Paylaş
TÜRKİYE 1980 darbesinde üniversiteleri düzenleme safhasına girdi. Bu düzenlemenin olumsuz ve şüpheci bir yaklaşımla başladığını belirtmek gerekir. Darbeyi yapan komutanlar heyeti yurt düzeyindeki anarşinin itici gücü olarak kesinlikle üniversiteleri görüyordu. Oysa şurası bir gerçek: 1973’ten sonra üniversitelerin yönetimi ve öğretim üyeleri talebeyle birlikte siyaset yapmak eğilimini kesinlikle terk etmişler ve hatta eski solcu profesörler, devrim yapmak isteyen öğrencilerin provokatör olduğunu söyler olmuşlardı.
Herkesin müştereken çekindiği diğer gruplar da sağcı, ülkücü gençlik ve ‘Akıncılar’ denen Müslüman öğrenciler birliğiydi. Birincisi dernekler statüsüyle faaliyet gösteriyordu; arada ilgi olsa da ‘Hiçbir partiyle bağı yoktur’ söylemi içindeydi. İkincisi ise resmen kurulmuş bir dernek değildi.
KİMSE YÖK’E DOĞRAMACI KADAR HÂKİM OLMADI
Üniversite yönetimi ve profesörleri suçlamak kolay teşhisti. “Asıl sorun düşük üniversite sayısındadır” dendi. Zaten bir müddettir Ankara Üniversitesi, Elazığ’da bile kuruluşa geçmişti. Bu faaliyet hızlandı, kapatılan eğitim üniversitelerinin yerine ‘Eğitim Fakülteleri’ kuruldu.
YÖK birleştirici bir organdı. Başkanı da Prof. İhsan Doğramacı’ydı. Şurası bir gerçek: Ondan sonra hiç kimse YÖK’e ve üniversitelere onun kadar hâkim olamadı. Ama reform hızlıydı ve ne sağdan ne soldan kimse bundan memnundu. Aksaklıklar da birbiri ardına geliyordu.
Üniversitenin anarşiden uzak çalışıp, bilim yapabilmesi için vakıf üniversitelerine sarılmak da Doğramacı’nın fikridir. 20 Ekim 1984’te Bilkent Üniversitesi’ni kurdu. Beklentilerin aksine içinde tıp fakültesi yoktu. Mühendisliğe, biyolojiye, genetik araştırmalara, bilgisayar eğitimi ve iktisat bölümüne ağırlık verdi. Kurduğu kütüphane halen örnek bir üniversite kütüphanesidir. 1993’te Koç Üniversitesi, 1994’te Sabancı ve Bilgi Üniversitesi onu izledi. Bilkent’in standartları dünya üniversitelerine de uygundur. Koç ve Sabancı da onu izliyorlar. Ankara’da kurulan Başkent Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi ün yapanlardandır. Yeditepe Üniversitesi Tıp Bölümü aynı durumdadır. Bununla beraber, hepsi üzerinde ayrıntılı rapor vermek mümkün değildir.
TAŞRADAKİ ÖĞRENCİLER İMKÂNSIZLIKLAR İÇİNDE
Bugün sayıları 200’e yaklaşan üniversiteler içinde vakıf üniversiteleri öğrencilerin sadece yüzde 10’unu barındırıyor. Kalan yüzde 90 ise mesela İstanbul’da sayıca daha az olan devlet üniversitelerindedir. Uluslararası başarı listesinde yine eski devlet üniversiteleri başta yer alıyor ama bunlar zaten seçkin üniversite olarak kurulanlardır. Maalesef üniversitelerimiz seçkinci eğitime önem vermiyor. Zeki ve yetenekli öğrenci öbürlerinin arasında kaybolup gidiyor. Ne çalışma, ne barınma, ne kütüphane ne de spor imkânları bu gibi öğrenciler için yeterli. Oysa zekâ ve kabiliyet bir tabiat vergisidir. Toplum bu hazinesine dikkat etmek durumundadır.
Türk toplumu yavaş yavaş üniversiteye çocuk göndererek ona parlak istikbal hazırlamanın mümkün olmadığını anlıyor. Hatta yurtdışı üniversitelere çocuğunu gönderenler bile bu yatırımdan gereken sonucu sağlayamadıklarını görünce daha dikkatli olmaya başladı. Üniversite eğitimimizin altyapısı noksandır. Üniversiteler için zengin kütüphane halen bir hayal, birçoğunda yeterli sanat ve spor yapma tesisleri yetersiz. Asıl feci durum taşra üniversitelerindeki öğrencilerin hali... Onlar devlet ve üniversite yurtlarından mahrum, insafsız ev sahiplerinin eline bırakılıyorlar. 1982 reformunun 35’inci yılında bu bilançonun dehşeti hissedilmeli. Şüphesiz ki az oranda başarılar da var ama bunlar başarısızlıkların gölgesinde kayboluyor.
Mezun olanların gördükleri eğitimle nerelerde üretime katkılarının olacağı, istikballerini nasıl sağlayacakları ise en az düşünülen ve kontrol edilen unsurlar arasında. “Bu iş rekabetle halledilir” demeyin, rekabet sıhhatli ve güçlü koşucular arasında olur. İmkânsızlıklarla bilhassa sosyal bilimler dalında rastgele kurulan bölümlerle yapılan yarış rekabete pek benzemiyor.
ÖĞRETİM ÜYELERİNİN GARANTİSİ YOK
VAKIF Üniversiteleri Kanunu bu üniversitelerin kâr amaçlı çalışmasını yasaklar. Kuruluşlarının YÖK’ün tasdikinden geçmesi gerekir ve denetime tabidirler. Ayrıca bir garantör üniversitesi ile ilişki içinde olmaları gerekir ki üniversite kapatılırsa talebeler oraya nakledilebilsin. Öğretim üyeleri için böyle bir koruma söz konusu değil. Kapanma ve kapatma olayları görülmektedir ve bu kurum mekanizmasının işleyişi ortadadır.
BAHARDA BARCELONA
Barcelona’yı gezmek bir eğitim faaliyetidir. Gerçek Avrupa’yı ve Akdeniz’in modern uygarlığını tanımaktır. Avrupa’nın kültür mirasını bu denli iyi koruyan bir şehir daha bulmak zor.
BARCELONA hiç şüphesiz Avrupa’nın en Avrupalı başkentidir. Binalar 19 ve 20’nci yüzyılın dönemecinden ‘Art Nouveau’ denen üslubun en güzel örnekleri...
Barcelona tarihi mirasını en iyi koruyan başkent. Ama bu sadece maddi kültür mirası dediğimiz binalara, resim ve heykele veya çevreye mahsus değil. Barcelona halkı örneğin Avrupa’nın müzik mirasını da iyi koruyor. ‘Liceu’ ya da asıl adı ile ‘Gran Teatre del Liceu’ denen opera binasında Wagner operalarına kadar her şeyi takip etmek mümkün. ‘El Palau de la Música’ akşamları, hafif müzikten klasik müziğin lied konserlerine kadar her türlü programı içeriyor. Barcelona’nın yaşlı nüfusu da müziğin ve hayatın içinde. Tango gecesi düzenleyen bir müzikholün önünde yaş ortalaması 60 olan çiftlerin kuyruğunu görüyoruz.
MEYVE-SEBZE HALİ BİLE BİR LEZZET MERKEZİ
Yiyip içmek açısından da Barcelona Avrupa’nın en iyilerinden. Bu sadece zengin restoranlar için değil, meyve-sebze halinde de aynı tadı yaşıyorsunuz. Civardaki yakın köyler her türlü deniz mahsulünün, sebze ve etin en güzel şekilde hazırlandığı lokantalarla dolu. Katalunya, Pablo Picasso’nun, 20’nci yüzyılın halen en çok tartışılan sanatçısı Salvador Dali’nin ve mimar Antoni Gaudi’nin ülkesi. Mimarinin, resmin ve müzik eğitiminin halen en çekici merkezlerinden biri. ‘Milli Sanat Galerisi’ dünyanın en ünlü müzelerinden. Şehir temiz, insanlar dikkatli, kıyılar koruma altında. Barcelona’yı gezmek bir eğitim faaliyetidir ve gerçek Avrupa’yı ve Akdeniz’in modern uygarlığını tanımaktır.
KATALANLAR AKDENİZ’İN EN DENİZCİ HALKIYDI
İSPANYA tacıyla her zaman münakaşalı bir birlik içindeki Katalunya’nın tarihi İspanya’nınkinden farklıdır. Evvela, Arapların fetih dönemi o bölgede kısa sürdü. Buranın insanları, ortaçağların en denizci ve Akdeniz’in uluslararası ilişkilerde en kabiliyetli halkıydı. Örneğin merkezdeki sokaklardan biri ‘Consulate del Mare’ ismini taşıyor. Hakikaten de konsolosluk kurumunu icat edenler, İtalyanlar ile birlikte Katalanlardır. Yavuz Sultan Selim Han Mısır’ı fethettiğinde, Avrupalı tüccarların temsilcisi olarak Katalan konsolos Memluklardan aldıkları imtiyazları ona da tasdik ettirdi. İlk ticari kapitülasyonlar bunlardır.
DİL ÇATIŞMASI
İspanya’yla Franco döneminden beri soğuk bir ilişki olduğu malum. Katalunya bağımsızlık istiyor ama hepsi değil. Bölgede İspanyol kökenli kalabalık bir işçi sınıfı var. Bu zümre bilhassa eğitimin Katalanca yapılmasından dolayı çocuklarının geleceği için endişeli. Katalan dilini yedi milyon insan konuşuyor. Sardunya Adası’nda bile Katalanca konuşan bir azınlık var. Mutlaka güzel bir kültür dili olduğu açık ama dil çatışması İspanya ve Katalunya’yı da sarmış vaziyette.
Paylaş