Paylaş
Bu kadar kendi halinde, içe dönük yaşayıp dünyada olup biten ne varsa her şeyden haberi olan, en ince detayı yakalayıp oradan mizahı çıkartan bir gözlemciydi. En sıradan olay bile onun malzemesiydi.
İlk gençliğimizden itibaren takip ettiğimiz Oğuz Aral okulunun, Gırgır kuşağının en önemli temsilcisi.
Yarattığı tiplerden, kahramanlardan tanıdığım Latif Demirci ile yollarımız 1997’de Hürriyet’te çizmeye başladığında kesişti.
Aydın Doğan Karikatür Yarışması’nın jüri toplantıları sırasında ve sonrasında bitmeyen muhabbetlerimiz, ucunun nereye çıkacağını kimsenin kestiremediği geyiklerimiz, Beyoğlu’ndaki Kaktüs’te, Yakup’ta, Zübeyir’de kurduğumuz geniş masalar hep anılarımızda ve fotoğraflarda mı kaldı şimdi?
Son doğum gününde, Yasemin’in biraz da nostaljik bir hava olsun diye getirdiği polaroid fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğrafımızın bu kadar çabuk solacağı aklımın ucundan bile geçmemişti.
Meğer birkaç ay sonra cenazende yakama takacakmışım.
Daha gidecek çok yolumuz vardı. Tatil planları yapacaktık. Selçuk Demirel, Paris’ten gelmeden bizi örgütleyip buluşturacak, hiç ara vermemişçesine muhabbetlerimiz kaldığı yerden, en komik haliyle devam edecekti.
Çıkarıp atamadığım, göğsümde düğümlenmiş koskoca bir ‘Ah’ ile kalakaldım.
Güle güle Latif. Merak etme son yolculuğunda da yalnız değilsin, kalbimiz hep seninle olacak.
Paylaş