Paylaş
ARAPÇA ‘haram’ yasak kelimesinden gelir. Hiç şüphesiz eşlerin, aile üyelerinin girebileceği bölüm sırf sarayda değil, normal bir evde bile ‘Harem’ diye bilinir. Erkeklerin oturduğu, gelen misafirleri karşıladığı bölüm ‘selamlık’tır. Topkapı Sarayı’nın Harem bölümü şaşılacak bir gerçek ama 16’ncı asrın eseridir. Saray’ın en çok duyulan, konuşulan, bir yandan da en çok ama en yanlış bilinen yeridir. Çok kişinin sandığının aksine, Harem, Osmanlı’ya has bir kurum değildir. Üniversaldir.
MİMAR SİNAN YAPTI
Hürrem Sultan o vakte kadar bütün hanedanın kadın mensupları, cariyelerle birlikte bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin olduğu eski Saray’da oturduğundan bu uzaklıktan rahatsız olmuş ve Muhteşem Süleyman’ı “Birlikte olalım, saraya taşınalım” diye ikna etmiştir. Padişahların bütün gün oturdukları, çoğu zaman geceyi de geçirdikleri Topkapı Sarayı’nın Harem bölümünü de Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan yapmıştır. Topkapı’daki büyük mimarın tek eseri de budur. Şurası bir gerçek ki; sarayın simetrik planını bozan ve her şeye rağmen dar bir yapıdır. ‘Valide Sultan Dairesi’, Harem’in reisi olan padişah annesinin bölümüdür ve fazla geniş değildir. ‘İkbal’ yani gözde ve hasekilerin oturduğu bölüm ise küçük odalardan oluşurdu. Saraylı kızlar, ‘kırk merdiven’ denen alt bölümde yatar kalkarlardı.
YEMEK PİŞİRİLMEZDİ
Harem’de yemek pişirilmez, mutfaklardan gelen yemekler Harem’in girişinde bir taş set üzerine bırakılır, dağıtılan yemek yendikten sonra kaplar temizlenerek gönderilirdi. Saray’ın kuşhane kapısı denen Dîvân-ı Hümâyun’un hemen arkasındaki girişte “Nice hayırlı kapılar açan Allah’ım; bize de hayırlı kapılar aç” mealinde bir ibare vardır. Muhteşem çinilerle kaplı bu duvarlarda, Osmanlı hat sanatının en iyi örnekleri de yer alır. Gerçek şu: Harem’de okuma-yazma oranı çok yüksektir. Hatta birçok cariye hizmetinde oldukları pek kabiliyetli olmayan bazı şehzadelerden daha iyi okuma-yazma bilirdi. Girişte ‘Haremağaları’ yer alır. Darüssaade Ağası’nın dairesi ise daha yukarıdadır; orada bir kitabet ve muhasebe dairesi de vardır, çünkü Darüssaade Ağası sadece Harem’in asayişinden sorumlu hizmetleri yerine getirenlerin reisi olmayıp, aynı zamanda Padişah ve Valide Sultan adına Haremeyn vakıflarını (Mekke-Medine’deki vakıflar) da yönetirdi.
BAŞKA YERLERE BENZEMEZ
OSMANLI’da ırsi aristokrasi yoktu. Olanlar çok erkenden kazındı, bitirildi. Bu kızlar kendileri gibi devşirme olarak dört bir yandan gelen Enderunlulara ve imparatorluk görevlilerine eş olacaktı. Yetişmeleri bunun içindi. Herkesin padişahla beraber olması zaten mümkün değildi. Devletten ve hükümdardan başka birisini tanımayanların yalnızlığı ve sadakati sistemin esas unsurudur. Bu sistemin başka hiçbir yerde, hiçbir zaman yaşaması ya da model olması mümkün değildir. Eğer saltanat yaşasa bile eriyip gideceğine şüphe yoktu. Nitekim Tanzimat’tan sonra ve bilhassa II. Meşrutiyet’te harem ağalarının rütbe ve yetkileri düşürülmüş, sayıları hayli azalmıştır.
Şurası biliniyor; harem kadınları içinde herkes padişahın gözdesi ve hasekisi olmadığı gibi çırak çıkarılarak yani evlendirilerek de gitmemiştir. Bazıları istekleriyle orada kalmıştır. Bunlar valide sultanın hazinedar ustası başta olmak üzere, Harem’deki memur kadınlardır. Bazılarının Cumhuriyet’ten sonra Topkapı Sarayı’nda memur olarak kaldığı bile malum ve onlar iyi memurlardı. Harem basit insanların fantezisini süsleyecek bir mekân değil; zaten Topkapı Sarayı muasır saraylara pek benzemeyen güzel, kıymetli eserlerin bulunduğu, sınırlı kullanılan bir mekândır. Katı bir hayat hem Harem’de hem de Enderun bölümünde esastı.
AHMAKLAR YÜKSELEMEZDİ
SARAY’da sert bir disiplin vardır. Kızların kavgacılığı, muzır dedikoduculuğu, hele hafif tertip de olsa hırsızlıkları affedilmez, cezalandırılırdı. Saray adabına dikkat edilmesi gerekir, okuma-yazma, yeterince dini bilgi, dikiş-nakış, sofra hizmeti, musiki ve raks öğretilirdi. İçlerinde hattat olanlar hatta Hürrem Sultan gibi şaire olanlar da vardı. Zeki kız çocuklarıydı. Harem, ahmak bir insanın yaşayabileceği ve yükseleceği yer değildi. Harem kadınlarının ve padişah kızları olan sultanların kendine has bir marifeti vardı. II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu hatıralarında (Babam Sultan Abdülhamid) anlatır; sürgündeyken cama nakış işleyerek para kazanmış ve çocuklarını okutmuştur. Zira hanedan mensuplarının Avrupa bankalarında hesabı yoktu.
KORKMA
İSMAİL Küçükkaya kendini yetiştiren ve yenileyen bir gazeteci. Donanımlı olarak gelip basının hengâmesi içinde eriyenlerin aksine kendi gayretiyle ayakta durmayı bildi. Muhabirlikten başladı, Akşam gazetesinde genel yayın yönetmenliğine, SkyTürk yöneticiliğine kadar çıktı. Hükümetle peşin peşin kavgaya girişmedi ama bir noktadan sonra dayanamadı, ters düştü. Şimdi Fox TV’de çok izlenen ve beğenilen sabah programlarını yapıyor. Küçükkaya’nın son kitabının adı ‘Korkma’. Kendi basın hayatını naklediyor ve medyanın kritiklerini de yapıyor. Bu tip meslek raporlarının izlenmesi gerekir. En çok etkilendiğim bölüm: ‘Annelerimiz’.
ÇANAKKALE PROGRAMI
HABERTÜRK’te Yeni Bakışlar programında 101’inci yılında Çanakkale Savaşları konuşuldu. Nevzat Çiçek yönetiyor. Değerli konuşmacılar var ama ‘yeni bakış’ demek uçlarda gezmek olmamalı. Tarihi yapan bir kuşak için en büyük talihsizliğin kendisinden sonrakilerin dünyadan bihaber konuşan ve yazanlar olduğu açıktır. Yeni Türkiye’de bazı unsurların yaptıkları ‘destructive’ tarih yani yaşananları tahrip eden, asılsız yorumlardır. Mesela siperlerde içki içildiğini hatta nargileyle birlikte afyon çekildiğini söylüyorlar. Ekmek kadar votkanın da önemli olduğu Rus ordusuyla bizim iaşe meselesi karıştırılmış olmalı. Belge melge hak getire. Milyonlarca insanın izlediği programlarda biraz daha dikkatli olmalı, insanlarda verilen uç örnekleri genelleme hastalığı var.
Paylaş