Paylaş
22 Eylül Perşembe günü Sultan 2. Abdülhamid’in 174’üncü doğum yıldönümüydü. TBMM Başkanlığı’nın kararıyla geniş katılımlı bir sempozyum tertiplendi. Bu organizasyonla Milli Saraylar Bilim Kurulu görevliydi. Bu sempozyumu bir padişah sarayının tarihi araştırmaları için gerekli görüyorum. Çünkü 2. Abdülhamid’in hükümdarlığıyla geçen 1876-1909 tarihimizin az araştırılmış, az bilinse de çok konuşulan bir dönemidir. Sempozyumla ilgili dört adet kitap çıktı. Serginin kataloğu ise çıkacak. Aktüel bir konu haline gelen Sultan Abdülhamid ve döneminin tarih bilimi tarafından değerlendirilmesi gerekiyor. Onun zamanında Osmanlı İmparatorluğu, bugünkü Balkanlar’da Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Bulgaristan ve Yunanistan’ın kuzey kısmını, Ege adalarını, Ortadoğu’da bütün Maşrık (Doğu) Arap dünyasını, sadece sözde değil, dominyon statüsünde bağlı Mısır ve iki sancak olarak bugünkü Libya’yı kapsıyordu.
‘PERSONA NON GRATA’ OSMANLI DİPLOMATLARININ DÖNEMİ
Dışarıda önemli bir konsolosluk ağımız vardı. Bu konsoloslukların hemen hepsi siyasi cinstendi. Sadece vize, noter muameleleriyle ilgilenmezlerdi; o ülkelerdeki Müslüman gruplarla da İstanbul’un ilgisini kurar, takip ederlerdi. Nitekim bir yığın konsolosun kolonyalist devlet tarafından ‘persona non grata’ olarak dışarı atılması bu tip bir teşkilatı gösterir. Peki Panislam hareketin gerçek kudreti neydi? Bu, bugün dahi tartışılır ama büyük devletler nezdinde Osmanlı Türkiye’sinin bir silahı gibi görünüyordu. Ama başka meseleler de vardı. Kırım Savaşı ile girdiğimiz Avrupa ‘concert’i (uyumu) ve Berlin Kongresi’nden sonra Sultan Abdülhamid, Avrupa’ya karşı iç idarede de sorumluluklar yüklenmişti ve bu nedenle imparatorluğun başında azınlıklar meselesi bir heyulaya dönüştü.
SUİKASTLAR ÇAĞINDA YAŞADI
2. Abdülhamid, iflasını ilan eden bir imparatorluğun başına geçmişti. Lakin dış borçların ödenmesinde elinden geldiğince ustalıklı davrandığı bir gerçektir. Avrupa hükümdarlarına karşı tertiplenen bireysel suikastlar dönemindeydi. Kendisi de böyle bir bomba vakasına maruz kaldı. Suikast sırasında soğukkanlı davrandığı biliniyor ama beynelmilel teröre karşı hayatında bu kadar lakayt olmadığı çok açık. İşin garibi yeni doğan milliyetçilikler kendi içlerinde de mücadele veriyordu. Mesela Ermeni Taşnak komitesinin şiddet yönelttiği kişilerin başında Ermeni burjuvaları ve hatta patrikler bile vardı. Teröristler Avusturya’nın güzel imparatoriçesi (Elizabeth) Sissi’yi, Rusya’nın Çarı 2. Alexander’ı katletti. Hepsinin kaynağı farklıydı.
Onun dönemine dair Türkiye aydınlarının en şikâyetçi olduğu nokta sansür ve hafiyelik sistemidir. Bu, hükümdarın talihsiz mirasıyla da ilgilidir. Bütün Makedonya, Bosna ve Bulgaristan’ın kaynadığı bir dönemde tahta geçmişti. Devletin Rusya’ya karşı istihbarat örgütü ilginçtir, Tuna vilayeti valiliği zamanında Midhat Paşa tarafından kurulup geliştirilmişti. Maalesef Bulgar bölgesiyle ve Midhat Paşa’nın valilik dönemiyle sınırlı kaldı. Sultan bunu geliştirmedi; hafiyelik teşkilatı aczinden dolayı bir faciaya dönüştü.
2. Abdülhamid’in torununun oğlu Ayhan Osmanoğlu
KARAGÖZ’E BİLE SANSÜR
Bu dönemde çokça başka aksaklık da vardır. Örneğin sansürle ilişkili olanlar... Sansür komitesinin saçmalıkları bazı halde padişahı bile kızdıracak dereceye çıkmıştır.
Sansür, dışarıdaki ve içerideki Türk basınına karşı etkili biçimde uygulanıyordu. Doğa bilimleri, felsefe ve filolojide, coğrafyada atılım yapan Osmanlı biliminin, sosyal bilimlerde yerinde saymasında sansürün de payı vardı. İmparatorluğun genç nesli politik anlayış yönünden dünyanın gerisinde kalmıştı. İstanbul’da ortaoyunu hatta Karagöz’e kadar sansür ve hafiyeliğin etkisi vardı. Ama İstanbul dışına çıkıldığında bu tedbirler zayıflıyordu. Selanik’in aydınları İstanbul’dakinden daha çok nefes alıyordu ama İstanbul boğuluyordu.
KARA ORDUSU YÜKSELİRKEN, DENİZCİLER GERİLEDİ
Tezatlar bir mirastı. Renkli bir dış politikayla devleti ayakta tutma gayretleri, içteki bürokrasinin geri kalmışlığı yüzünden gelişmenin gölgelenmesine neden olmuştur. Memur maaşları düzenli değildi. Gümrük gibi bazı ofislerin maliyeti ise özerkti. 1. Ordu subayları düzgün maaş aldı ama taşrada durum farklıydı. Kara ordusu yükselirken, denizciler geriledi. Bunun sıkıntısı Balkan Savaşı’nda ortaya çıktı. Adaları bombardıman eden Averoff Zırhlısı’na karşı düzgün zırhlı çıkaramadık.
ŞİMDİKİLER YETMEZ, KATBEKAT ARŞİV ÇALIŞMASI GEREKİR
33 yılın çok incelenmesi gerekir. Hem devlet kurumlarının hem üniversitelerin hem de çeşitli sivil kuruluşların bu gibi araştırmaları mümkün mertebe yapması ve yaptırması gerekir. Sultan Abdülhamid dönemi üzerinde bugüne kadar yapılanların katbekat üstünde arşiv araştırması, gazete ve süreli yayın taraması yapmak gerekiyor. Dış dünya arşivleri az el sürdüğümüz zenginlikler. Bizzat dönemin dış politikası üzerine arşiv kaynakları dahi Sinan Kuneralp’in son yıllardaki derleme ve çeviri değerlendirme çalışmaları (‘Ottoman Diplomatic Documents’ serisi, ISIS Press) hariç pek el atılmış yerler değil. Osmanlı hariciyesinin evrakı ön planda Arap harfleriyle yazılan Türkçe ve daha çok da Fransızca raporlara dayanıyor.
2. Abdülhamid saltanatı, her şeye rağmen uzun bir barış dönemi sayılır. Osmanlı eğitiminde, sağlık kuruluşlarında, Anadolu’da, Suriye’de tarımın kalkınmasında atılımcı bir dönem sayılmalıdır.
İlber Hoca öneriyor
2. ABDÜLHAMİD VE DÖNEMİNİ ANLAMAK İÇİN OKUMANIZ GEREKEN KİTAPLAR
Sultan Abdülhamid/ François Georgeon
Abdülhamid’in Valileri: Osmanlı Vilayet İdaresi 1895-1908 / Abdulhamit Kırmızı
Enver Paşa (1. cilt) / Şevket Süreyya Aydemir
The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits in Ottoman Politics Under Abdulhamid II (1876-1909): Origins and Solutions, Engin Deniz Akarlı
TÜRK ÜNİVERSİTELERİNİ YARGILARKEN BU ESERE GÖZ ATIN
Kemal Gürüz, YÖK’ün ve TÜBİTAK’ın eski başkanı. Kimya profesörüdür. ‘Medrese ve Üniversite’ adlı araştırması Ka Kitap’tan çıktı. Bir doğa bilim profesörünün ve akademik yöneticinin üniversitemize bir kurum olarak bakışı ve tartışması ilginç ve takip edilmesi gereken bir konu. Başvurulan literatüre baktığımız zaman hiç şüphesiz ki bilim dünyasında medreselerle ilgili en geniş literatürün kullanıldığını söylemek mümkün değil ama bu kurumların ele alınması için gerekli malzemeye erişildiğini de ifade etmemiz lazım.
Kemal Gürüz hocanın görüşünü şöyle özetleyebiliriz: Müslüman dünyası ortaçağlar boyu hem tıp hem eczalık-kimya hem astronomi ve matematik konusunda, akli ve nakli ilimlerde, beşeriyetin medeni tarihi için önemli bir görevi yerine getirdiği halde Gazali’nin görüşlerinden sonra düşünce ve yöntemde bir duraklama başladı. Gürüz burada, İslam tarihi açısından çok kişinin izlediği Gazali ve İbn Rüşd karşıtlığı yaklaşımıyla konuya eğilmiş. Batı dünyasının incelenmesindeyse birçok kişinin anlaştığı bir görüş var: Ortaçağ üniversitelerinin gelişimi sadece o dünya için önemlidir. Fakat Rönesans ve yeniçağdan itibaren Avrupa üniversiteleri ve bilim akademileri çağdaş uygarlığa egemendir. Bugünkü Türk üniversitesi yargılanırken bu gibi eserleri rehber olarak okumalıyız.
Batı dünyasının üniversitelerinin tarihi gelişimi ve örgütlenmesi mutlak önemdeydi ve Kemal Gürüz hocanın bu konuyu çok uzun zamandır incelediği açık. Bana göre ‘Medrese ve Üniversite’ kitabına, Batı’nın eğitim tarihi ve akademi dünyasını öğrenmek için başvurulmalı. Ben bu eserin bilhassa bu konularla ilgili bölümlerini Türk öğrenciler ve akademisyenler için okunması gerekli bir çalışma olarak görüyorum.
Paylaş