken Kıbrıs sorununda daha esnek bir politikanın işaretlerini verdi, fakat Türkiye'ye gelir gelmez eski söylemine avdet etti. Yıl sonunda Helsinki'de yapılacak AB zirvesine kadar Ada'da bir müzakere ortamın yaratılmasının önemi ise yadsınamaz. Kaldı ki, Kıbrıs konusunda çözüm ihtiyacı sadece AB'ye adaylık sürecine bağlı değil. Avrupa Konseyi'nde de tehlike çanları çalıyor. Kıbrıslı Rum Bayan Loizidu'nun, Ada'nın kuzeyindeki evinde oturmak hakkının engellendiğini ileri sürerek yaptığı başvuru üzerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'yi davacıya 500.000 dolarlık tazminat ödemeye mahkum etti. Şu anda aynı nitelikte bin kadar dava mahkeme önünde. Türkiye, gayet haklı gerekçelerle mahkemenin kararlarına uymuyor, fakat ona karşı itiraz mercii yok. Konu Bakanlar Komitesi'ne geldi ve Komite bir ilk uyarıda bulundu. Bu süreç Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması yolunda bir cereyana yol açabilir. Yeni bir açmazla karşılaşabiliriz.
Bu çetin sorunu aşmanın tek yolu yine Kıbrıs'ta bir çözüm arayışına girmek ve gayrimenkuller ile ilgili Türkler ile Rumlar arasındaki karşılıklı taleplerin takasını sağlamaktır. Yoksa çok başımız ağrır.
En kritik dönemde dış politikamız yönünü şaşırmışa benziyor. Çok yazık.
Paylaş