Sanatçının 2016 senesinde yayımladığı ‘Lemonade’ albümünden yaklaşık 6 sene sonra gelen yeni albüm tüm dünyaya dansı ve eğlenceyi yeniden hatırlatan bir güzellik olarak karşımızda.
Destiny’s Child’ın sınırları dar gelince, kendi yoluna devam eden Beyonce, her yayımladığı solo albümüyle dünya listelerini ve satış rekorlarını altüst eden bir diva. Her yaptığı işte bir öncekine göre daha direkt ve hatta daha politik ve cesur olduğunu gösteren sanatçı bu yanıyla da müzik sektöründe farklı bir takdirin de sahibi olduğunu düşünüyorum. Şarkılarının derinliği bir yana, Amerika’daki özellikle Afrika Amerikalı nüfusun yaşadığı ayrımcılığa çektiği dikkat onu hayranlarının kraliçe olarak anmasına haklı bir zemin sundu.
‘Renaissance’ Beyonce’nin seneler içinde kazandığı tüm haklı zaferlerden sonra, pandemi sonrasında sanatçının kendini ve sevenlerini yeniden özgür kılmanın anahtarı olarak bize ulaşıyor. Sony Music etiyketiyle yayımlanan yedinci albüm Beyonce’nin diskoyu kendince yorumladığı nefis bir dans albümü olmuş.
Beyonce’nin ‘Renaissance’ı üç bölümden oluşuyor ve ilk bölümü şu an hakkında tek bilgi sahibi olduğumuz kısım. Albüm kapağı, bu albümün belki de en cesur işlerinden birisi. ‘Renaissance’nin kapak fotoğrafı, John Collier’in 1897 tarihli yağlı boya çalışması olan ‘Lady Godiva’dan esinlenerek yapılmış. Sanatçının pandemi kapanmaları döneminde, yani yaklaşık 3 senelik bir zaman diliminde, hazırladığı 3 bölümlük bu çalışma çocukları, kocası ve amcası Jonny’e adanmış. Beyonce’un amcası Jonny kendisinin çocukluğuna dair çok önemli izler taşıyan, onu birçok müzikle, sanatla ve hayal edemediği bir dünyayla tanıştırmasından ötürü bu albümün ilham kaynağı olmuş.
Dünyanın önde gelen şehirlerinde ve İstanbul’da da Studio 54 temalı disko geceleriyle tanıtımı yapılan ‘Renaissance’ müzikal alt yapısı bakımından pop, R&B, disko ve house türlerini bünyesinde usta bir şekilde harmanlıyor. Şarkıların dinleyicisini dans pistine davet eden, kışkırtıcı ve hatta bulaşıcı hali Beyonce’un sahip olduğu başarılar hanesine dev bir yıldız daha eklerken söz konusu albüm arşivlerd şimdiden sağlam bir yere oturdu. Canınız ne zaman disko isterse evde, arabada, daha doğrusu siz nerdeyseniz Beyonce size bu anı yaşatacak nefis bir albüm yapmış, dinleyip bunun keyfini çıkartın derim.
Yıldızlar: I’m That Girl, Cozy, Energy, Heated, Alien Superstar, Cuff It
Oscar’ımı Verdim Gitti: Break My Soul, Summer Renaissance
Yeni Çıkış: Sena Şahin
İstanbul’un en sıcak dönemlerinden birine denk gelen, bu senenin merakla beklenen konserinde kapılar akşam üzeri açılır açılmaz tüm genç hayranlar sahneye en yakın noktalarda yerlerini almıştı. Ben akşam üzeri altı sularında Küçük Çiftlik Park’a gittiğimde konser alanı neredeyse dolmuş gibi olduğunu görünce gerçekten de gözlerime inanamadım. Küçük Çiftlik Parkı dolduran genç hayranların yanı sıra onların anne ve babaları da konser alanında çocuklarıyla birliktelerdi. Bu sıcağın altında, çocuklarının hayran olduğu bir grubun konserinde onlarla birlikte sahneyi bekleyen ve konser boyunca sahneyi göremeyen çocuklarını kah omuzlarına alan, kah onlarla birlikte bağıra bağıra şarkıları söyleyen ebevynlere gerçekten büyük alkış gönderiyorum. Konserin rock enerjisinin beni büyülemesine ek olarak bu manzara aklımdan hiçbir zaman silinmeyecek.
Maneskin merakla beklenen konseri öncesinde kuliste basın mensuplarıyla buluşurken, grup üyelerinin ilk defa İstanbul’a gelmiş olmalarının heyecanı gözlerinden belli olduğunu belirtmeliyim. Grup Eurovision birinciliğinin onlara aslında içlerinde varolan gizli enerjiyi dışarı çıkartmalarına imkan tanıdığını söylerlerken, sadece sevdikleri müziği yapmaya devam edeceklerini her fırsatta tekrarladılar. 2021 yılında yayımlanan ve Eurovision birinciliği getiren ‘Zitti E Buoni’ şarkısının da yer aldığı ‘Teadro d’ira- Vol 1’ albümüyle Platinum Plak kazanan Maneskin, Sony Music Türkiye’den ödülünü konser öncesinde büyük bir mutlulukla aldı.
Maneskin’in sahnesine geçmeden önce ön grup The Ringo Jets’in Maçka’yı kasıp kavuran performansından bahsetmek istiyorum. Hatırlarsınız bundan birkaç ay önce mor ve ötesi’nin İnönü Stadyumu’ndaki konseri öncesinde kendilerini izleyemediğim için bu konserde kaçırmayacağımın sözünü vermiştim. Sözümde durdum ve Maneskin konseri öncesinde The Ringo Jets’in performansını baştan sonra izledim. Sahneye çıktıkları ilk andan itibaren tüyleri diken diken eden, enerjileriyle kalabalığı kendisine hapseden ekip bence izleyiciden tüm yıldızları ve kalpleri kaptı.
Saatler Maneskin için çaldığında grup sahneye Eurovision birinciliği kazandıkları ‘Zitti E Buoni’ ile çıktılar. İtalyan grubun sahnedeki rahatlığı, birbirleriyle olan uyumları, her şarkıda grubun vokali Damiano’nun tansiyonu arttırması muhteşemdi. Bass gitarist Victoria’nın cool hali, gitarda Thomas’ın döktürmesi, davulda Ethan’ın coşkusu bu işi ne kadar severek yaptıklarını her şarkıda ispatlar nitelikteydi. Geçtiğimiz Haziran ayının başında yayımladıkları ‘Supermodel’ şarkısı şu sıralar dünyada birçok ülkede birinci sırada yerini alırken, konserdeki şarkının canlı performansında Damiano Küçük Çiftlik Park’ın kalabalığını deyim yerindeyse her notada yerlerinde zıplattı.
Grup üyeleri konserin sonlarına doğru bir çılgınlık yaparak saha içine girerek konsere izleyicilerin arasında devam ettiler. The Stooges cover’ı ‘I Wanna Be your Dog’u hayranlarının arasında seslendiren Maneskin, bu kalabalıktan rastgele seçtiği izleyicileri ‘Lividi Sui Gomiti’ şarkısında sahne üstüne alarak zaten mutluluk mest olan kalabalığı bir başka seviyeye taşıdı diyebilirim.
17 şarkılık dur durak bilmeyen bu nefis performansta Damiano’nun izleyiciyle flörtü, sahnedeki kimi zaman çılgın halleri rock’n roll’un ölmediğinin bence günümüzdeki en güzel kanıtıydı. Bis için sahneye geri gelen İtalyan grup birçok kere Türk izleyicisinin kendilerini ne kadar mutlu ettiğini, bu kalabalığın onlar için ne kadar değerli olduğunu, yeniden ilk fırsatta konsere geleceklerinin sözünü vererek son iki şarkıyla birlikte performanslarını sonlandırdılar.
Biletleri geçtiğimiz Aralık ayında satışa çıkan ve dakikalar içinde tükenen bu olay konser için 7.5 aydır büyük bir sabırsızlıkla bekliyordum. Bilet satışını başarıyla tamamlayıp aylardır konser gününü beklerken bir yandan da göz ucuyla grubun turnesinde gittiği diğer ülkelerdeki konser performansını, hangi şarkıları seslendirdiğinin detaylarını takip edip İstanbul konserine adım adım hazırlandım.
Placebo denince benim için akan sular duruyor. Daha önce İstanbul’da verdikleri Rock’n Coke, Park Orman, Kuruçeşme Arena gibi efsane konserlerinden deneyimle bizi nefis bir akşamın beklediğini bildiğimden heyecanım konser günü geldiğinde en üst seviyeye ulaştı. Pandemiden sonra çıktıkları yeni turnelerinde İstanbul’a da gelmiş olmaları, benim için bu senenin en güzel anlarından biri oldu.
İngiliz grup bu sene mart ayında sekizinci stüdyo albümleri ‘Never Let Me Go’yu yayımlamıştı. 26 senedir hayatımızda olan, şarkılarıyla acılara biber katan, üzüntüleri körükleyen, melankolinin rock temalı prensleri her biri inci güzelliğindeki 7 albümden sonra nefis bir yeni albümle bu sene müzikseverlerin karşısında çıktı. Pandeminin kasveti ve zor geçen 2 yılın ardından Placebo’nun yepyeni bir albüm ile geri dönmesi, üzerine de yeni turnesi kapsamında İstanbul’a da gelmeleri hayranları için herhalde en güzel hediye olsa gerek. Konserde ön grup olarak Hedonutopia’nın yer alması benim için ayrı bir mutluluk sebebiydi. Placebo’yu sabırsızlıkla bekleyen kitleyi daha iyi sakinleştirecek bir grup düşünemiyorum.
18 Temmuz akşamı Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde konser veren Placebo hazırladığı setlist’te 18 şarkıyla bizleri mest etti. Sonda söyleyeceğimi şimdi yeri geldiği için söylemek istiyorum, grup enerjisinden gram kaybetmemiş. Belki daha cool olduklarını söyleyebilirim ama performans kalitesi bakımından bence sanatlarının altın dönemindeler. Deyim yerindeyse cayır cayır çalıp söyledikleri bu gecede, onları izlediğim en ilk konserlerindeki kadar enerjik ve heyecanlılardı.
Konserde 8 şarkının son albümleri ‘Never Let Me Go’dan olmasına rağmen kalabalığın şarkılara eşlik etmesi grubu da ziyadesiyle mutlu ettiğini düşünüyorum. Konser başlamadan önce sahneye yansıtılan uyarı mesajıyla performans sırasında cep telefonuyla çekim yapılmamasını, onun yerine konser anının tadının çıkartılması konusunda dinleyicisini uyaran ingiliz grup bu mesajı konser sırasında sözel olarak da tekrarladı.
Sanırım beşinci ya da altıncı şarkıdan hemen önce cep telefonuyla konser sırasında görüntü alan izleyenlerine oldukça sert bir çıkış yapan grubun vokali Brian Molko ‘beni kızdırmayın’ diyerek hepimize ayar verdi. Bu tavrını gereğinden fazla sert ve gereksiz bulduğumu da belirtmeden geçemeyeceğim. Konserin o anından sonuna kadar bendeki endişe balonu hiç inmese de yine de grubun performansı beni fazlasıyla memnun etti. Sahneye oldukça yakın bir bölgeden takip ettiğim konserde etrafımdaki herkes arkasındaki kişi konseri rahat görebiliyor mu diye çeşitli kibarlıklar yaparken bunun şoku bir yana Brian Molko’nun cep telefonu kullanmayın azarı benim için bu geceye dair hatıralarımda özel bir yer etti.
Etkinlikte kalabalığın koptuğu anlar elbette eski şarkıların sırasının geldiği bölümlerdi. ‘Special K’yi çalmış olmaları benim için sürpriz olduğu gibi ‘Every Me Every You’yu çalmamaları da bir o kadar şok ediciydi. Konser setlist’i çıkışta duyduğum yorumlara göre bir kısım izleyiciyi üzmüş olsa da, yeni şarkıların canlı performansını izlediğimiz için ayrıca mutlu olduğumu belirtmeliyim. 'Fix Yourself’ ve ‘This is What You Wanted’ı da çalsalardı sanırım mutluluğum daha büyük olurdu. Kapanış Kate Bush cover’ı ‘Running Up That Hill’ ile olması beni bundan 16 sene önce Rock’n Coke performansına ışınladı. O konserin de kapanışını ‘Running Up That Hill’ ile yaptıklarında kalabalık bugün olduğu kadar dev bir sevgi göstermemişti. Sanırım bunda ‘Stranger Things’in payı büyük olsa gerek. Dizide de olduğu gibi konserin bu son en yüksek anında, Zorlu PSM’deki Placebo aşkı hepimizi tüm korkulardan ve kötülüklerden uzaklaştırıp bizi en saf ve mutlu olduğumuz o anda askıda bıraktı.
Merve Çalkan’nın sosyal medya profilinde de yazdığı gibi tam da güzellikleri anlatmaya sebep olacak, pozitif niyetlerle dolu bir şarkı var karşımızda. Zor geçirdiğimiz günlerin ardından, sözün sihir, sözün yarın olduğu güzelliklere ortam yaratacak, ya da en azından bunları beklemeye değer bir his yaratacak nefis bir şarkı olmuş.
Şarkının sözlerinde Mabel Matiz ve Merve Çalkan birlikte yer alıyor. Bestede Mabel Matiz bu sefer Volkan Karaman ile birlikte çalışmış. Bahadır Kartal’ın prodüktörlüğünü üstlendiği, Pose Records etiketiyle yayımlanan ‘Bana Güzel Günlerden Bahset’in klibi de şarkının verdiği olumlu etkileri sürdürüyor. Fatih Cihangir Selimoğlu’nun yönetmeni olduğu, Uğurcan Arslan’ın yardımcı yönetmenliğini üstlendiği, Kadir Ayaydın ve yine Uğurcan Arslan’ın görüntü yönetmenliğini yaptığı, Beril Atamer’in styling’i üstlendiği klip Merve Çalkan’ın 4 arkadaşıyla çıktığı yolculuğu hikayeleştirmiş.
‘Bana Güzel Günlerden Bahset’, melankolinin umutla buluştuğu en güzel örneklerden biri diyebilirim. Merve Çalkan’ın içe işleyen sesi, ondan ne zaman yeni bir şarkı duysam beni her seferinde bir sonraki yapacağı şarkı için iştahlandırıyor. Yeni şarkısı hem ona uğur getirsin, hem de dilediği gibi hepimize güzel günler armağan etsin.
Mabel Matiz – Karakol
Mabel’in yeni şarkısını konuşmamız lazım. Hoş, hakkında ne kadar çok konuşuldu ya da gerçekten de konuşuldu mu biraz da bunu açmak istiyorum aslında.
Sanatçının 5. albümünün hazırlıkları son sürat devam ediyor. Kısa aralıklarla albüme dair merakı kaynatacak nefis tekliler yayımlayan sanatçı son şarkısı ‘Karakol’ ile tüm dikkati üzerine çekti. Şarkının güzelliğine dair, Mabel’in ince işçiliğini ne kadar anlatsam kelimeler yetmez. Ben eminim ki şarkının sözlerinin, bestesinin, düzenlemesinin, onun içine sinen haline gelmesine kadar geçen süre kim bilir ne kadar sancılıdır, ne kadar yoğun emek doludur.
Özellikle Mabel Matiz’in ‘Maya’ albümünden sonra görsel dünyaya, kliplerine birer film gibi yaklaştığını düşünüyorum. Her biri için özel çalışmalar tertipliyor, en az şarkının doğması kadar kliplere de büyük emekler harcıyor. ‘Karakol’un da klibiyle bütünlüğünün şarkıyı olduğu yerden daha da yüksek bir yere getiren bir çalışma olması Youtube’daki 7.4 milyondan çok izlenmesiyle ve müzik trendlerinde bir numarada olmasından da belli.
‘Karakol’un sözleri ve bestesi Mabel Matiz imzalı. Yapımcılığını Özgür Akgül ile birlikte üstlenen Mabel Matiz’e back vokalde Tuba Önal, Ceren Deniz, Dünya Kızılçay eşlik ederken mix Sabi Saltiel’e mastering ise Aran Lavie’ye ait. Klipte Mabel az önce de dediğim gibi yine bir film çeker ciddiyetiyle ve detayla çalışmış. Cenan Çelik’in yönetmenliğinde klibin sanat yönetmeni ve kostüm tasarımında Anıl Can görev almış. Kıbrıs Yalısı’nda çekimi yapılan şarkının video klibinde Mabel’in kostümlerinin göz kamaştırıcılığı, çekim mekanının havasının şarkıya bu denli uyumu göz alıcı bir etkiyle sonuçlanmış.
Cumartesi günü Rhye performansını hayran bir şekilde o sıcak havada izleyip mutluluk katsayılarımı çoğalttım. Hemen ardından sahne alan Molchat Doma’yı ilk defa izleme fırsatı buldum. New wave ve synthpop’un birleştiği bir saniye bile enerjinin düşmediği muhteşem bir konserdi. Sonrasında sahne alması beklenen L’Imperatrice, ekip elemanlarından birinin Covid olması sebebiyle programdan çıkartılırken, yerine BadBadNotGood’un çıkması festivalin özel sürprizlerinden biri oldu.
Festival alanı güzel bir planlamayla hazırlanmıştı. Yemek alanının performans alanından ayrı bir bölgede konumlandırılması çok doğru bir karar olmuş. Konserlerden biraz uzaklaşıp Parkorman’ın içindeki yemek alanında vakit geçirmek çok keyifliydi. Öte yandan bir festival klasiği olarak tuvalet konusu bence yine zorlayıcıydı. Ama festival demek bence biraz da bu demek, binlerce insanın katıldığı bir etkinlikte tuvalet konusu her zaman zorlayıcı olur. Yine de bu kalabalığı rağmen bu operasyon da gördüğüm kadarıyla sorunsuz halledilmişti.
Cumartesi günün olay performansı elbette Moderat oldu. Pandemi sonrası kurtlarımı döktüğüm konser olarak Moderat’ı kendime not aldığımı belirtmeliyim. Festival kitlesi de en az benim gibi aylardır bu performansı bekliyormuş. Moderat’ın sahne performansı, görsel şovu kaçırılmayacak bir deneyimdi. Bence her ay gelseler herkese ilaç gibi gelir.
Pazar günü bir önceki günün sıcağından nasibimi aldığım için biraz daha geç gittim festivale. Bu sebeple ilk olarak Jakuzi performansıyla Gezgin Salon Festivali’nin ikinci gününü açtım. Jakuzi’yi bu kadar büyük bir kitleyle ilk defa izledim. Ve kesinlikle mutlu müzik dinleyicisinin, sahnedeki sanatçıya katkısını bu konserde şahitlik ettiğimi söylemeliyim. Jakuzi’nin performansı önceki güne göre daha da kalabalık olan konser alanının coşkusuyla muhteşem bir performansa dönüştüğünü belirtmeliyim. Hemen ardından sahne alan Tamino yükselen enerjiyi doğru noktada sabitleyip Parkorman’a gözle görülecek boyutta dev duygusal bir hava yarattığını düşünüyorum.
Gezgin Salon’un benim için bir diğer gözbebeği de Cigarette After Sex performansıydı. Salon İKSV’deki konserlerini kaçırdığımdan beri hep bir umut grubu tekrar İstanbul’da izlemek için sabırsızlanıyordum. Artıbir’in sunduğu Gezgin Salon Festivali’nin kapanış konseri olarak Cigarette After Sex’i izlemek bu hafta sonunun benim için en özel anıydı. Grubun aralarda yaptığı ‘İstanbul sizi çok seviyoruz’ kısa anonsları hariç neredeyse hiç konuşmadığı, en güzel şarkılarını arka arkaya çaldığı bu nefis performans deyim yerindeyse göz açıp kapayıncaya kadar geçti diyebilirim. Festivalin 2 günlük yorgunluğu Cigarette After Sex’in sahnesiyle tamamlandı. Kendilerine doyamadım ama canlı izleyebildiğim için mutluluğum tarifsiz. Diğer yandan geçmiş yıllarda hissettiğim festival mutluluğunu yeniden yaşamış olmak gerçekten paha biçilmez bir duyguydu. 2 seneden uzun süredir hayatı kısıtlayan pandemiden sonra yeniden festivallere katılabilmek çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Salon İKSV ekibinin aylardır uğraştığı Gezgin Salon Festivali unuttuğumuz güzel anıları yeniden en yüksek notada hatırlattı. Darısı yaz boyu düzenlenecek konser ve etkinliklerde bu duygunun hiç dinmeden çoğalarak artmasına diyelim.
Haftanın Etkinlik Ajandası
İbrahim Maalaouf Parkorman’da!
Trompetin önde gelen isimleri arasında yer alan Lübnan kökenli Fransız müzisyen İbrahim Maalouf, 29 Haziran’da Pozitif ve Pasión Turca iş birliğiyle Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak.
Drake’in dans müziğine yakınlığını Rihanna ile birlikte söylediği ‘Take Care’ daha sonra ‘Passionfruit’ ve belki de en çok ‘One Dance’ şarkılarıyla biraz olsun aşinaydık. Ama bu şarkılarına rağmen itiraf etmeliyim bir dans albümü yapmasını hiç beklemezdim. ‘Honestly, Nevermind’ çıkınca nerdeyse tüm müzik basınındaki eleştiri yazılarını okudum. Çoğunluk şok durumda ve mutlu. Bence bu durum iki şekilde açıklanabilir, pandemi hepimizi canından bezdirdi, herkes biraz eğlenmeye ve dans etmeye hasret. Kimi illa eleştirmek zorundayım tarzında olan müzik medyası Drake’i bu albümüyle de yerden yere vurmayı ihmal etmemiş. Kendini beğenmiş olması, narsist olmasını bu albümde de yenememiş diyerek yine de dans çabasına biraz olsun şapka çıkartmışlar.
Sanaçının 7. albümü geçen yıl ani vefatıyla tüm moda ve sanat dünyasını derinden sarsan Virgil Abloh’a adanmış. ‘Honestly, Nevermind’ gizemi ilk başlarda anlaşılmayan, çözülmesi ve sindirilmesi zamanla olabilecek özel bir albüm olduğunu düşünüyorum. Drake albümün yayımlanmasıyla beraber paylaştığı notunda onu hayata bağlayan şeyin nefes almak değil çalışmak olduğunu belirtmiş. Bunu da ancak üretmekle sağlayabildiği için insanların kafasında gezenleri kafiyeli bir şekilde söylemediği sürece hiç bir zaman anlaşılmadığının altını çizmiş. Ben bunu kendisini en iyi şarkılarıyla anlatıyor olduğu şeklinde yorumluyorum. Bunu yaparken de dilediği gibi özgür ve cesur olmayı bence her sanatçı gibi o da hakediyor.
Drake sürprizlerle dolu yeni albümünde Gordo, Black Coffee, 40 gibi birbirinden farklı yapımcılarla çalışmış. Kendi alanında dünya starı olan bir ismin böylesine farklı bir manevra ile dinleyicisini şaşırtması hem çok özel hem de bir devrim niteliği taşıyor. Albümün kapanış şarkısı hariç Drake yeni şarkılarında önceki çalışmalarına kıyasla neredeyse rap yapmıyor diyebilirim. Albümün yayımlanmasından kısa bir süre geçmiş olsa bile Drake gelen karışık yorumlara ithafen ‘Henüz anlamadıysanız sorun değil, yaptığımız bu! Alışmanızı bekliyoruz. Biz buradayız, artık bir sonrakine!” şeklinde cevap vermiş. Drake bu albümü tam anlamıyla keyfine göre, özgürce ve dans etmek için yaptığı çok açık, bence hepimiz biraz rahatlamayı ve boşvermeyi çoktan hakettik.
Yıldızlar: Texts Go Green, A Keeper, Calling My Name, Overdrive, Jimmy Cooks
Oscar’ımı Verdim Gitti: Falling Back, Sticky, Massive
Kraliçe B Geri Döndü!
Drake’in habersiz dans albümü yetmiyormuş gibi önceki gün Beyonce yeni şarkısı ‘BREAK MY SOUL’u yayımladı. Sadece şarkının sürpriz olması yetmiyor, Temmuz ayının sonunda kraliçe B’nin yeni albümü ‘RENAISSANCE’ da yayımlanıyor.
Sanatçının yedinci stüdyo albümü adından da anlaşılacağı gibi rönesans yani bir çeşit uyanışı bize fısıldıyor. Albümün ilk teklisi ‘BREAK MY SOUL’ nefis bir dans şarkısı olarak dinleyicisini ilk deneyimde yerinden kaldırıyor. ‘BREAK MY SOUL’ 90’ların unutulmaz dans klasiği Robin S’in ‘Show Me Love’ sample’ları içeriyor olması sanırım benim gibi birçok kişiyi dinler dinlemez kendisine mıknatıs gibi çekmiştir.
Elimden geldiğince dizinin yeni sezonu hakkında ipucu vermeden dünya müzik listelerini yerinden oynatan durumu size yazmak istedim. Dizinin 4. sezonu pandeminin iki senedir yarattığı prodüksiyon zorlukları sebebiyle 3. sezonundan 3 sene sonra geçtiğimiz hafta yayımlanmış oldu.
Diziyi izleyenler bilecektir, 80’ler temasının yoğun şekilde hakim olduğu dizide müzikleri de benzer şekilde o dönemin en popüler şarkılarıyla dolu. Yeni sezonda da tıpkı önceki sezonlarda olduğu gibi dizinin müzikleri özenle en dikkat çekici sahnelerde bizi yakalıyor.
Kate Bush’un 1985 senesinde yayımladığı ‘Running Up That Hill’ şarkısı da bu sezona imzasını atan şarkılardan birisi olarak dizide yer alıyor. Şarkının nerede ve nasıl bir durumda çaldığını detayını henüz izlemeyenlerin olduğunu varsayarak söylemek istemiyorum ama dizinin özellikle bu sezonu için en önemli anlarına şahitlik eden bölümlere konumlandığı bilgisini vermeliyim.
Tahmin edeceğiniz gibi 80’lerin Kate Bush şarkısı, seneler içinde Placebo dahil birçok önemli grup ve şarkıcı tarafından cover’larının yapıldığı ‘Running Up That Hill’ orijinal haliyle ‘Stranger Things’te yer alınca dijital platformlarda dinlenmesinin katlanması da kaçınılmaz oldu. Şarkı özellikle de Kate Bush’u belki de ilk defa keşfeden yeni nesil tarafından o kadar çok sevilip dinlendi ki, dünya müzik listelerinde bir numaraya yerleşti. Sanatçının bu başarısını sevinçle karşılayan hayranları olduğu gibi, müziğinin popülerleşmesinden ötürü kendilerinden bir hazinenin alındığını düşünen hayranları da mevcut. Şarkının dünyada yeniden yakaladığı bu başarı karşısından Kate Bush geçtiğimiz günlerde bir açıklama paylaştı.
Açıklamasında kendisi de şarkının yakaladığı bu büyük başarısı için büyük bir şaşkınlık yaşadığından bahsetmiş. Gençlerin şarkısını ‘Stranger Things’ sayesinde duyarak tekrar tekrar dinlemelerinin kendisini nasıl iyi hissettirdiğinden bahseden sanatçı, ‘Running Up That Hill’in aldığı yanıtın aslında kendi enerjisine ve iradesine sahip olan bir durum olduğunu belirtmiş ve bu durum karşısında fevkalade bir mutluluk ve gurur yaşadığını söylemiş.
Madrigal’in İlk Harbiye Açıkhava Konseri
Geçtiğimiz Pazar günü Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’ndaki Madrigal konserine gittim. Grup 2021 senesinde merakla beklenen ilk albümleri ‘Neogazino’yu yayımlamışlardı. Bu nefis albümle yaz boyunca ve kışa dönemine kadar birçok konser yaptılar. Özellikle Zorlu PSM’deki konserlerini bir türlü denk getirip izleyemediğim için grubun canlı performansı hep içimde kalmıştı.
Geçtiğimiz pazar günü Madrigal’i sonunda hem de ilk Harbiye konserinde açıkhavada izlediğim için gerçekten çok mutluyum. Konser yaş sınırı olmadan düzenlendiği için grubun genç yaşlardaki büyük hayran kitlesi onları bu özel konserde yalnız bırakmamıştı. Madrigal’in grup olarak sahnedeki birbiriyle olan uyumu gerçekten çok iyiydi. Her şarkı bitiminde konser izleyicisinin yoğun ısrarı üzerine şarkılar kısa bir versiyonla hep bir ağızdan tekrar söylendi. Madrigal izleyicisinin grubuna olan desteği, grubun seneler içinde kazandığı bu özel izleyici kitlesiyle ilk kez Harbiye sahnesinde şarkılarını onlarla birlikte seslendirmesi gerçekten beni de çok duygulandırdı.
Haftalardır bu konseri sayıklıyordum. Tüm arkadaşlarıma bilet almaları için duyurularda bulundum, hatta ek bilet satışı çıktığında almayan varsa tekrar tekrar hatırlatmalar yaptım. Bunun en büyük sebebi de tarihi bir olaya tanıklık edeceğimizi en başından beri tahmin ediyordum. Ve gerçekten de öyle oldu!
İstanbul’da çok uzun zamandır stadyum konseri olmadığı için böyle dev bir etkinliğin olduğu gün hayatın nasıl etkilendiğini unutmuşum. Beşiktaş semaları konser günü o kadar tatlı bir kalabalıkla doluydu ki, yoldan birisini çevirsem birlikte bir mor ve ötesi şarkısını oracıkta söyleyebilirdik. Stadyuma yakın tüm mekanlar konser katılımcılarıyla dolup taştı. Ben saha içi bileti aldığım için ve ayakta çok duracağımı önceki stadyum konserlerinden deneyimlediğimden stadyuma biraz daha geç gitmek istedim. Çok istesem de The Ringo Jets’in nefis performansını maalesef kaçırdım. Temmuz’da Maneskin konserinde bu kaybımın telafisini yapacağım.
Stadyum yoluna koyulup Dolmabahçe civarına geldiğimizde kaldırımdaki kuyruğun stadyuma girmek için sıraya girmiş insanların sırası olduğunu gördüğümde bir anlığına büyük bir panik yaşadım. Konsere 1.5 saat kala bu kuyruk nasıl eriyecek de saha içine girip, kendimize uygun yeri bularak konsere kendimizi bırakacağız diye hafif bir endişe rüzgarının üzerimden geçtiğini söylemeliyim. Ama 20-25 dakika gibi bir zaman diliminde kendimizi saha içinde 10binlerin arasında bulduk. Hiç tanımadığım binlerce kişiyle mor ve ötesi’nin bu tarihi konserine geri saymak, o anın heyecanıyla çimler üzerinde sahneye doğru en uygun açıda konumlanmak tarifsiz heyecanlardı.
Bugüne kadar çok mor ve ötesi konseri izledim. Hatta geçmişte ODTÜ stadyumunda da izlediğim bir konserleri de vardı ama İnönü Stadyumu’ndaki konser hepsinden başka bir büyüklükteydi. Konserlerin ilk şarkısı öyle etkili bir başlangıç ki, gecenin gidişatını o ilk kıvılcım şekillendiriyor neredeyse. İlk şarkının ‘Uyan’ olması beni ilk anda darmadağan etti. Hangi mor ve ötesi şarkısını en çok seviyorsun deseler ilk üç içinde mutlaka ‘Uyan’ cevabını veririm. Önceki konserlerinden hatırladığım kadarıyla da ‘Uyan’ konserin daha sonlarına yakın, enerjinin yükseldiği noktalarda çalınan bir şarkıydı. Konsere ‘Uyan’ ile başlamaları bu gecenin gerçekten tarihi bir performans olacağını daha ilk dakikadan bana işledi. Konser repertuarına yeni ‘Sirenler’ albümünden ‘Forsa’, ‘Dünyaya Bedel’, ‘Canavar’, ‘Adamın Dibi’ ve ‘İstiklal’in eklenmesine çok mutlu olduğumu söylemeliyim. Performansta sıranın ‘Cambaz’ ve ‘Bir Derdim Var’a geldiği anlar 30bin kişilik bu dev müzik korosunun yaşadığı nadide anlardı. Harun Tekin, Kerem Kabadayı, Burak Güven ve Kerem Özyeğen’in konser boyunca birbiriyle olan müthiş uyumu bir yana, gruba bazı şarkılarda katılan koro ve Beyhan Murphy’nin modern dans topluluğu konserin ince detaylarındandı.
Konserin her anı kadar sonu ve bis bölümü de en başından beri çok merak ettiğim kısımlarındandı. ‘23’ ile sahneye geri dönenen grup, sırasıyla ‘Hazinende’, ‘Daha Mutlu Olamam’, ‘Tamiri Mümkün Kalbinin’ ve en son olarak da ‘Park’ı çaldı. Yaklaşık 3 saatlik performansın sonunda mor ve ötesi, İnönü Stadyumu’nda 29 şarkıyla unutamayacağım bir anıyı hafızama işledi. Tek içinde kalan şarkı ‘Yardım Et’ oldu, onu da bu kalabalıkla bu özel gecede duymak çok isterdim, belki bir sonrakine kısmet olur diyerek evrene şimdiden mesaj gönderiyorum.
Her etkinlikte, hele ki böylesine büyük işlerde mutlaka teknik aksaklıklar olur. O sebeple yapılan hafta boyunca konser hakkında yapılan eleştirilere daha olumlu bir taraftan bakmak istiyorum ve hatta bundan sonraki konserlere de pozitif yönde bir ışık tutacağını düşünüyorum. Böylesine büyük bir organizasyonu, sponsorsuz ve sadece bilet satışına dayanarak yapmak, 30bin insanı stadyumda toplayabilemek, müzik adına, pandeminin etkilerini üzerimizden atmak adına ve geleceğe daha büyük bir umut beslemek için harika bir sebep olduğunu düşünüyorum. İyi ki mor ve ötesi var, iyi ki İnönü’de buluştuk!