Paylaş
KÜLTÜR Bakanlığı’nı oluşturan birimlerin içinde en fazla geleneğe yani maziye ve ağırlığa sahip olanlar müzelerdir. Ondan sonra da Devlet Tiyatrosu, Devlet Opera ve Balesi gelir. Belki artık orada olmayan Milli Kütüphane, kütüphaneler ve orkestralar da bunlara ilave edilebilir. Bunun dışında birçok birim yenidir, hepsi bu bakanlıkta birlikte yaratılmıştır. Bir zaman Milli Eğitim Bakanlığı’nın olan yayınlar Kültür Bakanlığı’na devredildi ve hiç şüphesiz ki memlekette yayın hayatının canlanması ve çeşitlenmesiyle bu birimden artık eski görevleri beklenmiyor. Bununla birlikte kendisine özel sektörün el atmadığı alanlarda çalışma yapması beklenir. Maalesef müzeler Kültür Bakanlığı’nda iyi günler yaşamadı. Bunun nedenleri var.
‘DEMEK VATANPERVERLER’
1977’li yıllarda merhum Ahmet Taner Kışlalı’nın kültür bakanlığı sırasında danışman ve çeviri eserler komisyonu üyesi olduğum zaman davetli olarak Kremlin Sarayı Genel Müdürü ve dört seksiyon şefi gelmişlerdi. Genel müdür Mikhail P. Tsukanov doğrusu bir misafir merakından çok bir yönetici, müfettiş edasıyla müzelerde birtakım hususları soruyordu. Ben de şaşırdım. Lakin sorduğu her husus da envanterden laboratuvar tetkiklerine kadar müspet karşılanıyordu. O da hayran kalmıştı. “Maaşları nasıl?” diye sordu. “Pek o kadar parlak değil” dedik. “Bizde de değil” dediler. “Pekâlâ bir emek madalyası veya mükafat veriliyor mu?” dedi. İşte burada yüzümüz kızararak “Hayır” dedik. Kremlin’in cevabı: “Demek ki sizinkiler çok vatanperver”.
Bu havanın Adana ve Uşak Müzesi olaylarından beri kaybolduğunun farkındayız. Siyasi lobicilik maalesef müzelerin alt katmanına kadar girdi. Buna karşılık Kültür Bakanlığı’nın bütçesi yüzde değil binde birdir. Üstelik de yönlendirici bir teşkilat kanunu hâlâ yok. Yeryüzünün en zengin arkeolojik mirası kaçak kazı yapan şebekelerle hazine avcısı kumarbaz ruh hastaları arasında paylaşılacak av gibi duruyor. Zaten çıkan eserlerin teşhir edileceği müzeler de ayrı bir vodvil. Genelde taşra müzeleri o bölgenin coğrafya kültürüne ve bulunan eserlerine uygun mimari yaratılar değildir. Mesela ilk büyük müzemiz (İstanbul Arkeoloji Müzesi) İstanbul Levanten olan Alexandre Vallaury’nin elinden Osman Hamdi’nin Lübnan’da bulduğu Sayda (Sidon) lahitlerinin benzeri bir şekilde tersim edilmiştir. Şimdi ise taşrada her vilayette müze dediğiniz birbirinin eşi manasız bir Bayındırlık Bakanlığı tersimidir ve içine girdiğiniz zaman orada neolitik devirden beri bulunan eserlerin yanında hiç gereği yokken mahalli halktan toplanan veya bağış olarak verilen tütün kesesi, büyükannelerin sandıklarından çıkan maramalar, şallar veya dedelerden kalma çakaralmazlar, tüfekler, rastgele sikke koleksiyonları bir arada bulunur. Herhalde eski çağlarla Selçuk, Osmanlı Türkiye’sini bağdaştırmanın ve devamı göstermenin yolu bu olmamalıdır. Buna olsa olsa benim tabirimle senkronik polüsyon yani eşzaman kirlenmesi tabiri kullanılabilir.
SAMSUN ARKEOLOJİ MÜZESİ
Yukarıda arz ettiğim manzaraya çok uyan bir kurumun da Samsun Arkeoloji Müzesi olduğu açık. Burada adı arkeoloji ve etnografya gibi toptancı bir isim taşıyor. Yeni kurulan üniversitelerin bazılarında da bölümler de arkeoloji ve sanat tarihidir. Sizin anlayacağınız dört yılda hitap ettiği zamanlar ve araştırma yöntemleri benzerden çok ayrı olan bu iki bilim nasıl bir arada okutuluyor, şaşılacak şey. Pek işe yaramadığını müzecilik hayatımda gördüm. Samsun’un ömrü kırk yıla yanaşan müzesi daha başlangıçtan büyük bir yük altındaydı. Bu zengin vilayette devlet bütçesi veya mahalli bağış yoluyla bir büyük ve orijinal müze hazırlanmak yerine müze yetersiz diye birkaç yıl önce kapatılıyor. Yeni müze inşaatı ise Kültür Bakanlığı’nda âdet olduğu veçhiyle “ödenek yetersizliğinden” yarıda kalıyor. Bu inşaatlar ve restorasyonların tümü için geçerlidir. Suçlusu şimdiki bakanlık değildir, böyle kurulmuştur, geleneğin zayıflığıyla ilgilidir.
BU İŞLER HERKESİ BAĞLAR
Antik Karadeniz’in ve ortaçağ Karadeniz’inin zenginlikleri tasnifsiz bir arada duruyor. İşin daha garibi etnografya bölümündeki yazma eserler de Karadeniz’in nemine açık. Anlaşılmayan kısım bu. Koca Samsun’da yazma eserler kütüphanesi yok mu? Kurmak çok mu pahalıydı? Arkeoloji müzelerine Osmanlı döneminin yazma eserlerini yığmak kimin aklına geldi bilmiyorum. Namık Kemal Zeybek Bey Ankara’da şeriye sicillerini merkezi bir yerde toplamak istediği zaman herkes çok kızmıştı. Meğer ne kadar haklı bir iş yapmış.
Bu işler Kültür Bakanlığı’nı aşıyor, önce Samsunluları, sonra bütün vatanı bağlar. Lazım olan bağış ve doğru dürüst müze ve kütüphane kurmaktır.
OSMANLI SARAY KUYUMCULARI
TOPKAPI Sarayı Müzesi dahilindeki darphane bundan yıllarca önce bu fonksiyonunu bitirip içindeki tezgâhların satıldığı ve bilhassa kayıtlar ayıklandığında, darphanenin çelebi personelinden muhasebe müdürü Timuçin Ginkök, oradaki defterlerin bir kısmını Seka’ya yollamaya kıyamamıştı. Düzgün kayıtlar, hoş kaligrafi ve ciltlerin mükemmelliği defterleri alıkoymaya sevk etti. Daha ilginci Amira sınıfından Düzyanların darphane amiri olmaları dolayısıyla kayıtlar dahi Türkçe olsa da Ermeni harfleriyle tutulmuştu.
19. YÜZYIL KATALOĞU
Türk meskukat tetkikleri içinde mümtaz yeri olan merhum Cüneyt Ölçer yakın çalışma arkadaşı Garo Kürkman’la celp edildi ve bu defterler değerlendirilmeye başladı. Garo, 1947 doğumludur. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği tahsis etti. Mesleğine has titizliği ve merakıyla nümizmatik ve sigilografi dediğimiz mühürler alanına el attı. 1969’dan beri Cüneyt Ölçer’le çalışması ona Ermeni Amira sınıfının ve patriklerinin mühürleri, darphane kayıtları ve nişan madalyalar üzerine tetkiklere sevk etti. Araştırma merakıyla kayıtların yönelttiği objelere de ulaşmaya çalıştı. Kendisini vesileyle Topkapı Sarayı Müdürlüğü sırasında tanıdım. Sarayın arşiv ve depolarında çalışmak kolay değil. Mevzuatın sıkılığı malum. Ama küratör arkadaşlarımızın bu alandaki anlayış ve yardımcılığını da takdir etmek zorundayım. “Osmanlı Saray Kuyumcuları (1853-1871)”, ustaları ve yaptıkları eserleri darphanede darp edilen madalyaları, gerek kıymetli taşlarla gerekse sadece metalin işlenmesiyle ortaya konan eserleri içeren ünlü bir eser olmaya namzet. “Osmanlı Saray Kuyumcuları”nın bu yıl yapılan baskısı Korpus Yayınları tarafından gerçekleştirildi. Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülmecid dönemlerindeki Darphane-i Amire kuyumcu odası imalat defterlerinin içindeki bilgilerin nerelere yöneldiğinin ortaya çıkışı, 19. yüzyıl kuyumculuğu için ilginç bir kataloğun ortaya çıkmasına sebep oldu.
KALICI VE YOL GÖSTERİCİ
Bu kitapta verilen önemli bir bilgi, bugün sarayın bahçesindeki darphane denen bina ki klasik dönemde Hünerveran atölyesiydi; kumaş, kuyumcu eşyası, demir işleri, marangozluk işleri ve hatta devletler arası hediyelerin hazırlandığı bölümdü. II. Mahmud’dan sonra darphane olarak tanzim edilmiştir. Bu Darphane-i Amire’deki kuyumcu odası denen merkezdeki çalışma sistemi, kayıtlar ve üretilen kuyumculuk eserlerin düzenli bir şekilde ortaya konuşudur. Böylelikle nişanlar ve madalyalar üzerinde daha önce hazırlanan katalogların asıl tamamlayıcı bilgisi bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Hatta nişanlar ve madalyaların kime ve ne kadara mal olduğu ayrı ayrı zikredilmiştir. Titiz araştırmacı olan dostumun bu eserinin kalıcı ve yol gösterici olduğunu belirtmek isterim ve hiç şüphesiz ki cömertçe baskısı yapılan mühürler, metal eşya ve kuyumculuk eserleri kitabın görsel değerini de arttırmaktadır. Yazarın bir arkadaşı kitabın baskısını desteklemiş. Korpus Yayınları, kitabın İngilizcesini de hazırlamış. Meraklılarına duyurulur.
Paylaş