Paylaş
Karargâhındaki kişiler yeni Türkiye’nin göze çarpan simalarıdır. Askeri tabip Refik Saydam geleceğin parlak sağlık bakanı ve başbakanıdır. Samsun’da Mustafa Kemal Paşa’nın saygıyla karşılanacağının merak edildiğine şüphe yoktur ama kurtuluş için açıkça deklarasyonda bulunabileceği yer değildi. Şehir çok kozmopolitti. Bundan başka Karadeniz’deki Britanya işgal ordusunun merkeziydi ve İngiltere’nin Karadeniz Ordusu Başkomutanı General Sir George Milne kendisinin gelişinden hiç memnun olmamıştı. Hatta bu fevkalade müfettişin burada ne görevi olacağını soruyor, onun çalışma ve operasyonlarını aksatacağından şüphe ediyordu.
BİR AN EVVEL ANADOLU’YA
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’da açık bir şekilde temaslarda bulunmadığı, fazla vakit kaybetmediği ve kendisini bir an evvel Anadolu’ya attığı görülüyor. Havza’da duraklama ve görüşmelerden hemen sonra Amasya’ya geçti ve Kurtuluş Savaşı’nı başlatan umumi tamimi (Amasya Tamimi, 22 Haziran 1919) yayımladı. Bu “tamim” ile memleketin içinde bulunduğu durum resmediliyor, kurtuluş için yöntemler ortaya konuyor ve milli bir kongre toplanması isteniyordu. Aynı tamim “Milletin iradesi bu mücadeleyi yürütecek ve kararı alacaktır” diyordu. Milli Mücadele yolunda çok önemli bir adım atılmıştı.
Öte yandan İngilizler, İstanbul’u sıkıştırmaya başlamışlardı. Zira Mustafa Kemal’in Samsun civarına gelişinin kâğıt üstündeki sebebi, bu yörede Türklerle Rumlar arasında çıkan çatışmaları araştırıp rapor hazırlamaktı. O ise İstanbul’dan gelen telgrafları geçiştiriyordu.
ÖNCE MEŞRU YOLU DENEDİ
Paşa mütarekeden hemen sonra Yıldırım Orduları Başkomutanlığı’nı Liman von Sanders’ten almıştı ve Halep’in kuzey banliyölerinde İngilizlerin ilerlemesini durdurmuştu. Bu sınır şüphesiz ki Fransa ve Britanya tarafından değiştirilecektir. Birkaç günlük İstanbul’a dönüş yolculuğu sırasında kafasındaki planlar hazırdır. Önce meşru yolu denedi. Yeni kabinelerde görev düşündü, müfrit İttihatçılardan sayılmadığı, mutedil ve ciddi bir komutan olarak İstanbul’daki çevreler tarafından da kabul edildiği malumdu. Harbiye Nazırlığı’nı bile talep etti ne var ki belki üstün yeteneğinden belki de ani operasyonlara gireceğinden çekinenler bu fikre iltifat etmediler. Yalnız Karadeniz ve doğuda Müslüman ve gayrimüslim gruplar arasındaki muhtemel silahlı çatışmayı önlemesi ve kontrol etmesi için padişah ve hatta Damat Ferit Paşa onun Anadolu’ya geçmesinde bir beis görmediler. Mustafa Kemal Paşa artık İstanbul’dan Anadolu’ya geçmenin bir yolunu bulmuştu. Tarihler 19 Mayıs 1919’u gösterirken aklındakileri hayata geçirmek için kurtuluşun ilk durağı olan Samsun’a çıktı. Artık önünde uzun, meşakkatli ama bir milletin bağımsızlığına giden bir yol vardı...
İmparatorluk, Cihan Harbi’nin büyük devletlerinden biri olarak dört yıl ordularını Galiçya’da, Kafkasya’da, Filistin ve Irak’ta sadece Britanya ile değil Rusya İmparatorluğu ile de savaşa sevk etmişti. Cihan Savaşı, Balkan Harbi’nin üzerine de gelmiştir. Yorgun ama tecrübeli bir ordu söz konusuydu.
GENÇ CUMHURİYET’İN DOĞUŞU
Şimdi örneğini vereceğimiz esaret hatıraları külliyesine baktığımız zaman Birinci Cihan Harbi sonunda çok az ülkede görülen zorluklara meşakkatle katlanan, çile çeken bir ordu ve millet görülür. Yenilgiye rağmen Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın da ifade ettiği gibi işgal kuvvetlerinin gideceğine mantık çerçevesinde de inanılıyordu. Nitekim Kurtuluş Savaşı bu zemin üzerine kuruldu. Eski bir milletin ve genç Cumhuriyet’in doğuşu için bu bir başlangıçtır, o nedenledir ki 19 Mayıs Gençlik Bayramı’nın derin ve kalıcı bir anlamı vardır.
İSTANBUL SURLARI
İstanbul surları Roma tarihinin ikinci safhasına ait büyük bir kalıntıdır. Klasik Roma İmparatorluğu şehirleri surlarla çevirmemiş, eskileri kullanmıştır hatta kullanmamıştır çünkü o Pax Romana’ydı. Beynelmilel bir barıştı. Doğu Roma’nın surları daha hayatının ilk yıllarında Kavimler Göçü denen barbar istilalarına karşı direnmek zorundaydı. Bir müddet sonra İstanbul’u kuşatanlar silah ve strateji bakımından daha üstün ordular oldular. İmparator Konstantin’in çevirdiği surlar Batı Roma’nınkinden daha uzun değildi. Bugünkü Sarayburnu ile Yenikapı-Unkapanı hattı arasını göz önünde tutalım. O zamanki surun sınırları Fatih’te ve şimdi Yenikapı’da çıkan Theodosius Limanı arasındaydı (surun bu kısmı liman kazısında 15 sene evvel bulundu). Bu hat üzerindeki önemli kapılar, Belgradkapı, Silivrikapı, Mevlevihane kapısı, Topkapı ve Edirnekapı’dır. Batı tarafından gelen istilalara karşı denize değil doğrudan doğruya surlara dayanan bir savunma görülür. Bizans devrinde Yedikule’deki Altınkapı tören kapısıydı ve önemli bir mevkiydi. Osmanlı devrinde ise savunma fonksiyonunu yitirmesine rağmen surlar ayakta kalmış ve Edirnekapı Avrupa tarafına giden orduların girip çıktığı, törensel geçitlerin kilitlendiği bir mevki olmuştur. İstanbul surları üzerinde Alexander van Millingen (1840–1915) ve Wolfgang Wiener-Müller (1923-1991) önemli bilgiler verir. Son zamanlarda Neslihan Asutay-Effenberger’i ilave etmemiz gerekir.
RESTORASYON YIPRANDI
Hiç şüphesiz 1980’lerde TAÇ Vakfı’nın yaptığı restorasyon, bu fennin ilkelerine uygun değildir. Hatta yer yer gerçekle ilgisi olmayan bir dekorasyon ağır basmaktadır ve daha şimdiden eskimiş ve yıpranmaya başlamıştır. Bir kısmında Zeynep Ahunbay ve Metin Ahunbay restorasyonu kısa bir mesafe ama gerçeklere uygundur. Şu anda Edirnekapı civarında bir yıpranma, çöküntü görülüyor. Bunun restorasyonunun ne olacağını göreceğiz. Restorasyon ilkelerine uyulması yeter.
Bizim kuşak çocukluğunda İstanbul olarak surların içini tanır. Sur dışındaki yerleşmeler gerçek anlamda banliyöydü. Hatta Suriçi’nde bile Edirnekapı, Mevlanakapı, Yedikule dışındaki yerleşmeler serpmeler halindeydi. Bizden önceki kuşak surların içinden geçen Bayrampaşa (Lipsos) Deresi’ni hatırlar. Bugün İstanbul bitmiştir. Gördüğümüz sular 5. asırda Theodosius’unkidir. Burada açık sarnıçlar da vardır. Çünkü Konstantinopolis’in bu kısmında yerleşmelerden çok manastırlar, bostanlar ve kışlalar bulunuyordu. Tıpkı Osmanlı devrinde olduğu gibi. İstanbul surları ve Topkapı Sarayı civarındaki Sur-u Hümayun sık sık restorasyona muhtaç olduğu gibi şehrin siluetinin korunması bakımdan da bir kıstastır. İstanbul’u İstanbul yapan görünümlerden biridir. Restorasyonlarda bilime ve fenne dikkat etmek gerekir.
Paylaş