Paylaş
Antakya tarihte Suriye’nin içinde sayılmaz. Asi Nehri yatağı ile Güney Anadolu arasındaki çöküntüde kurulan bu şehir ve etrafındaki hinterlandı (art ülkesi) Suriye platosunun çoğunda görülmeyen bir engebe yer alır. Habib-i Neccar Dağı’nın eteklerinde bugünkü kazılarda da Helenistik ve Roma dönemi Antakya’sının zenginlikleri ortaya çıkıyor ama Antakya’nın zenginliği bundan ötelere gider. Ortadoğu’nun dinler ve felsefe tarihinde önemli bir rolü vardır. Nüfusu her zaman kalabalıktır ve Suriye’nin diğer bölgelerinden farklı olduğu açıktır. İran’la da Antakya’nın önemli ilişkileri var. Sasaniler tarafından zaptedilen bu şehir Bizans döneminde de bir süre için tekrar İran tarafından alınmıştır. Mezopotamya İran’ının Cundişâpûr’u bu şehrin hem kültüründen hem de ahalisinin becerisinden çok yararlandı. Hıristiyanlıkta bir patriklik merkezidir ve yine III. ve V. asırlardaki mezhep çatışmaları da burada göze batar.
Selçuklular Antakya’da yaşadı ve ardından Haçlıların 150 yıl kadar elinde kaldı. Moğolların istilasını atlatan şehir 1268’de Memluk Sultanı Baybars eliyle yeniden fethedildi. Ta ki Yavuz Sultan Selim Han tarafından 1516’da Mercidabık’tan sonra Osmanlı mülküne katıldı. Mütareke döneminde Fransa protektorası idaresindeydi ve buna İskenderun’un kendisinden dolayı sancak dönemi deniyor.
YENİ GERİLİMLER DOĞAR
Fransız kültürünün Antakya okumuşları üzerindeki yaygınlığı bu döneme hastır. Kültürel başkent İstanbul’la ve Ankara’yla ilişkiler kolay olmadığından Suriye’deki liselerde Arapça ve Fransızca öğrenmişlerdir, lakin bu Türkçe eğitim ve Osmanlı kültürünün aleyhine bir gelişme sayılmamalıdır. Zengin kültürel dokuyla Cumhuriyet bürokrasisi de 1939’dan sonra da yeni ismiyle Hatay halkını bünyesine almıştır. Bugün Türkiye’nin dinler ve diller bakımından en renkli bölgelerindendir. Ortadoğu’nun üzerindeki yeni emellere tahammülü olmayan bir yapısı vardır. Şu anda ABD, Suriye’nin kuzeydoğusundaki nüfusu Antakya üzerinden Akdeniz’e kadar uzatmak istiyor, asıl mücadele edilen hat budur. İşin garibi Akdeniz’e doğru Antakya’dan uzanacak bir Kürt nüfusunu Rusya da pek itirazla karşılamıyor. Sputnik’te yayınlanan son bildiriyle 1938-39 plebisiti ve bölgenin Türkiye Cumhuriyeti’ne ilhakının gayrimeşru olarak gösterilmesi tuhaf bir tarihle hesaplaşma söylemidir. Böyle bir işlemin gerçekleşmesi Ortadoğu’da muhtelif gruplar arasındaki çatışmayı arttıracaktır. Akdeniz’de yaşayan etnik ve dini gruplar bellidir. Harita üzerinde farklı bir Akdeniz beşeri coğrafyası yaratmak yeni gerilimleri doğurur. Kemalist Türkiye’nin Hatay’daki son düzenlenmesi acaba tehdit altında mı...
AYASTEFONOS
3 Mart 1878’de Rusya İmparatorluğu adına İstanbul’daki elçi (büyükelçi değildi) General Nikolay Pavloviç İgnatyev ve elçilik müsteşarı Rusya İmparatorluğu adına savaş sırasında diplomatik hizmet veren adına Alexander Nelidov’un, Osmanlı tarafında ise Hariciye Nazırı Safvet Paşa ve Almanya’daki Büyükelçi Sadullah Bey’in arasında imzalanan bu anlaşmaya göre Bulgaristan adeta bağımsız devlet oluyor.
Sınırları bugünkü Arnavutluk sınırlarının içinde Korça’ya (Görice) kadar uzanıyor. Makedonya tamamıyla onlara veriliyor. Daha da ilginci bugünkü Kırklareli (Kırkkilise) de Bulgaristan’a bırakılıyor. Fakat işin garibi Selanik ve Batı Trakya Türklerin elinde kalıyor. Ayastefanos Bulgaristan’ı sadece Selanik’in batısında ve Kavala ile sınırlı kalmak üzere Ege Denizi’ne açmaktadır. Şüphesiz ki Karadağ ve Sırbistan’ın bağımsızlığı tanınmaktadır. Bu anlaşma ile Sırbistan’a da büyüme imkânı tanındı. Hiç şüphesiz ki büyük devletler bağımsız değil otonom bir Bulgar Prensliği’ni tanıdı. Ama Rus planı büyük Bulgaristan’ı istiyordu. İdare tamamen Hıristiyan bakanlardan oluşacaktır. Bir ordusu olacaktır. Türkiye’ye yıllık bir vergi verme zorunluluğu vardır.
VİLAYET GİBİ DÜŞÜNÜLDÜ
Gerçekte bağımsız hareket eden bir devlet ortaya çıkacaktır. Burada en ilginç nokta Bulgaristan’ın Ege’ye sarkan bölümlerinde Rusya’nın kullanacağı limanlar bulunması büyük devletleri ve İngiltere’yi derhal karşı taarruza yöneltti ve Berlin’de bildiğimiz anlaşma yapıldı. İşin garibi 1878’deki Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması’nın tespit ettiği sınırlar Balkan Harbi’ndekine göre çok daha avantajlıdır. Balkan Harbi’nde Türkiye çok daha toprak kaybetti. Buna rağmen Ayastefanos Osmanlı Devleti için de Avrupa için de tahammül edilebilir bir statü değildi.
Bütün romantik görüntülere, Rus generallerin ve birliklerin Bulgaristan şehirlerine girdikçe Slav tarihi kardeşliğini belirten törenlerle karışlanmasına rağmen Bulgaristan da çok çabuk yüz çevirdi. Berlin’de kurulan mümtaz prensliğin kabinesine bakanlar değil müdürler girdi, bir vilayet gibi düşünüldü. Başbakana da reis-i müdüran denirdi. Reis-i Müdüran Stambulof, Osmanlı İmparatorluğu ve Bab-ı Âli ile sıcak ilişkileri tercih etti. Dış kuvvetlerden de Avusturya-Macaristan ve Berlin’e sırtını vermekte büyük fayda gördü.
Bu dönem içerisinde Rusya’nın Bulgaristan’daki büyükelçisi diyebileceğimiz ilk yüksek komiseri Mikhail Alekseevich Domontovich (Sovyet hükümetinin ilk kadın büyükelçisi Alexandra Kollontai’ın babasıdır) raporlarını ve hatıratını okuduğunuz zaman Rusya’nın ne kadar boşuna bir Balkan Slav fütuhatına girdiği anlaşılabilir. Nitekim çok zorlu bir savaş geçiren Rusya akıllı bir hariciye vekilinin, (yani Aleksandr Mihayloviç Gorçakov’un) ifade ettiği gibi bir daha bu tip bir mücadeleyi kesti, ta ki Birinci Dünya Harbi patlayana kadar.
ÖZEL BİR YÖNETİMİ VARDI
Bugünkü Bulgaristan’ın güney kısımları Doğu Rumeli olarak Osmanlı idaresinde kaldı. Özel bir yönetimi vardı. Basın sansürden azadeydi. Bir yerel meclis vardı. Yeni Bulgaristan’ın II. Abdülhamid döneminde Rusya’dan bağımsız Avrupa paralelinde bir politika gütmesi Alman ordusuyla ilişkileri hatta yeni kurulan İtalya ile hanedan ve evlilik bağları teşkili ve Bulgaristan’da bu dönemde eğitim ve ziraat alanında önemli reformların gerçekleştirilmesi nihayet Birinci Dünya Harbi’nde Alman ittifakı manzarayı tamamlar.
1877-78 savaşı sırasında yabancı gözlemciler iki ordunun mücadelesini tasvir ediyor. Türk ordusunun komutanları seçkin heyettir. Batıda Gazi Osman Paşa, doğu cephesinde Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve diğerleri bu kişiliği göstermektedir. Ordular tahammülüydü. Askerlerin direnci Avrupa’nın diğer kara ordularında görülmeyecek durumdaydı. Hatta iaşe ve mühimmatın teminindeki güçlükler göz önüne alınırsa disiplin ve idare bakımından daha üstün oldukları da söylenir.
UZUN BİR SULH DÖNEMİ
Ayestefanos’tan Balkan halkları içinde Bulgaristan hariç diğer Slavlar bile memnun değildi. Sırbistan büyüme şansını kaybetmekten ve çok uyuşmadıkları Bulgarların büyümesinden çok rahatsız olmuştur. Karadağ’ın bağımsızlığı garantiydi. Ama bu onu Avusturya nüfuzundan ve taarruzundan kurtaramadı. Arnavutlar ise haklı olarak Epir (Yanya) ve Kosova’daki topraklarını Slavlara kaybetmeden çok rahatsızdılar. Prizren Ligi ile bağımsızlıklarını adeta ilan ettiler. Bir bakıma Berlin Antlaşması’ndaki tashihi Arnavutluk’un tekrar kazanılmasına neden olacaktır. Romanya, Rusya’nın müttefikiydi. Bununla birlikte Besaberya’yı (Boğdan) Rusya’ya terk etmek zorunda kaldı. Karşılığında Kuzey Dobruca kendisine verildi. Doğu Anadolu’da ise Kars, Ardahan, Batum, Bayezid ve Eleşkirt elden çıkmıştır. Rusya’nın 40 yıllık hâkimiyeti buralardaki Ermeni nüfusu dahi azınlık olarak tatmin etmeyecektir. Avrupa ise Karl Marx ve Friedrich Engels gibi Marksistlerden İngiliz liberallerine kadar Rusya’dan rahatsızdır. Asıl İngiltere yeni Bulgaristan sayesinde Ege Denizi’ne sarkan Rusya’nın donanma üslerinden paniğe kapılmıştır. Bugüne çok benzeyen bir manzara ama galiba zamanın Rusya’sı II. Alexander Rusya’sından daha tedbirli hareket ediyor. İstanbul’daki elçi Nikolay Pavloviç İgnatyev’i müthiş küçümseyen ve bir deli olarak gören Hariciye Nazırı Gorçakov bütün Osmanlı-Rus Savaşı’nı ve Berlin Antlaşması’ndaki neticeyi boşuna masraf, boşuna kayıp diye nitelemişti. 1881 Muharrem Kararnamesi’nden sonra teşkil edilen Düyûn-ı Umûmiye Borçlar Komisyonu’na Rusya’da harp tazminatı dolayısıyla alacaklı olarak devlet olarak girmek isteyince maliyesi güçlü büyük devletler “Siz kendiniz borçlusunuz” diye kapıyı gösterdiler. Temeli olmayan büyümelerin neler getireceği birtakım örneklerle doludur.
Bu nedenle III. Alexander ve II. Abdülhamid Türk-Rus imparatorluklarının savaşının iki devleti bir yere getiremeyeceğini anlamışlardır. Her iki memleketin de maarif, tarım, sanayi, demiryolu alanlarında büyük reformlara ihtiyacı vardı. Uzun bir sulh dönemi tercih edildi.
BİR İKAZ
Halk TV’de İrfan Değirmenci cuma akşam haberlerinde Kremlin’deki görüşme salonunda Katerina’nın heykelinin resmini çekerken Baltacı’yla olan macerasını bendenizin tasdik ettiğini söylemiş. Böyle bir şey hatırlamıyorum. Heykel II. Katerina’ya aittir, Baltacı macerası ise I. Katerina’ya atfedilir, üstelik Baltacı ve Katerina hikâyesi de tarihte başka mevzu bulamayanların uydurmasıdır. Dikkatinize arz ederim.
Paylaş