Paylaş
Kıbrıs Adası’nın çok eski çağlardan beri kendi bakır madenleriyle Akdeniz denizciliğinin ve ticaretinin önemli bir konusu olduğu malumdur. Yapılan kazılardaki buluntular, Girit Miken medeniyeti kadar olmasa da Kıbrıs’ın Akdeniz’de çok özgün bir bölüm olduğunu gösteriyor. Hititler devrinde de (Alasya), Fenikelilerin ticari kolonileşmesi devrinde de Kıbrıs’ın önemi değişmemektedir. Helenistik dönem ve Roma devrinde Kıbrıs, Akdeniz’in içdeniz trafiğinde (seyrüsefain) yine aynı öneme sahiptir. İslam ve Bizans devrinden sonra Venedik’in burada yerleşmesi Kuzey Afrika’da hâkimiyet kuran ve Suriye-Filistin kıyılarına yerleşen Osmanlılar için büyük bir rahatsızlık unsuruydu. Girit’ten evvel Kıbrıs’ın fethi bu yüzden gerçekleşti. Fetihten sonra Kıbrıs, Türk tarihinin en sağlam belgesel tarihine sahiptir. Türk nüfus daha çok Toroslardan nakledilen aşiretlerdir. Bu adadaki Türkmen kültürünün kendi ölçüleri içinde gelişmesini de izah eder. Alanya ve Mersin vilayetinin (eski Karaman) dağlık kasabaları ve köyleriyle Kıbrıslılar arasında konuşulan şive, köy ve düğün âdetleri arasında büyük benzerlikler vardır.
CİMRİ DAVRANDILAR
Hiç şüphesiz ki 1878 Berlin Kongresi’nde İngiltere’nin Rusya’ya karşı gösterdiği desteğin bedeli ödendi. Hâkimiyet bizde kalmak şartıyla Kıbrıs Adası İngiltere’nin işgaline (kiralama gibi kibar bir terim) terk edildi. İngiliz idaresi geleneksel kalıplarına uyarak vakıflara, dini idareye karışmamış görünüyor ama diğer alanlarda hayat onların elindeydi. Yine şaşılacak ölçüde adanın yaşaması ve gelişmesi için gerekli yatırımlarda son derece cimri davranıldığı, Kıbrıs uzmanı ve eski Dışişleri Bakanımız Şükrü Sina Gürel’in tezinde de ortaya konan gerçeklerdendir. Geçim alanı bakımından Kıbrıs’ın Türk nüfusu arazilerine sahip olmuş ve bürokraside yükselmek için gerekli eğitimi almıştır; hukuk alanında, serbest meslek olarak da tababet ve esnaflıkta olduğu gibi. İşte bu iktisadi bağlar da Kıbrıs Türkü’nün vesayet altına girmesini kolaylaştıran son merhaledir. Birinci Cihan Harbi başladığı anda da Britanya Kıbrıs’ı resmen ilhak etti.
Rauf Denktaş
PARTİLER ÜSTÜ POLİTİKA
15 Kasım 1983, 39 yıl önce bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. Zira 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtı ve ardından 13 Şubat 1975’te ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti yapısal ve fonksiyonel olarak; yani işleme itibarıyla teşekkül edemediği, kabul ettirilmediği görülmüştü. Bu durumda adanın bir şekilde paylaşılması kaçınılmaz olarak görülüyordu. 1974 Çıkartma Harekâtı aslında Bülent Ecevit’in önderliğindeki CHP ve Necmettin Erbakan’ın önderliğinde MSP’nin umulmayan ittifak ve koalisyonunun eseridir. Dolasıyla Türkiye’nin dış politika tarihinde bundan sonra partiler üstü bir politikanın ve planlamanın yapılma ümitleri doğmuş oluyordu. Çıkarmanın yıldönümünde çok sonraları merhum Kâmran İnan’ın TBMM’de de ifade ettiği gibi, Kıbrıs Çıkartması bu iki kanat arasındaki uzlaşmanın başarılı bir örneğidir.
İkincisi Kıbrıs Türklerinin tarihinde Rauf Denktaş gibi yetenekli ve direnmeyi bilen bir liderin varlığıdır. Rauf Denktaş İngiltere’de hukuk okudu. Adada Türk aydınlar, İngiliz idaresinde polis ve adliye hizmetlerine rağbete âdeta mecburdu. Bundan dolayı Britanya idaresinin Türklerden yargıç seçmesi; yetenekli gençlerin bu alana yönelmesi kaçınılmazdı ve tabii bu önemli makamda bulunan Türklerin arasından da Kıbrıs sorununun ve davasının yürütülmesi için cemaatlerine önderlik edecek birilerinin çıkması kaçınılmaz olmuştu. Lakin Rauf Denktaş bu kaçınılmazlığın ötesinde, adanın tarihinde unutulmayacak bir politikacı portresi olarak yerini almıştır. Çok objektif gözle bakacak olursak Rum toplumu arasından Makarios, Türk toplumundan Rauf Denktaş; genellikle siyaset yürütme kabiliyeti olmayan iki toplumun istisnai adamlarıdır.
Ancak Kıbrıs Türk toplumunun bir özelliği vardır. Küçük bir muhalefete rağmen mevcut idarelerine ve temsilcilerine sonuna kadar bağlı kalırlar. Tabii bunun istisnası görünen bir hâl var. Maalesef çıkartmadan sonra adadaki iktisadi vaziyetin boşlukları ve bazı dalların gelişmesi için nüfusa ihtiyaç duyulması gibi nedenlerle, nüfus yerleştirme yoluna gidildi. Bu işlemin çok dikkatli ve titizce hazırlanması gerekirdi. Yerleştirilen nüfusun bir kısmı, kısa zamanda kendisini çıkartmayı yapanlarla birlikte tutmaktan vazgeçen unsurları da ihtiva etti. Annan Planı’na kadar bu nüfusun bazısına da Kıbrıs vatandaşlığı verildi. Bu nedenle kendilerini uyumlu politikanın dışında hisseden ve “Kıbrıslı” olduğunu iddia eden bir kitle türedi. Bu Kıbrıslı, ortak aidiyet iddiası ne Kıbrıs’ın Helence konuşanlarına ne de 16. yüzyıldan beri oraya yerleştirildiği açık olan Toroslardan ve Güney Anadolu’dan gelen Türkmen nüfusa aittir. Kıbrıslılık politikasını çok az bir kitle güder. Annan Planı’na da bu doğrultuda rey veren ve yine Kıbrıslı Rum vatandaşlarının bu gibi aynileştirmelere katılmayanları tarafından inkıtaa uğrayan reyler maalesef Türkiye’nin yerleştirdikleridir.
MODASI GEÇMİŞ BİR TEKLİF
Denktaş, Kıbrıs Türklerinin Türkiye ile gittikçe bütünleşmesine dikkat eden bir politika güttü. Bugün Doğu Akdeniz’in değişen şartları içerisinde bu görüş yerleşmiştir. İleri görüşlü devlet adamının adada da başarısını sağlayacak en geçerli yolu erkenden görüp ona göre hareket ettiği çok açıktır. Halihazırdaki politika Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığı yönünde gerçekleşiyor. Bundan dönüş mümkün değil. Zira Doğu Akdeniz’de ve güney sahillerimizde yaşama güvenliğimiz buna bağlıdır. Her iki tarafın da (Güney ve Kuzey) etnik bütünlük kendi aralarında gerçekleşmiştir. Mevcut azınlıklar çoğunlukla bütünleşme halindedir ve bütün Kıbrıs’ın bir toprak olup Kıbrıslılık kimliği etrafında toplanması modası geçmiş ve barışa son verici bir tekliftir.
Kuzey kesimde bu politikaya aykırı davrananların yanlış yerleştirme sonucunda gittiği görülüyor. Buna karşılık Tuna boyu göçmenlerinden; yani Bulgaristan’dan gelenlerin önemlice ölçüde Kuzey Kıbrıs’a yerleşmeleri, adanın sakini Türkler tarafından çok hoşnutlukla karşılandı ve bu çalışkan nüfusun ada ekonomisine katkısı da çok önemli oldu.
Bazı yanlış görüşler vardır. İngiliz işgaline karşı Kıbrıs Türklerinin Helen nüfusla birlikte direnmemesi. Bu Denktaş’ın bir ara dediği gibi Kıbrıs probleminin “K”sından anlamamak anlamına gelir. Hiçbir yerde zıtlaşma ve tarihi birliğe sahip olmayan azınlık gruplar arasında kan ve can pahasına yürütülen böyle birlikler olmaz. Kaldı ki Yunanların Kıbrıs’ı bir an evvel ilhak etmek için tedhiş örgütlerine de çok erkenden başladıkları açıktır. EOKA zamanla Kıbrıs Rumluğunun bir bölümünün pek istemediği bir örgüt haline geldi. Diğer yandan savunma halindeki Kıbrıs Türkleri de çok açıktır ki Türk istihbaratından ve askeri yapıdan destek aldılar. Bu hiç de kolay olmadı. Denktaş’ın, liderliği döneminde zaman zaman Ankara hükümetleriyle ihmalkâr ve zıt direktifler dolayısıyla ne kadar sıkıntılı günler yaşadığı herkesin malumudur.
İDEOLOJİLER FARKLI, DAVA AYNI
Olayların gelişimi dolayısıyladır ki Türkiye ve Kıbrıs birbirine daha çok yaklaştı ve birbirinden vazgeçemeyeceklerini anladılar. Türkiye’de hiç tahmin edilmeyecek şekilde farklı politik ve ideolojik kanatlardan insanlar aynı dava etrafında birleştiler. Mesela merhum Hocamız Mümtaz Sosyal’ın Kıbrıs’ın statüsü ve hukuki davaların beynelmilel alandaki çözümü için gösterdiği gayrette iç politikadaki muhalif arkadaşlarıyla bir araya gelmesi veya Coşkun Kırca ile Turan Güneş’in Kıbrıs ile ilgili konferanslarda beraberliği yürüten heyetlerin içinde olması gibi.
Bugün Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz hâkimiyeti ve genellikle bu bölgenin huzuru için çok önemli bir anahtar olduğu açık. Ne zaman ki Süveyş Kanalı açıldı, Akdeniz okyanuslara açıldı. Hind yolunun güvenliği, Mısır ile Hindistan arasındaki bağlantının korunması için Kıbrıs büyük öneme haizdi. Bu öneme rağmen Britanya’nın Kıbrıs’ı bir Avrupa ülkesi olarak görmeyeceği açık. Daha ziyade Akdeniz’le tarihteki bağları çok zayıf olan Kuzey Avrupa ülkeleri, hassaten Almanya nedense bu adayı Avrupa’yla iç içe almayı gerekli bir politika olarak gördüler. Umduklarını pek bulamadıkları son 18 sene içinde de anlaşıldı.
Bundan sonra izlenecek siyaset ise oradaki Türk azınlığın bizim sorumluluğumuz altında olduğunun herkes tarafından anlaşılması ve Doğu Akdeniz’deki huzurun milletler arası bir alana açılması dolayısıyla (işin içine Rusya da dahil oldu) Türkiye’nin orada bulunmasının ne kadar gerekli olduğudur.
Paylaş