Paylaş
Aydın’ın Çine ilçesinde Alabanda Antik Kenti olarak bilinen antik kalıntı, eski eser tabelalarıyla gösterilen, yönlendirilen bir kazı alanıdır. Maalesef Türkiye’de tespit edilen hatta haklı olarak ziyarete yönlendirilen birtakım merkezlerde gereken ilmi kazıların yapılmadığı bir gerçektir. Bu arkeoloji eğitiminde son 20 yılda yetiştiremeyeceğimiz ve tatbikatla besleyemeyeceğimiz sayıda öğrencinin alınması, hatta her yerde arkeoloji ve sanat tarihi adı altında güya her ikisinin de bir arada yapıldığı garip bölümlerin kurulmasıyla ilgilidir. Arkeologya dediğimiz zaman milattan önce 1200’lerden başlayan -bazı yerlerde 2000 bazı yerlerde daha da eski- ve geç antik devir dediğimiz 6. - 7. yüzyıla kadar uzanan bir dönemin belirli yerleşkelerdeki kazıları ve incelemeleri akla gelmelidir. Hiç şüphesiz ki klasikteki bu devir eserlerinin incelenmesi büyük ölçüde filolojik malumatı da gerektirir. Sıradan amatör kazılar Schliemann’dan beri yapılmaktadır. Schliemann dil bilmekteydi. Ama bunun epigrafiye kadar yayıldığını söylemek mümkün değildir. Kazı teknikleri ve arkeolojinin hassas kazıları üzerinde bilgi sahibi olmadığı bilinmektedir.
Zaman içerisinde Türkiye başta olmak üzere, Akdeniz havzasının en zengin eski eser ülkesi biziz ve bu bizim için büyük bir derttir (ama altından kalkmamız lazım), Yunanistan, İtalya, tabii Suriye kıyıları, İsrail, Lübnan, Mısır ve Kuzey Afrika bu gibi kaçak kazıların ve kaçakçıların ilgilerini yönelttikleri yerlerdir. Hatta bazı halde bu kaçak kazı veya eser kaçırma işine arkeologların da bir yerden bulaştığı bir sır değildir. Kaçak kazılara karşı yapılacak şey milli devletlerin eserleri koruma alanında örgütlenmesi ve aynı zamanda da bilimsel grupların bizzat kazıları yürütmesidir.
Alabanda Antik Kenti
ESKİ ESER BİLİNCİ VAR FAKAT YETERSİZ
Akdeniz’in eski eser alanlarını ve eski eserlerini koruma şampiyonu İsrail’dir. Her İsrailli on bin yıllık bir tarih kesitini vatanlarının ve milletlerinin mevcudiyetini ispatlayacak bir tapu olarak öğrenir. Bunda çok haksız da değildir. Eski Yehuda Krallığına kadar Roma devri ve çok daha yoğun olarak Osmanlı devri Yahudi mimarî ve kültürel tarihinin bir bölümsel zenginliğini meydana getirir. Şunu söylemekte fayda var, orada herhangi bir kaçakçının veya kaçak işleminin takipçisi sadece devlet değildir. Son Belçikalının yakalanması gibi örneklere İsrail’de pek rastlanmaz çünkü reaksiyon çok serttir. Zaten giriş çıkışlarda da havaalanlarında asayiş ve emniyet antiterör kontrol dolayısıyla eski eserler hatta rekonstrüksiyon ve taklit eserler bile incelenir, sorgulanır. Ülke içindeki arkeoloji eğitimi görmüş çeşitli grupların bu gibi faaliyetleri yakalaması, izlemesi çok sık rastlanan örneklerdir. Yani yanıbaşındaki ecdat mirası cami haziresine ilgisiz gözlerle bakan İstanbullular örneğine orada rastlayamazsınız. Fakat derece derece İstanbulluların, Antalyalıların, Yozgatlıların örneği bütün Akdeniz’de yaygındır. Mısır öteden beri yağmalanır. Arap Ortadoğusu bu konuda son derece ilgisizdir. Hatta İtalya gibi bir devlet bile zaman zaman çok acizdir. Türkiye’de eski eser bilinci var fakat yetersiz. Gerek devletin gerekse gönüllü grupların savunması çok düşük düzeyde kalıyor.
Belçikalı turist çift, ülkelerine dönerken çantalarından çıkan Roma Dönemi’ne ait tarihi taşlar nedeniyle yakalanmıştı.
Bu, üniversite eğitiminin bahsettiğimiz problemi yanında ortaokula kadar eğitimin yayılamamasından ileri geliyor. Bizim kuşakta bazı genç gruplar çeşitli organizasyonlar dolayısıyla 14-15 yaşlarındayken uzmanlardan bu bilgileri edinmeye başladılar. Aynı şeyin tekrarlandığını ve yayıldığı maalesef göremedim. Kitlenin eski eserler ve tarihle ilgisinin uyandırılması iktisadi imkânsızlıklar içindeki eğitim reformunu hatta devrimini başaran Kemalist dönemindir. O dönemin romantizminin ve enerjisinin devam edemediğini de biliyoruz.
Çine ilçesindeki Alabanda Kenti çevresi, antik yerin nekropol (mezarlık) alanıdır. Burada adamların açıktan açığa gündüz veya gece fark etmeksizin kazı yapma cesaretini nereden buldukları tartışılır. Köylüler jandarmaya haber verdikten sonra iş ortaya çıkıyor. Basındaki fotoğraflardan izlediğim kadarıyla Helenistik devirle ilgili bir lahdin ortaya çıktığı görülüyor. Tarih iki bin yılı geçiyor. Nasılsa gömülü olduğu için fazla tahrip edilmeyen bir lahit. Bu gibi lahitlerin parçalanarak taşındığı bakidir. Batı müzeleri bunlarla dolu. Sadece müzeler olsa gene bir derece, hiç değilse müzelerdeki kalıntıları ilim dünyası envanterler yoluyla takip edip tarih yazmakta istifade edebilir. Bugün eski eser kaçakçılığı, Hollywood’daki malikanelere, Avrupa’daki yeni zenginlere hizmet ediyor. Kaçakçıları takip eden birtakım küçük burjuvalar da geçtikleri yerde rastladıkları taşları, camları, sadece eski eserleri değil botanik varlıkları da yağmalayıp götürmekte geri kalmıyorlar. Unutmayalım Türkiye’nin florası da endemik bitkiler bakımından çok zengindir.
KÜÇÜK BURJUVANIN MERAKI TAHRİPKÂR OLUR
Toplanan eserlerin pek tesadüfen taş diye toplandıklarını söyleyemeyiz. Amatör, yarım bilgili kişidir. Yarım bilgisiyle sadece göze hitap eden şeyleri toplar. Bunun ne olduğunu değerlendiremez. Bir sütunun veya başlığın kenarındaki parçaymış! Atina Parthenon Müzesi’ne Almanya’nın hediye ettiği orijinal parçalardan biri, sadece bir heykelin elinin üçte biri kadarıdır ve alınlıktaki tasvirin içindeki tam yeri bulunmuştur.
Küçük burjuvanın merakı tahripkâr olur. Saraybosna’daki cami hazirelerinden birinden yürütülen bir mezar taşının övünçle gösterildiğini gördüm. Şahıs arabasına koyup götürdüğü şey ulemadan birinin destarlı şahidesiydi. Bunun kırk yıl evvelki bir hatıra olduğunu belirtmeliyim. Bugünkü Bosna’da böyle bir şeyin mümkün olduğunu artık sanmıyorum. Felaketler dikkat ve uyanıklığı getirdi. Türk halkı, eski eserlerine ve vatanın zenginliğine kendisi sahip çıkmalı. Ona yabancı gözle bakmamalı. Yabancılığın sonu gelmez. Bazılarımız eski Yunanı, Bizans’ı dışlayabilir, bazıları da Osmanlı devrini dışlar. Böylece Küçük Asya’nın muhteşem mirası yağmacıların eline düşer.
MÜTEVAZI BİLGE: HURİ TÜRSAN
Son haftanın en kötü haberi; okulda doktora kurslarından tanıdığım, benden genç ama bir yerde bizim kuşağımıza giren bilgelik ve zekâ itibarıyla ebedi dost olarak gördüğümüz Huri Türsan Brüksel’de vefat etti. Bu, öngörülen bir istikbal değildi. Üniversite, 1980’lerde kendisinin yeteneklerini görmesine rağmen asistan olarak almamıştı. Dış bursla Brüksel’deki Université de Libre’ye gitti. Orada hazırladığı ve ‘Democratisation in Turkey: The Role of Political Parties’ adıyla Türkiye’deki siyasi partilerin demokratikleşme sürecimize katkılarını incelediği ilginç tezi bence kısa sürede dilimize çevrilmeli.
ÖĞRENMEKTEN YORULMAYAN BİR KİŞİLİK
Belçika’da evlendi ve çok kısa zaman sonra da menhus hastalığın eline düştü. Uzun bir süre kanserle mücadele etti ve yenik düştü. Huri, General Nureddin Türsan’ın kızıdır. Nureddin Paşa, Türk ordusundaki bilgin kurmayların örneklerindendir. Böyle kurmaylar az sayıda olsalar da her zaman var oluyorlar. Bu, Türkiye’de askerlerin eğitimlerini sürdürmekteki gayretlerinin neticesidir. Nureddin Paşa, askeri tarihimiz üzerine her zaman başvurulacak eserler yazmıştır. Eşi de onunla birlikte çalışırdı. Bu tarih meraklısı ve uzmanı ana babanın kızı olarak Huri de okuma ve araştırmada çok önde gidenlerdi. Mütevazı kişiliğinin arkasında prensip sahibi bir demokrat insan ve sonsuz araştırma meraklısı bir ruh yatıyordu. Sağlık bakımından son 10 yılı çok sıkıntılı geçen ama öğrenmekten yorulmayan bir kişilik olduğu belliydi. Her zaman için de dostlarını zor zamanda bile güler yüzle karşılamayı biliyordu. Bu tip vakar ve aynı zamanda tevazu sahibi bilge insanlar artık Türkiye’de azalıyor. İddialar yeteneklerin üstünde gidiyor. Huri Türsan’ların artması ve ülkemizde kalabilmeleri ümidiyle.
Paylaş