Paylaş
GEÇTİĞİMİZ hafta İran-Azerbaycan vilayetinde, Tebriz’de ve ardından da Erdebil’de bir öğrenim turu yaptık. Rehberler Vakfı Başkanı Çimen Paşa, İran Başkonsolosluğu’nun daveti üzerine gereken organizasyonu yaptı.
İran’ın bu kısmı benim için meçhul değildir. İlk defa 1986 sonbaharında İran’ın bu bölgesine otobüsle geçmiştim. Çok daha geleneksel bir hayat vardı; şehirler mütevazıydı, kırlarda bir ekonomik yetmezlik görülüyordu.
Şah İsmail
KENDİ DÜNYASININ MERKEZİ
Şunu söylemek gerekir: İran’ın şimalindeki bütün şehirler gibi Tebriz de kendi dünyasının merkeziydi. O zamanki Erdebil, Tebriz ve Urmiye halkı zarif bir geleneği devam ettiriyordu, şehrin münevverleri bugünkü gibi Fars ve Türk edebiyatının üstadı, tarihi mimariyi iyi tanıyan, bilgili kimselerdi. Geçen zaman bu zenginliği yıpratmamış.
SAFEVİLİĞİN MERKEZİ ERDEBİL
Kıyılardan sonra Elbruz Dağları’nı aşarak Erdebil’e iniyoruz. İran’ın en ormanlık bölgesi burası. Erdebil verimli bir plato üzerinde ayrı bir vilayettir. Ahalisi Türkçe konuşur. Mühim olan şu: Burası Safeviliğin de doğduğu yerdir.
15 ve 16’ncı yüzyıllardaki Safeviler İran’ı önemli bir dönemdir. Şeyh Cebrail’in soyundan gelen Şeyh Safiyüddin ve onun oğlu Şeyh Haydar, Erdebil’i Şeyh Safi’ye bağlı Safeviler tarikatının merkezi haline getirdi. Akkoyunlular bu dini grubu destekledi.
Safeviler sadece belagat ve tarikatın gücüyle değil hanedan akrabalığından da yararlandılar. Nitekim Şah İsmail bu tarikatı devam ettirmektense daha güvenceli bir nokta seçti; Şii Caferiliği, İran devleti ve toplumunun resmi inanç ve yorum biçimi olarak açıkladı. Şiileşen İran’da kendine has siyasi duruş hem içte hem de dış dünyaya karşı çok belirginleşecektir.
Bugün Erdebil ve Tebriz’de herkes, bilhassa soğukkanlı tarihçilerin dışındaki aydınlar, Yavuz Selim ve Şah İsmail kavgasının ne kadar lüzumsuz ve tahripkâr olduğunu tekrarlar. Aslında tarihin kuralları vardır; birisi Türk şiirinin en arı dilli şairi olan Şah İsmail (Hatai), öbürü Fars şiirinin üstadı olacak derecede dil bilen Yavuz Selim’in savaşı bir medeniyet mücadelesi değildir. Bir nüfuz ve iktisadi problemdir.
İran açısından mesele şuydu: İpek yollarını kim kontrol edecek, Akdeniz dünyasına nasıl çıkılacak? Yavuz Selim içinse Suriye-Filistin kadar önemli olan bölge Mısır’a hâkim olmaktı konu.
Şunu ilave etmek gerekir: Bizim Babıâli dediğimize Safeviler Âlikapı der. Onların sonraki başkenti İsfahan hiçbir İslam şehriyle karşılaştırılmayacak kadar Rönesans İtalya’sının rüzgârlarını taşıyan bir mimariye sahiptir. Bu kuru bir taklit değil, bir Doğu-Batı sentezidir.
Şeyh Safuiddin Türbesinde Ortaylı en büyük halıyı inceliyor.
ÇADIR KOMEDİSİ
O günün kavgalarını bugünün görüşüyle değerlendirmeye kalkmak fikir ve tarihçilik yönünden sadece bir çadır komedisi gibidir. 1699 Karlofça Muahedesi (antlaşma) sırasında İran’ın Mukaddes Liga devletlerine taraftar olması Türklükle açıklanamaz. İran’ın kendi başına bekası mühimdir. Bugün de İran, o coğrafyanın Türkleri için önemli bir varlıktır, çünkü onlar kendilerini kurucu olarak görür.
Şeyh Safuiddin ve Şah İsmail türbeleri
SÜSLEME SANATININ EN SEÇKİN ÖRNEKLERİ SAFEVİLER DERGÂHI’NDA
SAFEVİLER Dergâhı, meydana açılan bir şehitler mezarlığı, ki Safevilerin savaşlarında ölenler buraya gömülmüştür. Yedi kapılı dergâhın girişinde, dergâha gelen dervişin kendini dünyadan tecrit edeceği çilehane yer alıyor. Dervaze denen kapı başta olmak üzere İran çini sanatının en güzel örnekleriyle tezyin edildiği görülür. En son noktada Şah İsmail’in anası Alemşah Hatun’un mezarı bulunuyor. O kabrin yanı başında Şeyh Safi, Şeyh Haydar’ın ve Şah İsmail’in türbeleri var. Babürler devri Hint sanatı ile İran sanatının en önemli sentezi ise türbelerin içinde, sandıklarda görülür. 16’ncı asrın Türk ve İran dünyasında süsleme sanatının geometriden ne kadar ustalıkla yararlandığı ve rakipsiz bir tersim ortaya çıkardığını burada görebilirsiniz.
ALTEMUR KILIÇ BEYİMİZ VE DOSTUMUZUN ARDINDAN
Altemur Kılıç’ı geçen hafta, 92 yaşında her faninin gideceği ebedi dünyaya uğurladık. Hem dostları hem de onu tanımayanlar hatıratını okumalı. İlginç bir kuşağın, ilginç bir insanıydı.
Atatürk’ün yaveri ve milletvekili Kılıç Ali’nin üç oğlundan biriydi. Futbol dünyamızın unutulmaz kişiliği Gündüz Kılıç’ın da kardeşiydi. Benim bildiğim hiçbir zaman “Kılıç Ali’nin oğluyum” diye geçinmedi. Hatta hatıratında babasıyla arasındaki ilişkiyi ve onun kişiliğini tatlı-sert, sıcak, yer yer kırılgan üslupla, “Babam” diye kuru övünmenin dışında edibane terazide tartarak betimlediği malumdur.
SAMİMİ BİRİYDİ
Altemur Kılıç’ı bütün ömrünce tanıdığımı söylemek mümkün değil; ben onu son 25 yılında tanıdım. 27 Mayıs’ta karşı karşıya geldiği komutanları da zaman geçince bir başka teraziyle tarttı ve birçoğuyla ahbap oldu. Bu bir menfaat değildir.
1924 doğumludur. Osmanlı tarihini ve Sultan Abdülhamid’i de kendi kuşağının dışında bir üslupla tanımlardı. Asıl önemlisi Maliye Nazırımız Cavit Bey’in idam kararını veren mahkemenin reisi onun babasıydı. Ama unutulmaz maliye bakanımızın oğlu, kültür hayatımızın en renkli kişilerinden Şiar Yalçın’la Altemur Kılıç canciğer okul arkadaşı olmanın ötesinde, ayrılmaz iki kardeş olduklarını ilan etmişlerdi. Güzide Hanım’la mutlu bir evlilikleri oldu ve bütün dostları bu çatının altında bir araya geldiler.
Altemur Bey basın ataşesi, yazarımız, Basın Yayın Genel Müdürümüz oldu. Ama her zaman Altemur Kılıç olarak samimi ve tartışabilen biriydi.
Altemur Kılıç’ı geçen hafta 92 yaşında her faninin gideceği ebedi dünyaya uğurladık. Hem dostları, hem de onu tanımayanlar hatıratını okumalıdır. İlginç bir kuşağın ilginç insanıydı, ilginç bir kişiliğiydi.
Paylaş