Paylaş
İSTANBUL 19’uncu yüzyılda uluslararası su yollarının kavşak noktası haline geldi. Her şeyden önce Süveyş Kanalı kuzeydoğu Atlantik’teki ağır trafiğin bir kısmını bu bölgeye çekmişti. Bundan başka Rusya ve Tuna havzasının Akdeniz trafiğine girişi de bir etki yaratıyordu. Emin bir liman olan İstanbul, gemilerin sadece Haliç ve havzasına demir atıp karayla sadece sandal ve alamana yük kayıklarıyla ilgi kurduğu bir yer olmaktan çıktı. Yolcu gemileri artık Galata rıhtımına yanaşıyordu. Bu dönemde Cumhuriyet, yolcu trafiğinin artmasının gerektirdiği ilk eseri de ortaya koydu. Şehre yakışan bir yolcu salonu, mimar Rebii Gorbon’un projesine göre yapıldı.
MEMLEKETİNİZE HOŞ GELDİNİZ
Yapılır yapılmaz da bu yolcu salonu, İstanbul hayatının ve tarihinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Gümrük buradaydı, polis buradaydı. Yolcu salonuyla beraber Karaköy derhal ilginç restoranlar ve dükkânlarla doldu. Dünyanın dört tarafından insanlar buraya akmaya başladı.
Mesela 1940’larda hanedanın üyelerinin girişi yasak olduğu halde Mısır veliaht prensinin eşi Neslişah Sultan şehre bu salondan girdiğinde spontane bir manzara doğdu. Kendisini selamlayanlar, “Memleketinize hoş geldiniz” diyenlerin yanında bir köşede homurdananlar da vardı ama Türkiye’nin tecrübeli ve olgun bir memleket olduğunun fotoğrafı da adeta bu salonla aynileşti.
Gorbon’un yolcu salonundan gelen geçenleri resmetsek adeta New York’un Ellis Adası’nı aratmaz. İkinci Dünya Savaşı sonunda Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’dan gelen mülteciler, Ortadoğu ülkelerinden gelen devlet büyükleri burayı İstanbul’un en canlı tarih alanlarından biri haline getirdi.
TEHLİKELİ İŞLER BURADA CEREYAN EDERDİ
İstanbul’un her zaman olduğu gibi Türkiye’nin üretim merkezi olduğu malum. Zengin bir ülke değildik ama olabilecek gösterişli tüketim buradan geçiyordu. Ağırlıklarını takarak yurtdışına veya başka limanlara giden şık hanımlar, yurtdışından bavullarıyla gelenler hepsi bu salondan geçmiştir.
Karaköy Yolcu Salonu aynı zamanda ‘tehlikeli’ işlerin cereyan ettiği yerdi. O vaktin paparazzileri hangi beyefendinin eşini kiminle aldatarak Avrupa’ya seyahat ettiğini burada gözlerlerdi. Doğrusu Türk cemiyetinin hayat tarzının, hayat ve ahlak anlayışının zamanın rüzgârıyla ne kadar aşındığı bu salonda görülürdü. Hoş, gazetelerden evvel, vapurdaki diğer yolcular kulaktan kulağa gördüklerini anlatırdı.
Devirler değişti; havayolu gemi yolculuğunun yerini tuttu. Gemiler ön planda, bavulcu Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği yolcularının kullandığı araç oldu. Karaköy Yolcu Salonu da tekrar bu manzaraların rastlandığı bir mekâna döndü. Salonun etrafı bu turistlerin seyahat öncesi uğradıkları lokantalarla son alışverişlerin yapıldığı dükkânlarla doldu.
UYUM SAĞLAYARAK HAYATINA DEVAM EDEBİLİRDİ
Derken Galataport Projesi ortaya çıktı. Ne olursa olsun; 1940’ın başlarında ünlü mimar Rebii Gorbon’un yaptığı bina korunmalıydı. Değişen liman fonksiyonlarına aykırı hiçbir konumu yok, uyum sağlayarak hayatına devam ederdi. Ama başka örnekler gibi onu da kolayca yıktılar. Yıkanların bu binadan daha evvel yıkılan güzel görünümlü binaların adeta intikamını aldığını söyleyebiliriz. İstanbul’a eskinin yerine hoyratça yeni bina diken her mimarın bu manzaradan ibret alması lazım.
Eskiden bu halkı küçümseyerek iş yapanların ‘halka yabancılaşmış bürokratlar ve sözde aydınlar’ olduğu tekrarlanır dururdu. Şimdi o işi yapanlar artık halkın içinden geldiklerini söyleyenler... Üstelik yöntemleri de çok vurdumduymaz.
Galataport Projesi bir büyük tırmık, etrafı hızla ayıklayacağa benziyor. Sakın “Kıyılar açılıyor” diye sevinmeyin, yerine neler yapılacağına bakın. Nusretiye Camii’nin yanındaki yeni sözde müze binası ve Denizcilik Bankası’nın yeri için yapılan planlardan kimsenin haberi yok. Bu gibi yıkım ve yapımların hemşerilere de ilan edilmesi ve tartışılması gerekmez mi?
BU YOLLA DOLMABAHÇE'YE BİLE YIKIM KARARI VERİLİR
UYARLAYARAK kullanan zihniyetin yerini kolayca yıkanlar aldıkça kimsenin kalıcı bir eseri ortada görünmez. Zamanında bu memleket idaresi Mimar Sinan mescitlerini bile “Yol yapacağım” diye yıkmakta tereddüt göstermemiştir. “Efendim, bina tehlike arz ediyor, mail-i inhidam (çökmeye meyilli)” sözü bu şehrin her binasına uygulanabilir. Arkadaki otelleri, gökdelenleri ve stadyumu görmeden Dolmabahçe Sarayı için de aynı raporu verebilirsiniz. Karaköy Yolcu Salonu’nun ne kadar güzel bir eser olduğu tartışılır. Yalnız o sıradaki daha çirkin eserler ve Fındıklı’nın diğer gökdelen gecekonduları ortada durdukça insanlar artık eskiyi arar oldular. Bu eser tescilli yapı; gerçi gudubet İstanbul Belediye Sarayı da tescillidir. Yine de bazı yapıları çok abartmadan yeniden kullanmanın yolu araştırılmalıydı.
NUTUK NEDEN ÇOK OKUNUYOR?
Mustafa Kemal Atatürk’ün eseri Nutuk bugünlerde çok okunuyor ve talep ediliyor. Böyle bir olaya acaba ne denir? Evvela düşününüz. Demek ki bazıları “Acaba” diye sorsalar da çoğu gülünç karalamaların bu toplumda geçerli olamadığı görülüyor.
ULU Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta Kurtuluş Savaşı’nı Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919’da başlatıyor. Eserin hemen girişinde tarif ettiği Türkiye’nin durumu vahim; ülkemizin bütün kıyı bölgeleri, verimli ovalar işgal altında, ulusal varlığımız İç Anadolu’ya kapatılmış vaziyette. Atatürk bu durumu ve büyük mücadelesini Nutuk’ta kurmaylıktan yetişen 19-20’nci yüzyıl mareşallerinde rastlanan açık ve etkili muhteşem bir dille gelecek nesillere anlatmaktadır.
Bütün bunlara rağmen doğrusu Nutuk’un yeniden çok okunuyor olması, listelere girmesi benim için büyük bir sürpriz oldu. Nutuk liseden mezun olurken bile hediye edilen kitaptı. Galiba birçok okulda talebelere dağıtılırdı. Bazı kurumlar çalışanlarına hediye ederdi. Bununla beraber onun evlerde kütüphanelerin rafında kaldığını, çok azının okunduğunu söyleyebiliriz. Şimdi okunuyor ve talep ediliyor. Bazı çokbilmişlerin Atatürk’ün kültü(!) üzerinde bilüzum yazdıklarını ve sözde analizler yaptıklarını biliyoruz. Böyle bir olaya acaba ne denir? Evvela düşününüz. Demek ki bazıları “Acaba” diye sorsalar da çoğu gülünç karalamaların bu toplumda geçerli olamadığı görülüyor.
Paylaş