Paylaş
BÜYÜK Önder’in naaşı Ankara’ya nakledilirken bir Alman mülteci mimar Etnografya Müzesi’ndeki katafalkı yapmakla görevlendirildi. Bu mimarın ismi Bruno Taut’tu. Alman mimarın yetiştiği ortama bir bakalım. 4 Mayıs 1880’de Königsberg’de doğmuştur. Königsberg’in Emmanuel Kant’ı misafir etmekten öte bir şöhreti yoktur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etraftaki kehribar madenleri yüzünden Stalin’in burayı Rusya’nın zimmetine geçirdiği söylenir. Şöhretli olmamakla beraber, her halükârda orijinal bir bölgedir. Yahudi bir ailenin çocuğu olan Taut’un tahsili pratiğe yönelikti. Teknik lisede okudu. Almanya Mimar Akademisi’nde kariyer yapmadı ama hocalık yaptı çünkü başarılı bir tasarımcıydı. Berlin onun eserleriyle doludur.
Savaştan sonra barışı tutan görüşleri ve Sovyet Rusya’daki yeni yapılanmayı mesleği açısından önemli gördüğünden oraya gidip bir süre yaşadı. Bu ilk ziyaret onun ileride Naziler tarafından ‘Kültür Bolşeviği’ olarak anılmasına ve imha listesine konulmasına neden olacaktır. İlk etapta Almanya’dan kaçıp Japonya’ya sığındı, bu dönemin onun mimarisinde sade nitelikli Japon eserlerinin güçlü etkisini yarattığı açıktır.
BİR AKADEMİK AZAMET HAVASI
Şahsen, ikamet ettiğim üç yerden çok memnunum. Birincisi, kısmen ortaokulu, ardından da liseyi okuduğum Ankara Atatürk Lisesi. Bu bina, Bruno Taut’un mimarisinde sadelik ve fonksiyonun ne kadar güçlü ortaya konduğunu gösteriyordu. Daha da önemlisi, binanın girişindeki salonun, insanın sıradan bir dünyaya girmediğini her zaman için anlatmasıdır.
Yine okuduğum hatta çocukluğumdan beri yakından tanıdığım Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin her köşesi, koridorların ışığına ve hatta iç galerilerde bazı heykellerin teşhirine kadar hesaplanmıştır. Merdivenleri ise bir akademik azametin, adeta ‘Walhalla’ya girip çıkan tanrıların havasını verirdi. Ortaköy Emin Vafi Korusu’ndaysa yine Taut’un Japon pagodası tarzındaki evinin komşusu oldum.
KATAFALKI HAZIRLARKEN HASTALANDI
Bruno Taut Türkiye’deyken çalışmalarını bazı politikacıların desteğiyle gerçekleştirebildi ama Sovyetler Birliği’ne de dönmek istiyordu. Bazı tenkitlerini insanlar tutmamış olabilir. Pahalıya mal olan ve fonksiyonel olmayan Stalin barokunu çok tenkit etmiş olmalı. Hocalık yaptığı güzel sanatlar atölyesindeki eğitimi de aynı şekilde beğenmiyordu. Bununla birlikte Türkiye’ye önemli bir mimari ders kitabı bıraktı. Eserlerinin yanında bu kitap en önemli katkısıdır.
Kasım ayında katafalkı hazırlarken koşuştu, terledi ve üşüttü. Zamanında zatürree korkunç bir hastalıktı. Kalp rahatsızlığı geçiren Taut, 24 Aralık 1938’de İstanbul’da vefat etti. Türkiye onu Edirnekapı Şehitliği’ne defnetti. Kendine bağlılık gösteren bir mülteci mimara bu yakınlıkla cevap vermek şüphesiz ki bir âlicenaplıktır.
BİR İMPARATORLUK SADECE ANILARLA YAŞAMAZ
GEÇEN hafta toplanan ‘2’nci Uluslararası Osmanlı Coğrafyası Arşiv Kongresi’ Osmanlı mirasının çözüm bekleyen konularını ele alması açısından son derece pratik bir işlev gördü.
Kongrede 44 ülkeden 300’e yakın misafir dinleyici ve bürokrat temsilci bulunuyordu. 70’in üzerinde yabancı meslektaş ve onun kadar da Türk bilim insanı tebliğlerini sundu.
Bu kongrenin bir özelliği var: Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalan devletlerin arşiv ve kadastro görevlileri -ama bunların içinde de tarihi kayıtları tutmaktan sorumlu olanlar- bir araya geliyorlar ve doğrusu imparatorluğun arazi tahriri, mülkiyet meselesi, bununla ilgili mahkeme kayıtları tarihçiler tarafından ele alınıyor. Bilhassa mülkiyetle ilişkili mahkeme kararlarında davayı takip eden şahitlerin -bunlara ‘şuhudü’l-hal’ denir-, kayıtların ve isimlerin yerine göre Rumca yazıldığı da oluyor. Evgenia Ünal’ın tebliğinde bu görüldü.
ARAZİ MESELELERİNİ ÇÖZMEK ÇOK GÜÇ
Osmanlı İmparatorluk yönetiminde arazi ve vakıfların sınıflandırması ve yönetimi oldukça ilginç bir konudur. Zamanı için pratik ve hadisesiz bir çözüme bağlanmıştır. Çözülmesi 17 ve 18’inci yüzyılda başlar. 19’uncu yüzyılda ise arazi sistemi ve kanunnamesi ile yeniden düzenlenmiştir.
Geç sanayileşen imparatorluğumuzda tarım topraklarının gerek vakıf, gerek devlet, gerekse şahıs elinde bulunanları vardır; dergâhlara ve manastırlara ait olanların her biri ayrı eldedir ama kayıtlarının bir yerden izlenmesi mümkündür. Bu kayıtlar bugün hem bizde hem de imparatorluktan ayrılan ülkelerdedir. Lakin günümüzün arazi davalarında halen ciddi problemler vardır ve Osmanlı kayıtları herkes için çok önemlidir. Bu kayıtların mahkemeler ve bilirkişiler tarafından kullanılmasında da bazı sorunlar vardır. Onun için tarihçi ve hukuk tarihçisi uzmanların bu gibi toplantıları çok önem arz ediyor.
Bu toplantıların tebliğlerinin hızlıca derlenmesi ve basılması halinde yararlı olacağı açık. Zaten komşu devletlerin arşiv ve kadastro yetkilileri de artık Ankara ve İstanbul’la sıkı ilişki içindeler. Bir imparatorluk sadece hatıralarla yaşamaz. Mirası her an olumlu, olumsuz yönleriyle ortadadır ve çözüm bekler.
Paylaş