Türkiye’nin S-400 almasından ve süreçten Obama yönetimini sorumlu tuttu. Hatta Türkiye’ye adil davranılmadığını belirtti. Trump’ın tavrı Türkiye’de umutları arttırdı. Gazetemizde ayrıntıları ile yazdık. İş dünyası harekete geçti. Türk-Amerikan İş Konseyi, Başkan Trump’a mektup yazdı. Mehmet Ali Yalçındağ imzalı mektupta 100 milyar dolarlık ticaret hacmi için çalışma yapıldığı ve çalışmanın Trump’ın Türkiye ziyaretinde iki lidere anlatılmak istendiği belirtiliyor.
Türkiye, hükümeti ve iş dünyası ile sıcak mesajlar veren Trump’a peş peşe olumlu adımlar atıyor. Atıyor ama Amerikan yönetimi, Türkiye’ye yaptırım uygulamakta kararlı görünüyor. Zaten ilk adımı F-35 programından resmen çıkararak attılar. Peki ne olacak? Trump yaptırımları erteleyecek mi, ertelemeyecek mi? Amerikalı bazı kaynaklar, “Türk karar alıcılar Trump’a gereğinden fazla güveniyor. Aksiliğe hazırlıklı olmalılar” yorumunu yaptı. Yeni edindiğim bu yorum çerçevesinde her olasılığa hazırlıklı olmak gerekiyor diye düşünüyorum.
DENİZLERİ AĞLATMAYALIM
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, İzmir Çeşme’de “denizlerin terk edilmiş av araçlarından temizlenmesi” projesi kapsamında dalış yaptı. Denizlerimiz çok kıymetli, ama biz kıymetini ne kadar biliyoruz? Projenin kapsamını ve amacını sormak için Bakan Pakdemirli’yi aradım. Halk arasında “hayalet ağ” olarak tabir edilen av araçlarının su kaynaklarından temizleneceğini belirterek, “Bu ağlar canlıların barınma ve beslenmelerini olumsuz etkilemekte. Su ürünlerinin ekonomik değer kazanmadan yok olmasına neden olmakta. Yaptığımız çalışmada 725 lokasyonda 750 bin metrekare uzatma ağı, 44 adet gırgır ağı, 20 adet trol ağının kaybolduğu bilgisine ulaştık. Bunları denizlerde bırakmamız mümkün değil” dedi. Bakan Pakdemirli sloganı da paylaştı: “Ağları toplayalım, denizleri ağlatmayalım...”
SONSUZLUĞA YÜRÜYEN AYAKKABILAR
AYAKKABILAR... Sonsuzluğa uzanan ayakkabılar...
Arka arkaya... Yan yana...
Sonsuzluğa yürüyorlar.
“Doğrusu bir kalkışma ihtimali üzerinde duruyoruz. Belli ki emir komuta zinciri olmadan, asker içindeki bazı kişilerin kanunsuz bir eylemi söz konusu. Vatandaşlarım ve milletim şunu bilsin ki, demokrasiye herhangi bir zarar getirecek hiçbir faaliyete izin verilmeyecek. Bu kalkışmayı yapanlar, bu kanunsuz eylemin içerisinde olanlar en ağır şekilde bedelini ödeyeceklerdir.”
Gecenin ilk açıklamasıydı... Dönemin Başbakan Binali Yıldırım, tüm Türkiye’yi ayağa kaldıran 15 Temmuz gecesi NTV ekranlarında ilk açıklamayı yapmıştı. Tabii bu açıklama öncesinde de yaşananlar var. Binali Yıldırım İstanbul’daydı.
Bu satırları yazmadan önce kendisini aradım ve bir kere daha kendisinden dinlemek istedim. Yıldırım, “İstanbul’da ve Ankara’da neler oluyor bilgisini almak için önce yetkilileri, emniyet müdürlerini, valileri aradım. Bilgileri derledim, değerlendirdim. Cumhurbaşkanı ile konuyu telefonda istişare ettik. Silahı kuvvetlerinin hiyerarşisi içinde olmayan FETÖ’cü bir grubun kalkışması, yani asker kılığına girmiş terör elemanlarının kalkışması olduğu kanaati üzerine o açıklamayı yaptım” dedi. Yıldırım bu ilk açıklamanın, bilinçli, mücadeleye yönelik bir açıklama olduğunu da söyledi.
Hatırlayacaksınız, FETÖ’cüler o gece İstanbul’da bulunan dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın da peşine düşmüştü. Yıldırım araba ile Ankara’ya doğru yola çıktı ve gece boyu zor anlar yaşadı, hatta Ilgaz Tüneli’ne girmek zorunda kaldı. Peki korkmuş muydu? Ya da Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın en korktuğu an ne zamandı?
KORKMADIM, ÜZÜLDÜM
Binali Yıldırım, “Korkmadım... Bu darbe kalkışmasının, alçak ihanetin asla başarılı olamayacağına inandım. Ancak üzüldüm. Çok üzüldüğüm anlar oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi bombalandığında üzüldüm, kahroldum. İnsanlarımızın üzerine ateş açtıklarında, bomba attıklarında kahroldum. Bir yandan da o gece kararlılığımız arttı. Uzun bir geceydi ama hızlıca tüm görevlilere talimatlar vererek, yönlendirerek çalıştık. Neticede gün ağardığında mesele hallolmuştu” yanıtını verdi.
ÇILGINLIK YAPMAYA KALKAN HER ZAMAN OLABİLİR
15 Temmuz’un üzerinden üç yıl geçti. Bir yandan mücadele sürüyor, bir yandan ise akıllarda hep aynı soru var:
“Şu an ne yapmamı isterseniz?”
“Çankaya Köşkü’ne geçin.”
Tarih 15 Temmuz 2016... Saat yaklaşık 20.45. Diyalog dönemin başbakanı Binali Yıldırım ile dönemin çalışma bakanı Süleyman Soylu arasında geçiyor.
FETÖ’nün 15 Temmuz hain darbe girişiminin yıldönümüne geliyoruz. 15 Temmuz’un ardından İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu’yu hem bu köşede hem de gazetemizin pazartesi günü yayınlanacak özel ekindeki yazım için aradım. Amacım üç yılda terör örgütüyle mücadelenin ne aşamaya geldiğini öğrenmekti, sohbet ederken yukarıdaki satırlarda yer verdiğim diyaloğu anlattı. Ben de sizlerle paylaşmak istedim.
Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın kendisini o gece arayarak, “TBMM’nin üzerinde uçaklar mı uçuyor” sorusunu yönelttiğini söyledi. Ardından da aralarında bu diyaloğun geçtiğini belirtti. İçişleri Bakanı’nın anlattıklarından devam edelim. Yıldırım telefonu kapattıktan sonra Soylu ile Abdulhamit Gül, Bekir Bozdağ, Mehmet Muş, Naci Ağbal, Nihat Zeybekci’nin de aralarında bulunduğu isimlerle temas kuruluyor ve Çankaya Köşkü’ne geçiyorlar. Soylu silahını da yanına alıyor. Çankaya Köşkü’ne gittiklerinde ışıklar kapalı. İçeri giriyorlar ve güvenlik görevlilerine talimat veriyorlar, “Tanımadığımız kimse kapıdan girmeyecek. Ne pahasına olursa olsun...”
TRT’nin darbecilerin elinden kurtulması, Ankara’daki mücadele, AK Parti örgütünün organize edilmesine Çankaya Köşkü’ndeki siyasilerin katkısı büyük oldu.
EN DERİN ÇATIŞMA EMNİYET’TE YAŞANDI
O geceden bir kesit anlattıktan sonra gelelim FETÖ ile mücadeleye... Önce sizi 90’lı yılların sonuna götüreceğim çünkü ilk Emniyet teşkilatında örgütlenen FETÖ’nün neler yapabileceğini, amacını da örgütün karşısında yer alan, mücadele eden, örgütten büyük zarar gören Emniyet mensupları dile getirmişti. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü
ABD Başkanı Trump’tan bahsediyorum. Yönetim tarzı, görüşmeleri ve “sosyal medya mesajları” ile tam anlamıyla “değişik” bir başkan. Değişikliği, esprileri ve verdiği pozlarla da G-20 toplantısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu ikili görüşmelerine yansıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmenin en önemli sonucu S-400’ler konusunda Trump’ın Türkiye’ye hak vermesi ve bunu kamuoyuna açık şekilde anlatması oldu.
TARZI BÖYLE
Trump’ın sözleri hızlanan S-400 takviminde “Yaptırımlar uygulanmayacak mı?”, “Suriye’de iki ülke anlaşmaya yakın mı?” ve “Temmuz ayında Trump Türkiye’ye mi geliyor?” sorularını gündeme getirdi. Bu soruların yanıtlarını “pembe bir tablo” yerine “temkinli ve soğukkanlı bir çerçevede” yanıtlamakta fayda var. Üst düzey bir kaynağım, “Görüşme iyi geçti ama netice ne olur?” sorusunu gündeme getirdi. Neden mi? Daha önceki görüşmeleri hatırlamakta fayda var. Sürece baktığımızda “Trump ile görüşmeler iyi geçiyor” ama “netice” çıkmıyor. Hatta bazen tam tersi yönde sonuçlar yaşanabiliyor. S-400’lerle ilgili ayrıntılara geçmeden önce “Görüşme var ama netice yok” başlığına güncel diğer örneği ekleyelim: Suriye’de güvenli bölge kurulması konusunda derinlik konusu dahi aşılmış değil. Haftalar, aylar geçiyor ama neticeye ulaşılamıyor.
S-400’LER GELİYOR
Gelelim S-400’lere... Erdoğan, Saraybosna’ya hareketinden önce “S-400’lerin yolculuk hazırlığı devam ediyor” dedi. Kısa bir sürede Türkiye’ye gelmeleri bekleniyor. Ancak kurulumu hemen olmayacak, olamayacak. S-400’lerin altyapısının kurulması gerekiyor. Sözleşmede zaten çalışması için gerekli altyapı, eğitim ve konuşlandırma da var. Çalışır duruma gelmesi zaman alacak.
Bu süreçte gözler ABD’de olacak. Yaptırımlar konusunda harekete geçecekler mi, nasıl bir çerçeve çizecekler? Elimizdeki verileri alt alta koyalım. Trump-Erdoğan görüşmesinin ardından ABD’den gelen tepkilere bakacak olursak...
Senatör Lindsay Graham, “S-400’ler aktive edildiği an yaptırımlar gelecek” dedi.
ABD Kongre Dış İlişkiler Komite Başkanı
Öncelikle öne çıkan, Trump’ın “Obama adil davranmadı” ve Patriot’ların satışı konusunda, “Benden önceki yönetim satın alınmasına izin vermedi” sözleri, ABD Başkanı tarafından kendi devlet yönetiminin yaptığı hatayı itiraf etmesidir. Diğer yandan yine ABD Başkanı tarafından kamuoyuna “Türkiye’yi S-400 almaya ABD yönetimi mecbur bıraktı” mesajıdır.
Şunun altını çizelim: Cumhurbaşkanı Erdoğan yüz yüze görüşmeye kadar yapılan hemen hemen tüm telefon görüşmelerinde Trump’a Obama döneminde yaşanan sıkıntıları ayrıntıları ile anlattı. Aslında Trump telefon görüşmelerinde hatanın Obama dönemine ait olduğunu söyledi. Telefon görüşmelerindeki tespitinin kameralar önünde dile getirilmesi ise Türkiye’nin elini güçlendirdi.
Bu işin bir yanı. Diğer yanı ise Trump’ın Pentagon başta olmak üzere “Türkiye’ye yaptırım” çığlıkları atan Kongre ve kurumlarına karşı koyup koymayacağı sorusunun ortada duruyor olmasıdır. Buna bağlı olarak Türkiye’ye karşı yaptırım uygulanırsa, “Trump erteleme hakkını kullanacak mı?”, “S-400 konuşlu bir ülkeye ziyarette bulunacak mı?” gibi soruların yanıtları da bir süre daha tartışılacaktır. Trump’ın açıklamalarına rağmen Kongre ve Pentagon’daki havayı bilen Ankara’nın temkinli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
MESELE BİR BÜTÜN OLARAK HAVA VE UZAY KONTROLÜ
Diğer yandan bugün S-400’leri farklı bir boyutta ele alacağız.
Türkiye konuyu “S-400 ya da Patriot” üzerinden konuşsa da ülkenin savunma ve güvenliğine ilişkin kapsamlı değerlendirmenin en ince ayrıntısına kadar yapılması gerektiğine şüphe yok. Bugün sadece S-400’leri tartışsak da “kara, deniz, hava ve uzay hudutlarının kontrol ve güvenliği”nin bir bütün olarak ele alınması gerekiyor. Hava sahası ve uzaya uzanım ana parametrelerden biri. Özellikle içinde bulunduğumuz coğrafyayı düşünürsek balistik füze sistemlerine karşı savunma hayati önem taşıyor. Konuştuğum uzmanlar “Hava ve uzay hudutlarının kontrol ve güvenliğinin bir bütün olarak görülmesi şart” ifadesini kullandı. Bir güvenlik mimarisi düşünün: Uzayın derinlerinden başlıyor, katmanlar halinde ve boşluk bırakmayacak şekilde ülkenin üzerini kaplıyor. Adeta bir battaniye ya da şemsiye gibi ülkenin üzerini kapatıyor.
Bu mimari oluşturulurken masaya bazı soruların konması ve yanıtların alınması gerekiyor.
- Hangi yörüngede kaç uydu gerekir?
30 MAYIS’TA GÖRÜŞTÜLER
Önce meşhur görüşme ile başlayacağız. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ali Babacan arasındaki görüşmeyle... Yargı reformunun Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklandığı 30 Mayıs Cuma günü, Beştepe’nin konuğu Ali Babacan idi. CNN Türk’te Gece Görüşü’nde görüşmenin ayrıntılarını aktardık. Ancak bazı noktalara burada da dikkat çekmek isterim. Görüşmeyi “Yeni bir çalışma yürüttüğümüzü başkasından değil benden duyun” cümlesi ile özetliyorum.
Gül, Babacan ve arkadaşlarının yürüttüğü çalışma yeni değil. Aslında bütün kış sürdü. Gül daha geri planda kaldı. Bazı illerde, özellikle İstanbul’da toplantılar düzenlediler. Bu toplantılara referansla ulaştıkları, kamuoyunda karşılığı olan ya da olabilecek, siyasete atılabilecek, kendi alanlarında dikkat çeken isimler davet edildi. Toplantılarda hareket kendini anlattı, hedeflerini sıraladı. Hem tanışma hem de “Gelin bizimle hareket edin, bu hareketin kurucuları arasında yer alın” teklifleri yapıldı. Bir yandan da hareketin kapsamlı programı hazırlandı. Parlementer sisteme dönüş, ekonomiye ilişkin ayrıntılı yol haritası gibi... Babacan’ın bahsettiği çalışma bu.
30 Mayıs görüşmesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Babacan’a “Ne yapıyorsan burada yap” dedi, Babacan teklifi reddetti. Benim edindiğim bilgilere göre Cumhurbaşkanı, “ekonomi yönetiminin başına geçmesi” için Babacan’a bir teklifte bulunmadı. Kulislere iki yıl öncesinin “danışmanlık” ya da “genel başkan yardımcılığı” teklifi yansımış da olabilir. 30 Mayıs görüşmesinden Babacan kararlı ayrıldı. Bu arada görüşmede ekonomiye ilişkin kaygı ve düşüncelerini de anlattı.
GÜL İLE TELEFON GÖRÜŞMESİ
Gelelim diğer görüşmeye.... Ankara’da Erdoğan ile Gül’ün yarım saat süren bir telefon görüşmesi yaptığı, bu konuları ele aldıkları gibi iddialar vardı. Kaynaklarıma sordum. Edindiğim bilgileri sizlerle de paylaşayım. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, Erdoğan’ın Japonya ziyareti öncesinde telefonda görüştü. Ancak bu iddia edildiği gibi yarım saat sürmedi. Yaklaşık dört dakikalık telefon görüşmesinin nedeni İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimiydi. Abdullah Gül her seçimden sonra yaptığı gibi Erdoğan’a, Kılıçdaroğlu’na, İmamoğlu’na nezaket telefonları açtı. Bir kaynağım, “Erdoğan-Gül arasındaki nezaket telefonları genelde bir buçuk dakika sürer, bu kez dört dakikaya yakın sürdü. Karşılıklı birbirlerinin hatırlarını, neler yaptıklarını da sordular” dedi.
BİR ANKARA SENARYOSU
AK Parti içindeki tartışmalardan da yola çıkarak, Ankara’da son günlerde çeşitli senaryolar masaya konuluyor. Beyin fırtınaları yapılıyor.
23 Haziran sürecinde, CNN Türk ekranlarında görüşme sürecinin seçim sürecinden de bağımsız olarak kritik olduğunu belirtmiştim. On yıllardır devam eden sorunlu ve hassas bir alanda adım atarken devlet aklının çok iyi, çok ince ve dikkatli çalışması gerekir. Ancak özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarının ardından, doğal olarak tartışmalar sürüyor. Hem tartışmaları hem de kaynaklardan edindiğim bilgileri alt alta koymaya çalışacağım. Çünkü mektup belli ki “İmralı görüşmeleri niteliksiz ya da nitelikli” şekilde sürse de sürmese de her şekilde bundan sonraki süreçte Türkiye’nin gündeminde olacak.
OCAK AYININ BAŞINDA
Tartışma yaratan mektuba götüren süreç aslında Ocak 2019’da başladı. Öcalan’a uygulanan tecride son verilmesi için HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in de aralarında bulunduğu bazı isimler 7 Kasım tarihinden itibaren cezaevlerinde açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine başlamıştı. Ocak ayında İmralı’ya kardeşi Mehmet Öcalan’ın gittiğini öğrendik. 16 Ocak 2019 tarihinde BBC Türkçe’ye konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması gerektiğini belirterek, “Bunun başka muhatabı yoktur, kimse de bu konuda muhataplığa soyunmasın. Bunu ne HDP doldurabilir, ne de başka yer doldurabilir” dedi. Süreçte cezaevlerindeki eylemler sürdü, ancak başta Leyla Güven olmak üzere sağlık durumları sebebiyle HDP’de endişe artıyordu.
GİZLİ TRAFİK YÜRÜTÜLDÜ
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, HDP’li Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile görüştü. Cezaevlerindeki eylemlerin son bulması için Ankara’da o tarihte gizli bir trafik yürütüldü. Cumhurbaşkanlığı, TBMM Başkanlığı, MİT, İçişleri Bakanlığı olarak ilgili tüm kurumların devrede olduğu bir trafik. Sonuç itibarıyla yasal altyapısı da hazırlanarak, 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs tarihinde Öcalan’ın avukatları İmralı’ya gitti. Avukatlar mayıs ayındaki ikinci ziyaretlerini ise 22 Mayıs’ta yaptılar. Öcalan açlık grevleri ve ölüm oruçlarının amacına ulaştığını, artık sonlandırılması gerektiğini vurguladı. Açıklamadan sonra eylemler son buldu. Haziran ayında ise İmralı trafiği yine yoğundu. 7 Haziran’da kardeşi Mehmet Öcalan, 12 Haziran’da avukatları, 18 Haziran’da yine avukatları ile görüştü. 20 Haziran’da ise tartışma yaratan o görüşme yapıldı ve akademisyen Ali Kemal Özcan İmralı’ya gitti, tartışma yaratan o mektubu açıkladı.
DEVLET BİLGİ SAHİBİDİR
Bilinmesi gereken bazı hususlara mektupla ilgili tartışmalara geçmeden dikkat çekmekte fayda var. Her düzeyde yapılan İmralı görüşmelerinin içeriğinden devletin ilgili kurum ve makamları bilgi sahibidir. İçerik ilk günden beri devlette yetkili isimlere özel bir dosyada sunulur. Devlet doğal olarak bu içerikleri başta örgütle mücadele olmak üzere yürüttüğü politikalarda uygun şekilde kullanır. Yine devlet adı bir “çözüm süreci” olmasa da ilgili kurumları aracılığıyla zaman zaman “nitelikli üst düzeyde”, zaman zaman daha alt seviyede görüşmelerle Öcalan ile temasa geçebilir.
KRİTİK SÜREÇ
“Fark edilmeyecek” bir durum yaratmadı.
Bu kez “kesin” bir şey oldu.
“Kesin” bir fark ile “kesin” bir sonuç ortaya çıktı.
İstanbul’da yenilenen seçimlerle ortaya çıkan sonucu değerlendirmeye çalışacağız.
Seçim sonuçları açısından ortaya çıkan farkın büyüklüğü gayet net. Yani Ali İhsan Yavuz başta olmak üzere “Kesin bir şey oldu”, “organize usulsüzlük” gibi açıklamaların önü tamamen kapalı. İstanbul seçim tartışması kocaman bir nokta ile noktalanmıştır.
İnsanımız mağduriyete göz yummadığını ortaya koymuştur. Kampanya boyunca tarafların kullandığı dil ve üslubun ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmıştır.
Son dakika taktikleri “inandırıcılık” sorunu yaratmıştır. Bazı kesimler tarafından “Her şey seçim için” şeklinde anlaşılmış ve ters tepmiştir.
Bazı meslektaşlarımın görüşüne katılmıyorum. Kaybeden terörist başı