Paylaş
GEÇTİĞİMİZ hafta internette önü arkası kesilmiş bir video yayınlandı. Celal Şengör’ün Azerbaycan’daki bir sohbetinin kısa bir kesiti alınmış. Celal’in konuşmalarını daha evvelden hazırladığını sanmıyorum. Daha çok doğaçlama konuşur. Böyle konuşmalarda her zaman yanlış deyim kullanılabilir veya ifade etmek istediğini abartabilirsin. Konuşmanın kaderi biraz da dinleyenin niyetine bağlıdır. Genellikle Türk basınında telefonla verilen demeçler eksik yazılır ve kıyamet kopar. O yüzden telefonla demeç verilmiyor. Konuşmanın dinlenen kısmıyla dinlenmeyen kısmına bakalım.
DAHA ACI BİR TECRÜBE
Bütün genellemeler gibi bu konuşmadaki genellemede de açıklar ve hatalar olabilir. Mesela, Osmanlı İmparatorluğu Fatih Sultan Mehmed’den sonra Rönesans’ı yakalayamadı değil. Bence bir duraklamadan sonra daha acı bir tecrübe yaşadı, geç yakaladı. Bu gecikme bütün Tanzimat Devri’nin girişimleri gibi Cumhuriyet’te de hissedildi. En acısı da Kemalist dönemin arkasından gelen devrin tam anlamıyla vurdumduymaz, meseleleri hasır altı edici, tembellik ve adam kayırmaya ön planda yer veren bir devir olmasıdır. Bu sürece sadece CHP devri değil, 10 yıllık DP devri de fazlasıyla dahildir.
EĞİTİM SEVİYESİ DÜŞTÜ
Bazı girişimler için iyi niyet yetmez. Fil de zücaciye dükkânına içerideki bazı şeyleri beğenerek, gözüne bazı şeyler hoş görünerek paldır küldür girerse böyle olur. Atatürk dönemi politikalarının arkası gelmedi, eğitimin seviyesi düştü. Öğretmen yetiştirme işini baltalayan parti sırf DP değil aynı zamanda CHP’dir.
Celal Şengör’ün konuşmasında Amerikan tipi eğitimin Türk insanını yükseltemeyeceğinin açık ifadesini gördüm, doğrudur. Liberal eğitim sözü ve mali bütçe yüzünden zengin eğitim kurumları yeterli değil. Amerika el’an Avrupa kültürünü ve düşüncesini aşabilmiş bir toplum değil. Eğer içinde bir kıpırdama varsa Avrupa’yı celbettiği ölçüde oluyor. Dolayısıyla herkese Avrupa’ya da bakın demek istiyor.
BÖYLELERİ ŞENGÖR’E KIZAR
Din ve ilim arasında muhtelif bağlantılar kuranlar dünyanın her yerinde var. Bu bağlantıyı müspet veya menfi yorumlayanlar var. “İslamiyet’e geç girdik, gelişmeyi kaçırdık” diyor. Tahkik edilecek bir konu. Tarihimizde Emir Timur ve Fatih devirleri var ama sonra bir durgunluk. 18. ve 19. asırda tekrar dirilme var. Bu dirilmede, teknik ve bilime ilgide ordunun payı yüksek çünkü ülkeyi savunma meselesi var. Ordu, Türk tarihinin itici unsuru. Sağdaki ve soldaki antimilitaristleri anlamak mümkün değil. Celal Şengör’e böyleleri de çok kızar.
JEOLOJİNİN NOBEL’İNİ ALDI
Celal Şengör, Fuat Köprülü’den sonra Rusya Bilimler Akademisi’ne seçilen ilk Türk’tür. Bu jeoloji dalındadır. Avusturya Bilim Akademisi için de aynı şey geçerlidir. Zaten jeoloji dalında Avrupa’da büyük ödül aldı (bu ödül jeoloji dalının Nobel’i demektir). Amerika Bilimler Akademisi, Avrupa Bilimler Akademisi ve Sırbistan Bilimler Akademisi üyesidir. Fransızcayı College de France’da ders verecek kadar iyi bilir. Rusça da bilir. Dünya onu tanır, hiçbir zaman da Teknik Üniversite’yi bırakıp gitmeyi düşünmez.
DİNLEMEYİ TERCİH EDİYORUM
Celal Şengör’ün aslında fazilet olan iki kusuru var, birisi ülkesini vazgeçemeyecek kadar çok sevmesi. İkincisi Teknik Üniversite’ye gençliğinden beri gönlünü kaptırması. Bu sevdası olmasa kendisini avlamaya çalışan çok yabancı üniversite var. Hem de şu sıralar âdet olduğu gibi “Ben siyaseten tehlikedeyim” diye yurtdışında iş arayanların girmeye çalıştığı üniversiteler değil. Adamı buradan kovalamayı düşünüyorsanız çok ayıp edersiniz. Söylediklerini iyi dinleyin, kıyamet koparmanın hiçbir anlamı yok. Bu memlekette benim de tasvip etmediğim birtakım görüşler var. Türkiye aleyhinde söylenen haksız laflar, üstelik bunlara katılanlar var, kıyameti koparmıyorum, dinlemeyi tercih ediyorum.
ONUN GİBİSİNİ TANIMIYORUM
Celal Şengör mesleğinde derin tahlilleri olan bir bilgin. Gerçi bilginler her şeyi biliyor demek değil. Her genellemede bir açık olabilir. Bunun cevabı kahvehane çığlığı olmamalı. Her şeye rağmen Türk bilim tarihini, Türkiye kütüphanelerinde, yazma eserler arasında onun kadar takip eden bir Türk doğabilimcisi tanımıyorum. Fuat Sezgin gibi aynı şekilde zamanında dışarı kovalanan bir hocayla en çok o mesai halindeydi. Kâzım Çeçen Hoca’yla en çok teşrikimesai eden profesörlerden biri. Fuat Köprülü ve Halil İnalcık Hoca’ya kasideler döşenecek kadar hayran. Hangi hak ve salahiyetle istemediğimizin sesini kısmak niyetindeyiz, anlayamıyorum. Ya dinlemezsiniz ya da cevap verirsiniz.
BÜYÜCÜ ÇIRAĞI YAKLAŞIMI
ALMAN medyası, bilhassa basın ve yayın organları bir müddettir Türkiye’ye karşı tarih üzerinden taarruzda bulunuyor. Bu tezlerin bazıları bizdeki hükümet partisinin saflarındaki tek parti CHP’si suçlamalarından farklı değil. Neyin ne kadar doğru olduğunu açıkça araştırmak gerekir. Yurtdışında kurulan ve amatörlerin etkin olduğu sözlü tarih fonu gibi kaynaklardan beslenen bilgilerden yola çıkarak bir dönemin tarihini anlamak her zaman mümkün olmuyor. Nihayet tarih malzemesini ve geçmişi günün aktif siyaseti ve yeni çatışmalar için kullanmak doğru bir yaklaşım değildir. Bu yöntem çok tehlikeli bir büyücü çırağı yaklaşımıdır.
Hele ki Nazi devrinin sadece Almanya’da değil 1945’e kadar bütün işgal edilen ülkelerde tatbik edilen Holokost operasyonlarını bütün insanlığa, bütün ülkelere ve tarihe yaymak çok çirkin bir ideolojik stratejidir. Herkesin bu kaynaktan gelen telkin ve gayriciddi tavra dikkat etmesi gerekiyor. İleride bu konuya tekrar döneceğiz.
ÖNEMLİ BİR SINAV
ŞEMSİPAŞA Camii, büyük mimarımız Mimar Sinan tarafından tamamen sahilde, rüzgâra açık bir mevkide kuruldu. Ünlü vezirlerin çift minareli camilerinin aksine bir küçük pandantiftir ve o sıcak yapının içerisinde bir medrese ve vezirin türbesi bile bulunur. Rüzgârın bu çıkıntı burunda sert olması yüzünden kuşların gerçekten de pek sevdiği bir mekân değildir. Asırlar bu mücevherin denizle bağlaşımını ve arkadaki Üsküdar’dan ayrılmış köşedeki halini değiştirememişken geçtiğimiz yıllarda caminin önünü kazık çakarak doldurmaya, çayhane vs yapmaya kalktılar. Eleştiriler üzerine durmuş gibiydiler. Söylentilere göre tekrar bir hareketlilik varmış. Bakalım, yeni İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız ne yapacak, bu edepsizliği tasdik mi edecek yoksa mâni mi olacak? Bunun önemli bir sınav olduğunu düşünüyorum.
Paylaş