Paylaş
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı iki safhada tamamlandı. Stratejik açıdan müdahalenin coğrafi olarak uygunluk arz eden Mağusa’dan yapılması bekleniyordu. Zira Kuzey Dağları (Beşparmak) geçişe ve karaya çıkmaya uygun görünmüyordu. Üstelik dağları ve geçitleri gerek Yunan alayının gerekse Güney Kıbrıslı yerli savaşçıların tutması böyle bir imkânı azaltmış gibiydi. Oysa çıkartma strateji oradan anlaşıldı. Çıkartma kuzeyden yapıldı.
İlk etapta ara verilen ve mütareke beklenen safha görüşmelerin çıkmaza girmesi dolayısıyla üçüncü günden sonra devam etti ve bugünkü sınırlara ulaşıldı. Mütareke ilan edildiği sırada işgal edilen ama merkezle bağlantı kurulamadığı için orada kalan “Varosha” denen (Macarca Osmanlıca “varoş”tan geliyor) Maraş bölgesi de işgalin dışında koruma altına alınan bir yer olarak kaldı. Şu anda artık bölgenin açılması planlanıyor ve gerçekleşiyor.
RUM TARAF VAZGEÇTİ
Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti Şubat 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti olarak hayata doğdu. 1978’ye kadar Rauf Denktaş ve Makarios arasındaki görüşmeler ve sonrasında da Kıbrıs’ta iki kesimli, iki toplumlu federasyon kurulması için ilke anlaşmalarına varılmıştır. Fakat bu ikili anlaşmaya Rum taraf dikkat ve saygı göstermekten vazgeçti. Uzun yıllar sonra 1983’ün 15 Kasımı’nda federe devlet statüsü terk edilerek bağımız Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi.
17 Nisan 1984’te de Türkiye ile Kıbrıs arasında büyükelçi teatisi yapıldı. Şu anda adadaki tek büyükelçilik Türkiye’ninki. Devleti tanımayı düşünen bazı müttefik devletlere Türkiye tarafından bu işlemi zamana bırakmaları telkini yapıldığı doğrudur ve akıllı politikadır. Ağır bir ambargo uygulanmasına rağmen, Kıbrıs’ın evvela Türk dünyasında sonra bazı devletlerde gözlemci statüsüyle tanınmaya başladığı gerçektir. Sonuç şu: Londra ve Zürih Antlaşmaları’nın getirdiği statü ancak birkaç yıl devam edebilmiştir. Olaylar her zaman olduğu gibi yeni bir Kıbrıslı Türk kişiliği yaratmıştır.
1964 yılındaki bilhassa EOKA’nın yaptığı tedhiş ve katliam olaylarından sonra Kıbrıs’taki Türk toplumu içine kapandı, temasları sadece Türkiye ile oldu. Eğitim de burada gerçekleşti. Dünya ile temas Türkiye’den Türk Hava Yolları vasıtasyıla yapıldı. Britanya idaresi döneminde alınan bazı pasaportlar dolayısıyla Commonwealth statüsünden istifade edenler Britanya’nın eski ülkelerinde iş yapabildiler, yerleşebildiler. Ağır izolasyon şartları içerisinde güneydeki Rumlarla gevşek olan ilişkilerini de kaybetti. Bugün 60 yaşının üstünde olanlar Rauf Denktaş neslinin yaşadığı kozmopolit Kıbrıs’ı tanımıyorlar.
İNANILMAZ BİR YARA
Türkiye’den gezi kolay, kültürel ilişkiler kolay; Kıbrıs bir turizm ve özel üniversite ülkesi oldu. Kaç kere gittiğimi hatırlamıyorum ama son gidişimi hep hatırlayacağım, çok hüzünlü oldu. Mağusa’daki Türk Maarif Koleji’ne gittim. Malum bu okul Kıbrıslı küçüklerin en zeki ve çalışkanlarını eğitir, sporda önde gelir. Yani kısacası ada toplumunun gelecekteki seçkinlerinin yeridir. Kıbrıs’ta başka okullarda da böyleleri vardır ama her toplumda olduğu gibi azdır.
İBRET NESNESİ OLMALI
25 yavrumuz son depremde Adıyaman’da İsias Otel’in kalıntıları altında kaldı. Kurtulan çok az. Çocuğunu kaybeden öğretmen ile karşılaştım, “Dünyada en zor saygı görevi bir anaya ve babaya çocuğu için başsağlığı dilemek.” Hayat devam ediyor. Cana yakın halkın çocuklarıyla anında kaynaştık ama hüzün ortada geziyor. Hayatın bize en büyük hediye olduğu ve ne olursa olsun yaşanıp sürdürülmesi gerektiği üzerinde durdum ama iki öğretmenin çocukları bazılarının ebeveynlerini orada kaybettik. Sayıca küçük bir toplum için inanılmaz bir yara.
Adıyaman’daki otel, Türkiye’de inşaat sektörünün sahtekârlık olayının abidesi. Bence olduğu gibi, bir ibret nesnesi olarak bu haliyle muhafaza edilmeli ve hikâyesi anlatılmalı. İnsanların kriminal davranışları unutulmamalı. Yapanlar yok olsalar bile toplumun hafızasına yerleştirilmeliler. Türkiye, Kıbrıs’a her zaman olduğu gibi sahip çıkmalı. Bu çocukların yerine yetişecek olanlara destek olmalı. Şurası bir gerçek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hep var olacak bizim dışımızda ama yanımızda devam edecek. Tıpkı bizim de onlarla yapacağımız gibi.
UNUTAMADIĞIM RENKLİ BİR İSİM: ÜMİT HASSAN
Ümit Hassan ile Mülkiye’de karşılaştık, aynı sınıfta okuduk. İdari şubeyi seçtik. Orayı seçme nedenimiz kaymakam olmak değildi, hukuk derslerinin ağırlıklı olduğu bir bölümdü ve tabii Halil (İnalcık) Hoca’nın talebesi olduk. Onun Köprülü’den devraldığı İdare Tarihi dersleri unutulmaz dallardandı.
Ümit, zıt ve özgün düşünceliydi. Bir keresinde “Ortaçağlar devrinin Fransız tarihçisi Grégoire de Tours paganlar konusunda şunları söyler, hayli alaylıdır” dediğim zaman, üç kere “Kim kim kim söylemiş?” dedi. Kulağında bir kusur olduğundan ağır mı işitiyor diye bağıra bağıra tekrarladım. En sonuncuda “Kendi yazar, kendi okur” dedi. Grégoire ile beni aynı kefeye koymuştu. Bu onun tarih felsefesiydi. Kaynakları bile insanların kendi kafalarına göre okuyup değerlendirdiklerini hem sertçe kritik eden hem de özgürce kabul eden biriydi.
HÜZNE SOKAN HABER
Bazı kavramlar üzerinde orijinal görüşlerini hatırlıyorum. Makaleleri ve konferansları kitapları kendi kadar renkliydi. Kıbrıs’a geçişi bir küskünlük ve çaresizlik miydi yoksa bu güzel memlekette Epiküryen bir yalnızlığı ve yeni çevreyi denemek istemesinden mi?
Bu tatlı inzivadaki ölümünü geç haber aldım. Hakikaten unutamadığım kimliklerdendir. Bizim neslin insanını hüzne sokan bir yaprak dökümü daha...
Paylaş