Paylaş
Yaklaşık 1850–1950 arasında Türkiye’de yaşamış ve yaratmış sanatçı kadınların eserlerinden bir seçkinin yer aldığı ‘Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı’ sergisini gezdim.
Deniz Artun’un üstlendiği sergi, ismini Şükran Aziz’in bir eserinden alıyormuş ve çoğunluğu ‘ben’leşememiş ve dolayısıyla sanat tarihi tarafından kaydedilememiş kadınları tek tek fark etmenin yanı sıra, kolektif bir ‘biz’in oluşabilme koşullarını araştırıyormuş verilen bilgiye göre.
117 sanatçıdan 232 eser sergileniyor Meşher’in üç katında.
Kadın heykel sanatçılarının yaptığı büstlerin yer aldığı vitrinde tanıdık isimler görüyorum. Bunlardan birisi de Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun büstüydü. Merak edip bakıyorum, hangi kadın sanatçının elinden çıkmış diye. İmza beni tutkulu ve bir o kadar da hüzünlü bir aşk hikâyesine götürüyor.
Bedri Rahmi’nin büstünü yapan sanatçı Mari Gerekmezyan.
İsim pek çok kişiye ilk anda bir şey ifade etmeyebilir belki ama Bedri Rahmi’nin ünlü ‘Karadut’ şiirini hatırlayacaklardır.
Hani şu “Karadutum, çatal karam, çingenem / Nar tanem, nur tanem, bir tanem / Ağaç isem dalımsın salkım saçak / Petek isem balımsın a gülüm / Günahımsın, vebalimsin” diye başlayan şiiri...
AKADEMİDE ÖĞRENCİSİYDİ
İşte bu şiirin yazıldığı isim Mari Gerekmezyan. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun adına daha pek çok şiir yazdığı, resim yaptığı büyük aşkı. Belki de ‘Karadut’un bu aşka verdiği cevaptı sergilenen bu büst.
1940’lı yılların başında Bedri Rahmi Eyüboğlu, Güzel Sanatlar Akademisi’nde asistan olarak çalışırken okulun heykel bölümüne misafir sanatçı olarak gelir Mari. Hoca öğrenci ilişkisi kısa sürede büyük bir aşka dönüşür. Ne var ki Bedri Rahmi o sırada Eren Eyüboğlu ile evlidir. Bir yasak aşk olarak devam eder ilişkileri.
Ancak kısa bir süre sonra Mari dönemin ölümcül hastalığı tüberküloza yakalanır ve 1947 yılında henüz 34 yaşındayken hayatını kaybeder.
Çok çabalar Mari Gerekmezyan’ın iyileşmesi için Bedri Rahmi. Tablolarını satar ilaçlarını karşılayabilmek için ama hayata tutunmasını sağlayamaz ‘Karadut’unun.
HER ESER BİR HİKÂYE
Yaşadığı o büyük çaresizliği, acıyı anlatır ‘Sitem’ şiirinde:
“Önde zeytin ağaçları arkasında yar / Sene 1946 / Mevsim / Sonbahar / Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim / Dalları neyleyim / Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim / Yar yar... Seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar / Değirmen misali döner başım / Sevda değil bu bir hışım / Gel gör beni darmadağın / Tel tel çözülüp kalmışım / Yar yar... Canımın çekirdeğinde diken / Gözümün bebeğinde sitem var”
Mari Gerekmezyan’ın yaptığı Bedri Rahmi Eyüboğlu büstü hatırlattı bana bir kez daha bu hüzünlü aşk hikâyesini.
Kim bilir daha ne çok hikâye vardır sergideki her eserin arkasında.
Onları bulup çıkarmak da sanat tarihçilerinin işi artık.
İSVEÇ AKADEMİSİ’NDEN ORHAN PAMUK’A DESTEK
EDEBİYAT tarihinin tozlu sayfalarında saçma bir tartışma olarak unutulup gidecek bir konu mahkemeye taşındı ya, olaya şimdi Nobel Edebiyat Ödülü’nü veren İsveç Akademisi de karıştı.
‘Veba Geceleri’ romanında “Mustafa Kemal Atatürk ve Türk bayrağına hakaret ettiği” gerekçesiyle Orhan Pamuk’a açılan soruşturma hakkında bir açıklama yapan Akademi, Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine saygı duymasını ve bu durum özelinde Nobel ödüllü Orhan Pamuk’a yapılan muameleyi takip etmesini beklediğini belirtmiş. Açıklamada ayrıca Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyesi olarak Avrupa Sözleşmesi’ne taraf olduğu ve Avrupa Adalet Divanı içtihatlarıyla bağlı olduğu da hatırlatılmış.
Pamuk, daha önce yaptığı açıklamada “Üzerinde beş yıldır çalıştığım Veba Geceleri’nde imparatorlukların küllerinden kurulan milli devletlerin kahraman kurucularına ve Atatürk’e hiçbir saygısızlık yoktur. Tam tersi, roman bu özgürlükçü ve kahraman önderlere saygı ve hayranlıkla yazılmıştır. Kitabı okuyanların göreceği gibi Kolağası Kâmil halkın sevdiği, her şeyiyle olumlu bir kahramandır” demişti.
Paylaş