Paylaş
AZERBAYCAN edebiyatının büyüklerinden. Yazarlar Birliği Başkanı olduğu için değil, insanlarla ve zor adamlar olan yazarlarla en iyi geçinen, hakkı teslim eden kişi olduğu için. Anar’ı çok eskiden tanıyorum. Ta 1968’li yıllardan. Mirza Fethali Ahundzade üzerine “Dost” dergisinde bir yazı yazmıştım. Bu makaleyi “Gobustan” dergisi için çevirdi. Salim Şengül bu dergiyi bana ulaştırınca haberdar oldum, gıyaben tanıştık. Şahsen görüşmemiz 1983 yılında Strasburg’da Azerbaycan’ın ve Türk dünyasının en sevilen bilginlerinden olan Irene Melikoff’un tertiplediği Azerbaycan sempozyumu sırasında oldu. O tarihe kadar bu ülkeyi tanıdığımı sanıyordum. Değişik insanlar vardı. Ela adlı ve çok çabuk kaynaştığımız Eleanora fişek gibi bir tercümandı. Seri ve hatasız mükemmel bir aksanla Rusça, Fransızca çevirileri yapıp gidiyordu. Tabii ki Azerbaycan diliyle de ama İstanbul Türkçesiyle de rahat görüşebiliyordu. Sonra Haydar Aliyev onu Paris’e büyükelçi yaptı.
ULUSALCI YURTSEVER
Anar Rıza’nın tevazuu şaşılacak ölçülerdeydi. Milli şair mesabesindeki Resul Rıza’nın oğlu belli ki iyi bir terbiye görmüş ve kendini öne atmamayı öğrenmişti. Şiirleriyle tanınıyordu. Romanlarını da bu birkaç yılın içinde okudum ve şunu açıkça ifade ettim: Azerbaycan’da nesir bizimkinin önüne geçiyor. Rus dilini ve edebiyatını seçkin Azerbaycan aydınlarının hepsi gibi iyi biliyordu. Gürültücü olmayan, ölçülü bir yurtseverdi. Ulusalcıydı. Bu onun Rus kültürüne ve diline yabancılık ve husumet beslemesi için bir sebep değildi ama halkının tarihini ve yaşadığı sıkıntıları biliyordu. Birbirimizi tanıdıkça anlatır oldu.
AÇIK BİR YAZAR
Film rejisörüydü. Ben filmlerini, bir belgesel hariç göremedim. Beni ona yakınlaştıran yazıları Sovyet devrinde Polonya’ya, Özbekistan’a, Macaristan’a, Bulgaristan’a, Kazakistan’a yaptığı gezilerdir. Sovyet dünyasının birçok yerinde tanınıyordu. Moskova’yı onun kadar seven, bu derunî, kendine özgü burukluğu olan şehri onun kadar iyi anlatan az bulunur. Avrupa’ya yaptığı gezilerden sonra bu yeteneği Avrupa şehirlerini naklederken de ortaya çıktı. Anar’ın asıl tiyatro eserleri ve benim göremediğim senaryoları erken yaşta şöhret olmasını sağladı. Toplumunu iyi temsil eden açık bir yazardı. Cengiz Aytmatov’la olan dostça diyaloğuna kısa süre de olsa şahit oldum.
DÜŞÜNMEYE SEVK EDİYOR
Bundan bir müddet önce İstanbul Türkçesine çevrilerek yayımlanan “Yaşamak Hakkı” elimdeki son eseri. 600 sayfayı aşan şahsi hatıralarına, belgelere, Azerbaycan seçkin zümresi arasında duyduklarına ve gördüklerine ve ciddi basılı notlara dayanıyor. “Yaşamak Hakkı” kronoloji sırasına göre dizilmiş yazılardan oluşuyor. “Mir Cafer Bağırov’un Çöküşü”, “Mir Cafer Bağırov’un İki Meleği” makalelerinde Bağırov’un olumsuz yönleri kadar güvenilirliği nedeniyle Stalin’i bazı meşum kararlarından dönmeye ikna ettiği anlaşılıyor. Bu ittifakı Beria’yla tamamlıyor. Azerbaycan’ın İkinci Dünya Savaşı sonunda önemli miktardaki nüfusunun uzak bölgelere naklinin önlenmesi gibi. ‘Azerbaycan’daki Pantürkizm korkusu’, ‘Sovyet Azerbaycan’ın kurucusu sayılan Neriman Nerimanov’un muhteşem kişiliği’ gibi konulardaki yazıları doğrusu çağdaş Azerbaycan tarihini bildiğini sanan benim gibileri bile yeniden öğrenmeye ve düşünmeye sevk edecek sadece birkaç yazı. Anar’ın milletvekili ve Yüksek Sovyet’teki Azerbaycan heyetinde bulunması, onun çağdaş Sovyet liderlerle, bilhassa Gorbaçov’la tanışıp görüşmesini sağladı. Gözlemleri ve değerlendirmeleri fevkalade ilginç ve özgün.
VARLIĞI BÜYÜK ŞANS
Bu kronolojik tarih derlemesindeki son yazılardan Türkiye’de Azerbaycan özleminin mutlaka okunması gerekir. Anar bu özlemi doğru değerlendiriyor. Ne Turancılığa atfediyor ne de başka bir doktrine. Doğal bağlar kültüreldir, kültürel oldukları için de yaşarlar. Anar Rıza gibi soğukkanlı, konuşmaktan çok dinleyen ve okuyan bir şair ve yazarın varlığı hem Türkiye hem Azerbaycan için bir şanstır. Onun yaşaması, çalışması ve yazdıklarının basılması, Türkiye Türkçesine çevrilmesi gerekir. Edebiyatımızın geniş bir coğrafyada birlikte inkişaf ederek dünyadaki yerini alacağına hiç şüphe yok. Anar bunun örneği ve temsilcisi olan yazarlardan.
ORTA ASYA REHBERİ
STEPHEN Frederick Starr, arkeoloji ve Orta Asya tetkiklerinin dünyasının tanıdığı bir isim. Gordion kazılarını yönetti. Yazısı mevcut olmakla birlikte anlaşılmayan dile sahip bu medeniyet bir ölçüde onun kazı buluntularıyla tanınıyor. Üzerinde epeydir çalıştığı son kitabı “Kayıp Aydınlanma-Orta Asya’nın Altın Çağı” (Lost Enlightenment: Central Asia’s Golden Age) yazarın Batı dünyasındaki ama ön planda Rusya ve Sovyetler Birliği’ndeki kaynaklarını inceleyerek kaleme aldığı bir eser. Bu nedenle Doğu’daki önemli çağdaş tarihçilerin eserlerini de Batı dillerinden kullanıyor. Mesela Türkiye’den Sevim Tekeli, Ekmeleddin İhsanoğlu ve hukuk tarihi ile iktisadi tarih konusunda eserler veren Timur Kuran’ı zikrediyor. Edebi yeteneği kuvvetli bir bilim tarihçisi. Orta Asya üzerinde uzun zaman okunacak ve öğretecek bir rehber çıktığı açık.
GAZALİ’Yİ ANLAMALI
Medeniyetler yürüyor... İslamiyet’ten evvel ve İslamiyet’in Orta Asya’ya ulaşmasından sonra daha beş asır devam edecek “Darî” dediğimiz yüksek Fars dilindeki medeniyetin Timurlulara kadar uzanışı ele alınıyor. Yöntemi çok ilginç, Batılı tarihçilerin hemen hepsi gibi coğrafya bilgisi iyi. Tarih yazımında bir tarihçinin doğal üslup ve tekniği olan senkronizasyonu (eşzamanlama) gayet iyi kullanıyor. İslami dönem Orta Asya tarihi erken dönemlerden başlar, komşu dünya Osmanlı’ya kadar uzanır. Böyle bir kitabı okumak Semerkant’a giden insanın çarpıldığı dünyaya nüfus etmesi için fevkalade yararlı. Şu gerçek anlaşılıyor: Doğu dünyasında tabiat bilimleri ve matematik 16. yüzyılın ilk çeyreğinde dahi önemli gelişme gösterdi ve öndeydi. Yavaşça tekrara girdi. Bununla birlikte bazıları gibi Gazali’yi itelemek yerine onun da bir önemli yanı olduğunu anlamak lazım. Doğu dünyasında bilgi duraklamış, az gelişme göstermiş olabilir ama bugünkü dirilme belirtilerini maziden koparak anlayamayız.
RAHAT OKUNUYOR
İngilizce baskıdaki kusurlar ise arkada umumi bir bibliyografya listesi yok, bölümlerin alt başlıklarını içindekilerde vermemişler. Baskı maliyetini düşürme çabası herhalde. Referans notları kitabın arkasına yazılı. Türkiye’de Kronik Kitap tarafından yapılan Türkçe baskıda bu hususlar düzeltilmiş. Çeviriyi yapan Yusuf Selman İnanç’ın bu konularda tecrübeli olduğu aşikâr. Tercüme akıcı, rahat okunmasını sağlıyor.
RÖNESANS’A GİRİN
Her halükârda Uluğ Bey ve onun izleyicileri Ali Kuşçu hatta 16. asır Osmanlı rasathanesine kadar Orta Asya’nın kültür tarihi, bilim tarihi ilginç kişiliklerin portreleriyle bilinen ve az bilinenleriyle sunuluyor. Önyargılar değiştiriliyor. Ne Gazali hakkında bir önyargı var ne İslam diniyle bilim arasındaki çatışma konusunda bilinen galat tekrarlar mevcut. İnsanların merakla, zevkle okuyacakları, gençlerin doğu Rönesans dünyasına girebilecekleri bir kitap. Şüphesiz bu kitabı tamamlayacak bir araştırma yakın zamanda İş Kültür’den çıkan, Miri Shefer Mossensohn’un kaleminden “Osmanlı’da Bilim-Kültürel Yaratı ve Bilgi Alışverişi” adlı eser. İkisinin birlikte okunmasında mutlaka yarar var.
Paylaş