Paylaş
Osmanlı tarihinin içinde en problemli ve hem uzman tarihçilerin hem de tarih meraklılarının “Şöyle olsaydı böyle olurdu”, “Olmasaydı iyi olurdu” gibi tarih yazımı dışı sorular ortaya attıkları devir Büyük Fatih Sultan Mehmed’den sonra oğulları Şehzade Cem Sultan ve İkinci Bayezid arasındaki taht kavgasıdır. Her ikisi de farklı mizaçtaydılar. İkisi de bilgili padişahlardı, sanatlardan anlarlardı. Ne var ki bu sanat zevkleri ve birikimleri birbiriyle kesişmeyen dallardaydı. Adeta Batı-Doğu kavgasına Türk toplumunun ve saltanat çevrelerinin başladığı bir dönemdir. Cem Sultan hazin hayatı ve dramatik sonu ile devletin dış politikasına ve maliyesine de ağır yük getirdi.
KARDEŞ KATLİ MESELESİ
Bütün bunlara baktığınız zaman Osmanlı’nın bugünkü sözde çok tenkit ettiğimiz “kardeş katli” meselesinin pek de öyle kolay hüküm verilmeyecek bir sorun olduğunu görürüz. “Gökte bir güneş olduğu gibi Osmanlı saltanatında sadece bir hükümdar olabilir” diyen 16. yüzyıl seyyahı Salomon Schweigger’i haklı gösterecek manzara. Cem Sultan, büyük hükümdar Fatih Sultan Mehmed, Gebze sahrasında ordugâhında ruhunu teslim ettiğinde Karaman valisiydi. Fatih’in ölümünün Venedik’ten beslenen hekimin marifeti olduğu söyleniyor. Her halükârda ani ölümlerde saltanata karar verenler mevcut sadrazam ve vezirlerdir. Karamanlı Mehmed Paşa, divan üyeleri ve yandaş ulema Amasya’daki Şehzade Bayezid’e başsağlığını süratle ulaştırdılar. Cem Sultan da vefatı duymuştu. O da kendisini destekleyen ordu ve kapıkulu yeniçerilerle İstanbul’a yöneldi. Ne var ki Bayezid artık tahttaydı. Zaten o gelene kadar 11 yaşındaki oğlu şehzade Korkud naip ilan edilmişti. Görülmüş bir kurnazlık değildir ama devlet katında usulsüzlük ananeyi yaratmaya kâfi gelebilir. Elverir ki adil ve kanuna düşkün bir tepki ortaya çıkmaya...
BABASININ MODELİYDİ
Cem Sultan babasının modeli gibiydi. Dönemin şehzadeleri gibi Fars şiirine, kısmen Arap diline ve Batı dillerinden birine sahipti. Pinturicchio’nun Vatikan müzelerindeki ünlü kompozisyonunda Papalık sarayı mensupları arasında onun da yer aldığı görülüyor. Çarpıcı bir kişiliğin realist portresidir. Sultan Bayezid babası gibi bir aydın tipi değildi. Başka türlü ilginç kişilikti. Arapça ve Farsçanın üzerinde Çağatay edebiyatına yatkınlığı vardı. 15. asrın padişahlarını incelemek için Topkapı Sarayı’nın kütüphanesini tetkik yeter. İnsanlar okuduklarından anlaşılır. Cem Sultan’la Bayezid arasındaki taht kavgası Bursa İnegöl’de başladı. İlk savaşı Cem kazandı. Ne var ki Sultan Bayezid Rumeli’ye sığınmıştı. Ardından Bursa Yenişehir’de savaş devam etti, taktikler değişmişti. Devleti yöneten kadro Cem’i istemiyordu. Kaybetti, Mısır’a sığındı. Bir sonraki yıl savaş Konya’da tekrarlandı, Cem artık yeniliyordu. Tekrar Mısır’a sığınmak istedi, yollar tutulduğundan dönüş mümkün değildi.
KIYMETLİ BİR REHİN
Malta Şövalyeleri’nin elindeki Bodrum Kalesi’ne sığındı ve ardından Rodos’taki merkezde iltica talebinde bulundu. Şövalyelerin büyük üstadı Pierre d’Aubusson onu karşıladı ve hiç sıkılmadan Cem’i Papalığa devretti. Artık üstünden kazanç elde edilen kıymetli bir rehindi. Papa VIII. İnnocent ve onun ardından Rönesans’ın ahlaksızlığıyla ünlü VI. Aleksandr Borgia’sı yıllık rehin haracını aldılar, az para değil. Papalık Devleti’nin cari açıklarını Osmanlı önlüyordu. II. Bayezid’in dünya görüşü de, eli kolu bağlı mali durumu da durgun bir dönem yarattı. Endülüs’e müdahale edilemedi. Cem nihayet Fransa’ya verilmek zorunda kaldı. VIII. Şarl onu istemişti. Ne var ki eline geçen rehine bir müddet sonra öldü, zehirlenmişti. Zehir zanaatı suikastlar alanında ustaca kullanılan Rönesans İtalyası’nda zirvesini yaşıyordu.
25 ŞUBAT 1495
Tamı tamına 524 yıl önceydi (25 Şubat 1495). O günden sonra saltanatın kendi hukuku yürümeye başladı. II. Bayezid yas ilan etti. Cem’in mumyalanmış naaşı dört yıl içinde Osmanlı’ya getirildi. Bursa’da defnedildi. Çocukları için aynı dönüşten söz edilemez. Bağnaz Katolik muhitte vaftiz edildiler ve de vaftiz edilen torunların bir kısmı Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos Kuşatması’nda şövalyeler arasında rehin ve tehdit unsuru olarak tutuluyordu. Kuşatma vira ile bittiği için herkes serbestçe kaleyi terk edip gemilere bindiği halde şövalyeler Cem’in soyuna bir ihanet daha gerçekleştirdiler, teslim ettiler. Tanassur eden Müslümanlar katledildi.
SEÇİMİ OLMAYAN ADET
Osmanlı saltanatında kardeş katlinin bir canavarlık ve seçim meselesi olduğu iddia edilemez. Cem Sultan-Bayezid kavgası ve 15. asrın satvetini yaşarken Osmanlı’nın bu yüzden girdiği kapan uzun süren bir kâbustu. O yüzden daha iki asır kardeş katli devam eden ve seçimi olmayan bir âdet olarak benimsendi.
ZAMANININ ÖNCÜSÜ
PROFESÖR Kemal Karpat 1923 yılının 15 Şubat’ında Romanya’da Türk topluluğunun bir üyesi olarak doğdu. Romenlere karşı bir karşıtlığı yoktu, bu ülkeyi ve insanlarını geçimli olarak tanımlardı. Ben kendisiyle çok yüz yüze konuşamadım. Yaşadığımız ülkeler uzak coğrafyadaydı. İstanbul Üniversitesi’nde hukuk okumuştu. Bu dal onu siyaset bilimine yöneltmiş, ardından Washington Üniversitesi’nden aldığı bursla bu dallarda yetişti ve New York Üniversitesi’nde doktorasını yaptı. Bir müddet Birleşmiş Milletler teşkilatında memurdu. Bu pasajı onun birkaç yıl evvel çıkan hatıratında okumak mümkün.
SAYISIZ KİTAP
ODTÜ’de hocalık yaptı, ben kursunu almadım. Bilkent Üniversitesi’nde de davetli profesördü. Harvard, Columbia gibi ünlü Amerikan üniversitelerinde ve Washington’da hocalık yaptı. Bildiğim kadarıyla Wisconsin’deydi ve bu üniversitede yerleşikti. ABD’de Türk öğrencilerin yetişmesine çok desteği olduğunu, bugün akademik çevrelerde bulunan bazılarının doktoralarını yönettiğini biliyorum. Tebliğ vermeyi, konferansları severdi. 100’ü aşkın makalesi vardır. Sayısız kitapları içinde en çok okunan ve benim de daha öğrenciyken okuduğum Türkiye’de demokrasinin tarihi üzerine yazdığı çok partili geçişi özetleyen çalışmadır. Bu zamanı için öncüydü.
96 YILLIK ÖMÜR
Sosyoloji ve yakın tarih üzerinde çeşitli dallara el atmıştır. Romanya gibi renkli bir ülkede doğup büyümesi onun Doğu Avrupa dillerini ve Fransızcayı benimsemesini de kolaylaştırdı. Bu vasfıyla literatürü de takip ederdi. Benim görebildiğim kadar ABD’deki Türk hocaların dışında Doğu Avrupa ülkeleriyle ve literatürüyle temas eden grubun içinde daha önemli bir yeri vardı. Neredeyse günü gününe olmak üzere 96 yıllık bir ömrü tamamlamış. Yarın İstanbul’da defnedileceği söyleniyor. Uzaktaki akademisyene Türkiye’nin aydınlarının yakın ilgi gösterdikleri görüldü.
Paylaş