Paylaş
Son kriz beslenme konusunda çıktı. Hakikaten bazı öğrencilerin üniversitede ucuza veya belki de krediyle verilen bir öğün yemeği bile gözden çıkarma lüksü yok. Artık eskiden olduğu gibi buralarda sözde tahsil diye sürüneceğinize bir işe girin dahi diyemiyoruz. Öyle bir imkân da azaldı. Bu yazı kimseyi suçlamak için kaleme alınmıyor. 88 bin kişilik bir öğrenciyi yönetecek pehlivanlar grubu nerede bulunur ki? Bu rakamı izleyen üniversitelerde maalesef yine Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, İzmir Ege Üniversitesi (65 bin), Hacettepe Üniversitesi’nin (32 bin) öğrenci sayısı çoktur. Ama asıl feci olanı İstanbul Teknik Üniversitesi gibi seçkin hoca, öğrencilerin istendiği ve gelişmekte olan Türkiye sanayiinin ihtiyacını karşılayacak kurumun 47 bin öğrenciyle doldurulmasıdır, planlama ucuzluğunu anlamak mümkün değil. Bu gibi kurumların birbirlerine göre bütçelerinde de denklik yok. Çok olandan az olana verilir gibi bir zihniyete de saplanmayalım. Bütün yapılacak iş, artık yüksek tahsilin Türkiye gençliğinin karnını doyurmayacağının anlaşıldığı şu dönemde, daha ciddi ekonomik verilere dayanan planlama yapılması.
Büyük üniversite demek talebe sayısı çok olan demek değildir. Kütüphane sayısı ve kitap adedi, laboratuvar kapasitesi, öğretim üyesi sayısı, spor tesislerindeki imkânlar sayıca ve hacimce yüksek olan, yurtların yeterli sayıda olup kolayca hizmet verdiği üniversite demektir. Böyle bir anlayış Türkiye’de çok az üniversitede var. Allah nazardan saklasın, galiba bu şemaya en yakın olan devlet üniversitesi ODTÜ ve özellik de Bilkent’tir. İnşallah şimdi onların da üstüne yüklenmeye kalkamazlar; çünkü ODTÜ dahi aslında kuruluşundaki ideal sayının üstüne çıkmış durumda. Lütfen kontenjanları arttırma esnaflığından vazgeçin. YÖK “dolmuş kalkıyor” gibi kontenjan düzenleyemez.
SESSİZ KALMAK MÜMKÜN DEĞİL
İRAN misillemeyi, ilk elde Irak’taki Amerikan üslerine yöneltti. Ardından gelen trajedi malum. Hazin bir tecelli.
ABD Başkanı Donald Trump’ın misilleme için tespit ettiği 52 noktanın içinde gerçekten ciddi kültürel miras noktaları var. İnsanın sessiz ve ilgisiz kalması mümkün değil, maalesef bu konuda blöf yapılıyor diyemeyeceğiz. Irak’ta Samara’nın tahribi, Bağdat Müzesi’nin başına gelenler ve daha nice eserlerin üstelik de arkeoloji ve müzecilikte öncülük iddiasındaki bir ülkenin silahlı kuvvetleri tarafından yapılması çok dramatik. Burada ilk anda bilgisizlik ve koordinasyon bozukluğuna hükmedilebilir ama bir grup tarafından gerçekleştirilen tertibin kokusu çok çabuk çıktı. Bazı noktaları onların dediği gibi yağmacı halkın değil daha örgütlü kişilerin yaptığı anlaşıldı. Mescid-i Cuma’nın (İsfahan-Selçuklu devri) Tebriz’deki bazı eserlerin başına gelebilecekler medeni dünyanın kâbusu. Nasıl bir liste olduğu bilinmiyor. “Herkes Persepolis var mı?” diye soruyor? “Tahran’daki İran Bastan Müzesi var mı?” diye soruyor. “Yezd’den ne haber?” deniyor. Dünya artık eskisi gibi değil. Amerikan entelektüellerinin tarihçi ve sanatçılarının imzaladıkları karşı bildiri de tehlikeyi yansıtıyor. Bazı konularda herkesin ama en başta komşuyla da iç içe geçen tarihin sahibi olarak bizim çok uyanık olmamız gerekiyor. Bazen çılgını engellemenin yolu soğukkanlılık, uzlaşma ve görüşme çabalarını desteklemek olmalı.
YERLESME KANALDAN ÖNCE OLACAK
ANADOLU’dan telefon ediyorlar. “Kanal İstanbul’la ilgili buraya gelip konuşur musun hocam?” diye soruyorlar. Tabii ki “Hayır” diyorum. Anadolu, kanalla yatırım ve spekülasyon için ilgileniyor. Teknik bakımdan bunun üzerinde söz söyleyecek ben değilim. Hoş söyleyenlerin de birbirini tutan laflar ettiklerini görmedim. Celal Şengör’ün dışında orayı tanıyan adam yok diyorlar, doğru görünüyor. Hazırlanan raporlar henüz yayınlanmıyormuş. Niye?
İstanbul Boğazı’ndan geçen devletler bilhassa Karadeniz’e ait olanlar ve Karadeniz’e gelen yabancı bandıralılar Avrupa limanlarının pek istemediği garip sefineler. Personeli üçüncü sınıf. Disiplinsizlikleri malum ve yaptıkları kazalar da ortada. Ne var ki Montrö’nün hükümlerine göre buradan serbest geçiş hakkı olanlar kanalda istenen bedeli ödemezler. Ciddi deniz hukukçularımızın (ki bir elin parmakların geçmezler) raporlarının alınması, düşünülmesi ve tartışmaya açılması lazım. En mühim sorun Kanal İstanbul’un müşterisi ABD Bahriyesi olacak. Çünkü onlar Karadeniz devleti değil ve harp gemileri çok fazla büyük. Kanaldan geçip Romanya’daki garip üslerine demirledikleri vakit Rusya ne diyecek? Rus diplomasisi daha işin başında ortaya çıkıp yıpranmaz, aş pişmişken ortaya çıkıp su katar. Bu Paris Konferansı’ndan (1856) beri Rusya’nın çok akıllı bir yöntemidir.
‘ORAYA NASIL GİDERİZ’
Bütün bunlar bir yana kanalın etrafında yerleşmenin, inşaat için gerekli geliri sağlayacağı söyleniyor ama buna rağmen bu nasıl bir yerleşme olacak belli değil. Anadolu’daki insanların kanalla ilgileri coğrafya meraklarından değil, buradan nasıl kaçar da oralara yerleşiriz ve arazi spekülasyonu yaparız diye ilgileniyorlar. Anadolu halkı ziraatın külfetinden bezdi. Karadeniz vilayetlerinde Araplara satılan arazilerin geliri pek açık ki böyle yerlere yöneliyor.
Sonuç ortada, Trakya ortadan kalkacak. Sadece zirai yapısı değil, halkı da. Türkiye kocaman bir ülke. Trakya oranın halkıyla hoştur, Ege Egelilerle hoştur, Antalya Antalyalılarla, Çukurova Çukurovalılarla, nasıl ki Karadeniz kendi halkıyla olduğu gibi...
Oradan oraya büyük nüfus kitlelerini salmak, bir karmaşa yaratmak, bir ülke için hoş bir görünüm ve nüfus yapısı ortaya çıkarmaz. Bunların üzerinde durmak lazım. İstanbul üzerinde nasıl bir plan yapıldığını bilmek de herkesin hakkı çünkü bu ülke herkesin.
Paylaş