Paylaş
ROMA doğuya kayıp İstanbul’un başkent (Nea Roma) ve resmen Hıristiyan olmasının ardından şehrin en önemli kiliselerinden biri Aya İrini’ydi. Dördüncü yüzyıldan gelmektedir. 532 yılındaki büyük yangında bütün ahşap kiliseler gibi o da yandı ve 548 yılında bugünkü formuyla yeniden yapıldı.
Yapıda avlu, atrium, kilisenin girişi (narteks) ve geniş bir ana mekân (naos) yer alır. Yarım bir kubbenin altında apsis bölümünde onlarca ruhaninin oturduğu bir ikonastisis de vardı. Koronun bulunduğu mihrap fevkaladedir ve birhaç salona hâkimdir.
Aya İrini 8’inci yüzyıldan kalma en eski ikonoklast kilisedir. Bu dönemi yansıtan en büyük yapıdır. ‘Put kırıcılık’ kavgasında başkentin en belirgin kilisesi konumundaydı. Fetihten sonra da camiye çevrilmedi. Osmanlı ordusunun zaferlerden elde ettiği sancak ve bayrakların saklandığı bir depo haline geldi. Sonraları askeri silahların toplandığı, 1840’ta ise Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa’nın gayretiyle de eski eserler müzesi olarak kullanılan bir bina oldu. Arkeoloji müzemiz (Müze-i Hümayun) kurulduktan sonraysa sadece silahların saklandığı bir yere döndü.
Aya İrini 8’inci yüzyıldan kalma en eski ikonoklast kilisedir. Bu dönemi yansıtan en büyük yapıdır. ‘Put kırıcılık’ kavgasında başkentin en belirgin kilisesi konumundaydı.
12 ASIRDIR CİDDİ TAMİRAT BEKLİYOR
Aya İrini, 8’inci yüzyılda son yapılışından beri, neredeyse 12 asra yakın bir zaman kısmi tamirlerin dışında ciddi bir restorasyondan geçmedi. Bugün burası İstanbul’un ve dünyanın izlediği konserlerin verildiği bir ‘concert hall’ vazifesini görüyor. Bu ihtişama söylenecek şey yok; ne var ki acil bir restorasyonun gerekliliğini sadece uzmanlar değil, her Allah’ın kulunun gözü görüyor. Acil ve maalesef uzun sürecek bir restorasyon gerekli. Kimse oralı değil, restorasyon için kapatıldığında da “Orayı kapatıyorlar” gibi itirazlar ileri sürmenin pek anlamlı olacağını zannetmiyorum. Önce tarihin bize emanet ettiği binayı kurtaralım.
TARİHTEKİ DÖNÜM NOKTASI: PARİS BARIŞ KONFERANSI
1919’un ocak ayında zaferlerini ilan etmek için toplanan İtilaf Devletleri’nin aralarındaki anlaşmazlıklar dünyanın kaderini yeniden çizdi.
BİRİNCİ Dünya Savaşı’nı kazanan İtilaf Devletleri, 18 Ocak 1919’da büyük, orta boy ve küçük müttefikleri, aylarca sürecek bir konferans için Versailles’da (Versay) topladı. Almanya’dan 1878’deki zaferin ilanen intikamını alıyorlardı. Dünya tarihinin çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Büyüklerin söyledikleri öbürlerine dikte edilecekti ama şurası da açık ki bir Fransız-İngiliz gerilimi burada açığa çıktı. Kurnaz Fransa Başbakanı Georges Clemenceau yenilen Berlin’e bazı tavizler vererek istikbalde Fransa sınırlarını garantiye almak için ayrıca gizliden temasa geçti. İtalya hiç memnun değildi. Akdeniz’de umduklarını şimdi İngiltere, Yunanistan’a veriyordu. 2.5 milyonluk Yunanistan’ın Trakya, Güney Bulgaristan, Pontus kıyıları, Bursa, Balıkesir, İzmir ve Muğla’yı içeren, hatta Kıbrıs’ı da kendine isteyen bir model için nasıl cüret ettiği tartışılır.
Verseler acaba elde tutabilir miydi? Nitekim Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos’un muhalifi, kralcı olan ama askeri stratejik bilgeliği herkesçe kabul edilen General Meteksas, “Bizim küçük Asya’da işimiz yok” diye kanaatini bildirmişti. “Karşı tarafın orduları nasıl olsa toplanır ve komutanları var; bu bir maceradır” diyordu.
Paris Barış Konferansı’nın ilk kademesinde Osmanlı’nın fikrini soran olmadı.
İTALYANLARI KÜSTÜRÜNCE
Barış Konferansı’nın bu ilk kademesinde Osmanlı’nın fikrini soran olmadı. Hatta Georges Clemenceau ileride gelecek Osmanlı delegelerine “Siz vahşi bir milletsiniz, idareniz altındaki milletlere hiçbir şey vermediniz; Almanlarla işbirliği yaparak bizlerden bazı şeyler koparmaya kalktınız” gibi hakaretamiz bir nutuk çekmişti. Bu politikacı tutumuna İstanbul’a Fransız işgal komutanı olarak çıkan Louis Franchet d’Espèrey’de rastlamak mümkün değildi.
Keza İngiltere Başbakanı Lloyd George’un düşman ve hayalperest hallerini de İstanbul’daki askerlerde görmek mümkün değildi. Uzun harp yılları bu askerleri daha realist görüş ve değerlendirmelere sevk etmiştir.
İtalya İzmir ve çevresinin, Bursa’nın klasik Aydın vilayetinin ve Hüdavendigâr’ın Yunanlılara bırakılmasını hiç hoş karşılamadı. Bir yıl sonra Ankara’da ortaya çıkan TBMM hükümetini desteklediği gibi silah yardımında bile bulundu. Sur içi İstanbul’u işgal edecek olan Fransa ise Anadolucuların ve Mustafa Kemal Paşa’nın mukavemet hareketlerine karşı fazla direniş göstermedi. Bilhassa Çukurova, Maraş ve Antep’teki milliyetçiler karşısındaki yenilgiden sonra anlaşmaya gittiler. Yani Sevr’e giden Osmanlı heyetinin fazla karamsar ve aciz olduğu anlaşılıyor. Ne doğudaki Fransız işgal bölgesi; ne Ermenistan ve Kürdistan modeli gerçekleşemedi. Yunanistan’ın aşırı hayalci projesi de daha uzun bir savaştan sonra (3 yıl daha) tamamen suya düştü.
UNUTULMAZ BÜYÜKELÇİMİZ VAHİT HALEFOĞLU
Geçen hafta kaybettiğimiz Vahit Halefoğlu, Tanzimat’tan bu yana devam eden diplomasi ekolünün seçkin üyesiydi.
1919 yılının 19 Kasım’ında doğdu. Doğum yeri Antakya, Osmanlı İmparatorluğu olarak gösteriliyor. Antakya, o sırada Fransız işgal bölgesindeydi ama Protektora idaresi nedeniyle ve barış anlaşmaları henüz yapılmadığından, oralarda Devlet-i Aliyye henüz hayattaydı.
Halefoğlu, 21 Ocak Cumartesi gecesi vefat etti. Cenazesi, pazartesi Teşvikiye Camisi’nden cenazesi kaldırıldı. Soğuk Savaş döneminin başarılı bir diplomatıydı. Moskova’da büyükelçilik ve diplomatlık yapan birçok hariciyecinin aksine diplomat olduğunu hiç unutmamıştır. Yani gerilim yaratacak davranış ve tavırlardan çekinmiş, bilhassa 1982’deki Moskova büyükelçiliği sırasında iki ülke ilişkilerinin sıcak ve uyumlu gitmesinde büyük rolü olmuştur.
BEYRUT’TA ÇOK SEVİLDİ
Bonn Büyükelçiliği’nde de uzun süre görev yaptı (1972-82). Alman diplomatları arasında, daha da zoru Almanya’daki yerel idari makamlar ve basınla bir arada yaşamak çok zordur. Büyükelçi Halefoğlu bunu mükemmelen yerine getirdi. Ama asıl önemlisi Türk diplomatlar için hiç de sıcak bir ortam olmayan Beyrut’ta ilk büyükelçilik görevini yaparken hem politikacıların hem halkın sempatisini kazanmasıdır. Eşi Zehra Hanım’ın da bu görevde ona çok yardımcı olduğu bilinir.
Yorumlarını dinlemek her zaman için büyük bir kazançtı. 1980’den sonra ilk Anavatan Kabinesi’nde dışişleri bakanlığı yaparak da Türkiye’ye hizmet etti. Tanzimat’tan bu yana devam eden diplomasi ekolünün seçkin üyesiydi. Unutulmayacak büyükelçilerdendir.
Paylaş