Paylaş
1919’un İstanbul’u eni boyu bugünküyle mukayese edilecek gibi değildi. Surların içinde bile tam yoğunluklu bir iskân yoktu. Bu durum 1950’lere kadar sürmüştür. Şehrin dışında ismi bile “Makriköy” olan bir Bakırköy ve Ayastefanos (Yeşilköy) uzak banliyölerdi. Bugünkü Kazlıçeşme mıntıkasında çayırların ortasında bitmiş, Frenklerin “Idyllique” dedikleri toprak ve yeşillikle iç içe Yeni Mahalle denen ahşap bir mahalle vardı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-1913 Balkan göçlerinin yarattığı mekânlardan biri olmalı. Üsküdar karşının merkeziydi, Kadıköy ise kibar bir banliyöydü. Beyoğlu dediğimiz mıntıka ise bugünkü Taksim’e kadar zor ulaşırdı. Kasımpaşa ve Kulaksız Mezarlığı’nı görmek için Pera Palace’tan aşağıya bakılırdı. Şehrin dışında Haliç boyunda Eyüp, karşıda Sütlüce ve Hasköy göze çarpardı.
Nüfusu 1 milyonu aşan, harbin sıkıntıları içinde bunalan bu şehre 1918’in sonlarında işgal ordusu askerleri geldi. Doğrusu o tarihe kadar milliyetçi davranmayan gayrimüslim topluluklar birden farklı bir havaya girdiler. 1919’un başlarından itibaren önce Üsküdar ve Kadıköy’de ardından hemen Sultanahmet’te kalabalık mitingler görülmeye başladı. Değişik yapıda ve görünümde bir siyaset doğuyordu.
HANIMLAR DA MİTİNGLERİN MÜDAVİMİ OLDU
Fesli, kravat ve papyonlu beylerin civarında İstanbul’un esnaf halkı ve sarıklılar belki alışılmış bir gruplaşmaydı. Ama asıl ilginci hiç de küçümsenmeyecek sayıda hanımlar da mitinglerin müdavimi olmaya başlamıştı. Zaten esas konuşmacılar da hanımlardı. İlk defa muhtelif görüşlerden halk bir şiar (ülkü, misyon) etrafında toplanmış gibiydi. 1920’nin ocak ayının 13’ündeki mitingde, öğretmen ve 1935 mebuslarından olan Nakiye Elgün Hanım başhatipti. Ama ondan önceki liste daha ilginçti. Asıl İzmir’in işgali ve Atatürk’ün Samsun’a hareketinden birkaç gün sonraki mitingde (23 Mayıs 1919) kürsüye çıkan Halide Edip’ti. Ortak tema: “Ya şanla şerefle sürdürdüğümüz tarihe devam ederiz yahut ihmal ettiğimiz tarihle birlikte ebediyen kayboluruz.”
GELECEĞİN TÜRKİYE’Sİ
Sultanahmet mitingleri işgal İstanbul’unda İngilizlerin bu gibi toplantılara gösterdikleri sözde toleransı bile esirgedikleri faaliyetler haline dönüştü. Sonu Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması, üyelerinin önemli kısmının Malta’ya sürülmesiyle bitti. Bu başka bir direniş tarzıydı. Açıktır ki Batı’ya karşı çatışma, Batılıların kendi yöntemleriyle yapılıyordu ve ardındaki destek halen yaşayan ordu, Türk bürokrasisi, işgalden yaka silken esnaf ve okumuşlardı.
Mitingde herkesin ilgisini çeken işgal kuvvetlerini de herhalde çok düşündüren ne eski Şark kadınları hakkındaki ezberin hatta ne de Pierre Loti’nin dezanşantelerinin (desenchantee) değil, doğrudan doğruya Tanzimat’tan beri gelişen eğitimin ürünleriydi. Geleceğin Türkiye’sini bunlar kuracaktı.
HALİDE HANIM YURTDIŞINDA HERHANGİ BİR TÜRK MÜNEVVERİ GİBİ DEĞİLDİ
Halide Edip Hanım’ı burada ele alalım: Türk yakın tarihinin önemli bir portresidir ve o nispette de okumuşlarımızın yanlış tanımak ve değerlendirmekte ısrar ettikleri bir şahsiyettir. En son hikâye kendisinin “dönme”liği üzerinedir. Dönmelikten kastımız 1660’lardan beri var olan Sabetay Sevi hareketine mensubiyet ise bu doğru değildir. Halide Hanım’ın bir tarafı düpedüz ihtida etmiş yani İslamiyet’i seçen bir koldur ve Halide Hanım bütün Avrupai görünümüne ve yaşayışına rağmen bir müminedir, inançlı Müslümandır.
Sol düşünceye itibar etmemiştir, liberaldir. Amerikan mandasını tutuşu kürsüye çıktığı karanlık günlerdeki ümitsizlikle ilgilidir. İtilaf devletlerinden ve artık çöküntü dönemine giren, siyasi ahlak değerlerini kaybeden Avrupa’dan yaka silktiği için Türkiye’nin işgalinde hiç değilse böyle bir statüyü tercih etmiştir. Kuşkusuz ki Anadolu hareketini başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere İstiklal Harbi komutanları bir araya gelip teşkilatlandırmaya başladıkça doğru ve gerekli yöne yürümüştür. Bir müddet sonra eşi Adnan (Adıvar) Beyle Ankara’dadırlar. Dünya görüşü bütün açıklıklara rağmen Gazi Paşa’nın 1924’ten itibaren takip ettiği politikalara ve reformlara ayak uyduramadı. Çatışmaya düştüler ve eşi Adnan Bey’le yurtdışına gitti. Yurtdışında herhangi bir Türk münevveri gibi değildi. Lafı dinlenen, yazdığı okunan bir şahsiyetti.
Hind Müslümanları ve Hindistan’ı kurmak isteyenlerle yakın dost oldu. Müslüman Hindistan’ın teorisyenlerinden biridir ama bu onun Gandi, Nehru ve Mevlânâ Azad ile saygılı dostluk sürdürmesine hiç mani değildi. Aligarh İslam Koleji’ne hocalığa davet edildi. Bu yıllarda kaleme aldığı ‘Inside India’ (Hindistan’a Dair) adlı ünlü eseri halen Hint İslam dünyasının siyasi klasiklerindendir ve 1930’ların İngiltere’sinde en saygın yayınevi (Weidenfeld & Nicolson) tarafından basılmıştır.
Adnan Bey ise Paris’te Şark Dilleri okulundaydı. Bizim kuşağın gördüğü en büyük Türkologlar onun talebesiydi: Bernard Lewis, Louis Bazin, Andreas Tietze, Irene Melikoff ve Claude Cahen. “Hem Şark’ın hem Garp’ın efendisiydi. Her şeyi bilirdi. Her şeyden bahsederdi” demişti Bernard Lewis. “Mesela” diye sorduğumuza, “Goethe ve Faust’tan bile çok ilginç boyutlarda bahsederdi” demişti. Af çıktı, Türkiye’ye döndüler. İsmet Paşa doğrusu vefakârlık gösterdi. Adnan Bey ansiklopedide çalıştı, Halide Hanım da üniversitede İngiliz edebiyatının başına geçti. Üniversitenin solcuları kendisine ısınamadılar. Sağ takım da onu sola karşı toleranslı olduğu için benimsemedi. Adnan Bey için yapılan tenkitler de buna benzer, kavun çekirdeğini bile doldurmayan şeylerdir. Türk okumuşu kendinden evvelki kuşağın önderlerini benimsemekte yeteneksiz kalmıştır.
ADANA’DAN NOTLAR
ADANA eski bir kent, ta Memluklar devrinden beri vardır ama o iskânın bugünkü Adana’da odaklanmadığı açık. Şehir daha çok sonraki asırlarda inkişaf etmiştir. Bunda özellikle pamuğun ve onun yarattığı endüstrinin payı yüksek. Seyhan ve Ceyhan nehirleri arasındaki havza, Çukurova’nın bereketini yansıtıyor. Bu hafta Adana Büyükşehir Belediyesi Başkanı Hüseyin Sözlü’nün ve Yüreğir Belediyesi Başkanı Mahmut Çelikcan’ın davetlisi olarak iki konferans verdim. Yüreğir çok dertli bir geniş semt ve merkezin desteği gerekir.
Birkaç yıldan beri Adana, yeni Adana dediğimiz kuzeye doğru genişliyor. Seyhan Nehri’nin iki yakasında tabiata ve yapılanmaya dikkat edildiği belli. Daha düzenli bir Adana şehri ortaya çıkıyor. Ben Yüreğir’de ve Çukurova Üniversitesi’nde birer konferans verdim. Üniversitedekinin konusu “Atatürk ve Cumhuriyet”ti. Çukurova Üniversitesi’nin gençliği Türkiye’deki beş-altı üniversitenin öğrencisi gibi bu tip toplantılara düşkün ve ısrarla takip ediyor. Büyükşehir belediyesi de bu gibi toplantıları tertiplemekte çok yardımcı. Bir şeyi takdirle belirtmek zorundayım: Eskişehir hariç tutulursa birçok büyükşehirde Adana’da kullandığım konferans salonlarını görmek mümkün değildi. Bunu Adana’da üniversite ve belediyeler lehine müspet kayıt olarak tutuyorum.
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü çok takdir ettiğimiz çalışkan belediyecilerdendir. Maalesef zirai kapasitesi yani pamuğun ve buna bağlı endüstrinin öldüğü Adana’da büyük sorunlar var. Bu gibi şehirlerde çok göze batan farklılıklar burada da var. Bunun en büyük patlama biçimi de hava kirlenmesidir. Şehrin bir kesimi doğalgazı kullanacak durumda değil. Çukurova’nın düzenli şehir yapısına sahip olması önemlidir. Akan göçün denetlenmesi ve daha sağlıklı bir şehrin ortaya çıkması için bu gibi belediyelerin desteklenmesi gerekiyor.
Paylaş