Paylaş
Brezilyalı yazar Jose Mauro de Vasconcelos’un kendi çocukluğundan yola çıkarak yazdığı ve 1968 yılında yayımlanan romanı bütün dünyada büyük ilgi gördü. Pek çok dile çevrilen roman bir fenomene dönüştü.
Yoksul bir ailenin yaramaz ve zeki çocuğu Zeze’nin yaşadıklarını, çektiği acıları taşındıkları evin bahçesindeki şeker portakalı fidanına anlatmasıyla ilerleyen roman, etkileyici bir büyüme hikâyesi.
Kitap Türkçeye Aydın Emeç ve Emrah İnce tarafından 1983 yılında çevrilmiş ve Can Yayınları tarafından yayımlanmıştı.
Tam 40 yıldır Türkiye’de çok satan listelerinin gediklisi. Öğretmenlerin öğrencilerine en çok tavsiye ettikleri kitaplardan biri.
Kitabın bu uzun süreli ‘çok satan’ başarısının başka yayıncıların dikkatini çekmemesi mümkün değil tabii.
1984 yılında Sao Paulo’da ölen yazarın telif hakları, aile bireylerinden oluşan bir şirket tarafından temsil ediliyor.
Büyük bir yayınevi bu şirkete ulaşıp, ‘Şeker Portakalı’nın yayın haklarının kendilerine verilmesini teklif edip yeni şartlar sunmuş.
Bu gelişmeden haberi olan Can Yayınları’nın yöneticileri de apar topar yola düşüp vakfın kapısını çalmış.
Kitabı yayımlamaya devam etmek istediklerini, yeni şartları neyse konuşmaya hazır olduklarını belirtmişler.
Vakıf yöneticisi uzun yıllar işbirliği yaptıkları Türk yayıncısıyla devam etmek istediklerini ve yeni koşullar dışında tek bir şartı olduğunu söyler:
Dizilerini izlediği ve hayranı olduğu Kıvanç Tatlıtuğ’un setine gitmek ve kendisiyle tanışmak.
Bu sıradışı istek karşısında şaşırsalar da yayınevi yetkilileri derin bir nefes alır.
Zeze’nin hatırına Kıvanç Tatlıtuğ bizi kırmaz herhalde diyerek gönül rahatlığı içinde dönerler Türkiye’ye.
Böylece bir telif sözleşmesine ilk kez ünlü bir oyuncuyla tanışma maddesi konmuş oldu sanırım.
BALEYLE SEZON AÇILIŞI
SEZON açılışlarını sanat etkinlikleriyle yapmayı gelenekselleştiren bir otel Alaçatı’daki The Stay Warehouse. Kültür sanatı merkeze alan bir anlayışla işletilmesinin yanı sıra eski bir depodan dönüştürülen binanın tasarımının da buna uygun olması önemli bir özellik.
Kısa sürede geçici bir sahneye dönüştürülen geniş lobisinde iki yıl önce DasDas yapımı ‘Joseph K’yı izlemiştim. İstanbul’da da uzun süre sahnelenen ve Franz Kafka’nın ‘Dava’ adlı romanından Tom Basden’in uyarladığı oyunda Mert Fırat başroldeydi.
Geçen hafta sonu ise lobi sahnede iki güzel modern bale eseri vardı. Daha önce İstanbul’da Süreyya Operası’nda sahnelenen ‘Nox’ ve dünya prömiyerini Alaçatı’da yapan ‘Luminous’. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin dansçıları bu kez farklı bir mekânda çıkmıştı izleyicinin karşısına.
Dünyaya bir göktaşının düşmesiyle başlayan ‘Nox’ hayata sıfırdan başlayan insanoğlunun nasıl bir geleceğe evrileceğinin sorgulamasını yapıyor. Koreografisini ve kostüm uygulamasını Deniz Özaydın’ın yaptığı ‘Nox’un müziklerinde Utku Şilliler imzası bulunuyor. Bir distopyanın sahneye taşındığı eserde klasik bale eğitimi almış dansçıların modern bir esere uyumu kusursuzdu.
İlk defa sahneye konulan ‘Luminous’ ise insanoğlunun umutsuzluğu umuda, karanlığı aydınlığa dönüştürme gücüne inancını anlatıyordu. Klasik bale figürlerinin ağırlıklı olarak kullanıldığı eserin müzikleri de bilinen bestelerden seçilmişti. Bu da eseri görsel anlamda daha güçlü kılmış ve seyirciyle daha kolay bağ kurmasını sağlamıştı.
Yaz aylarında insanların sanatla bağının kopmaması için yapılan bütün bu girişimlere ne kadar teşekkür etsek az.
Paylaş