Kolyeler, bilezikler, broşlar, fularlar bir stilin anahtar parçalarıdır ve bu sezon bu parçalar hiç olmadığı kadar büyük ve gösterişli.
Dolgun ve büyük takılar daha da göz alıcı olmanız için aksiyon alarak “Açılın biz geldik” manifestosuyla ortama hızlı bir giriş yapıyor.
Sloganları ise “Ne kadar büyük o kadar iyi!”
İlkbahar-yaz dönemi, doğa gibi bizim de modumuzun canlandığı ve kendimizi hep mutlu hissettiğimiz zamanlar.
Büyük boyutta aksesuvarlar, bu modu daha da yükseltecek.
Ama bazı şehirler ve lokasyonları vardır ki, kendine müdavim eder.
New York’taki Caz Bar gibi.
Türkiye’de olmadığım için açılışına gidemediğim ve duyduklarım üzerine aşırı merak ettiğim Nişantaşı The Stay Otel’in içinde açılan Komedi Kulüp’e gitme fırsatım oldu.
İçeri girer girmez dikkatinizi çeken kırmızı kadife perdeleri, mekân içi aydınlatması, dekorasyonun şıklığı ve gelen insanların kalitesini görünce, kendimi bir anda New York’ta hissettim.
O kadar çekici bir mekân olmuş ki, “İşte İstanbul’un tam olarak böyle mekânlara ihtiyacı var” dedirtti.
Her gün değişen program içeriğiyle çok değerli insanları izleyebileceğiniz veya dinleyebileceğiniz gerçekten çok keyifli bir mekân olmuş.
Ama bunu yapabilmek için önce havalı terimlerle kurulan cümlelerin gerçekte ne olduğunu, daha doğrusu olmadığını bilmenizde fayda var.
Her sene 4 sezona yayılan trendler, önüne geçilemeyen tüketimin en büyük destekçisi. Her yıl 50 milyon ton kıyafet, doğada çözünemeyeceği bilinse de atık sahalarına boşaltılıyor.
Modanın en büyük sorunu olan tekstil atıkları efsanesinin arka yüzünü bilmek istemez misiniz?
Tekstil ürünleri dönüştürülebilir mi?
Nedir bu geri dönüşüm gerçeği?
Gerçekten ultra hızlı satış modellerin yarattığı küresel tekstil atıklarının çözümü var mı?
“Geri dönüşüm etiketi takılmış her kıyafet geri dönüştürülmüştür.”
Doğrusu:
Buradaki son derece sakin, kolay ve keyifli yaşantı üzerine çok kısa süreliğine geldiğim İstanbul’un o yoğun enerjisi bir kez daha gerçekten “Black Mirror” dizisi doğruymuş dedirtti.
Sadece Instagram üzerinde dönen yaşantı, etkileşim uğruna girilen haller, beğeni uğruna her geçen gün en son çıkan çanta, kıyafet veya mücevheri almak için yarışan kredi karttı limitleri, sanki çok samimiymiş gibi 1 saniyelik selfie sonrası hiç konuşmadan arkasını dönüp giden insanlar, sadece etkileşim üzerine yapılan sosyal konuşmalar, “beğeniyoruz ama etkileşimi düşük” diye çalışmıyoruz diyen ajanslar, TikTok’lar, YouTube’lar gerçekten İstanbul’da hayat “Black Mirror” sahnesine dönmüş.
Koşarak geri döndüm.
Kafesteki tekerleğinde sonsuzca dönen zavallı hamsterlara dönüştürüldük maalesef ve kesinlikle farkında değiliz. Sanki gerçekten “Matrix”teyiz de...
Sanmayın ben de bu düzenin içinde değilim.
Benim ki daha da acı vereni.
Şurubu içmeyi reddeten çocuğun burnunun kapatılıp şurubu zorla ağzına boca eden ebeveynler gibi, tüm isyanıma rağmen bu sistemin içinde kalmak zorunda olan ve o şurubu kesinlikle içmek istemeyen çocuk gibiyim anlayacağınız.
20’nci yüzyılın başlarında Paris’te Doğu ile Batı’yı birleştiren İslam sanatlarının, Fars ve Hindistan kökenli el yazmalarının ve resimlerinin olduğu sergiler, Cartier kurucusunun torunu Louis Cartier’nin ilgisini çeker.
Louis Cartier, Maison Cartier’nin kütüphanesini İslam sanatları ve mimarisine adanmış yayınlarla zenginleştirir.
Bu kişisel seçki, önce kapsamlı bir İslami sanat koleksiyonuna, ardından 1910’larda Maison’un çatısı altında üreten tüm tasarımcılar için de sonsuz bir esin kaynağına dönüşür.
Öyle bir esin kaynağı ortaya çıkmıştır ki, Louis Cartier’nin değerli taşlara tutkulu küçük kardeşi Jacques Cartier, 1911 yılında rotasını Doğu’ya çevirmeye karar verir.
Mimariden edebiyata her disiplinde kendini gösteren İslam sanatının incelikleri, desenleri ve şekilleri, Maison’un çatısı altında yeniden şekillenir, boyut kazanır ve modern bir sanatsal ifadeye evrilir.
Cartier, Islamic Inspiration and Modern Design (Cartier, İslami İlham ve Modern Tasarım) sergisinin kökleri işte bu tarihe dayanıyor.
Sergide İslam sanatının başyapıtlarından mücevherlere, çizimlerden tasarım eskizlerine, minyatürlerden dokumalara, fotoğraflardan arşiv malzemelerine 400’ü aşkın nesne sunuluyor.
Yönetimde olduğu süre boyunca farklı zamanlarda kapak olmuş 40 ünlü kadını, hepsinin yoğun programlarına rağmen bir araya getirerek şu ana kadar yapılmayanı yapmayı başardı.
Hepsine tek tek yazdığı kişisel notla davet gönderen Enninful, 6 saatlik çekim süresinde herkesin arşivinde olması gereken bir sayı çıkardı.
Çekimde Victoria Beckham’dan Salma Hayek’e, Cindy Crawford’dan kızı Kaia Gerber’e, Miley Cyrus’tan Oprah Winfrey’e, Linda Evangelista’dan Kate Moss’a birbirinden ünlü ve başarılı isim dayanışma örneği göstererek bir araya geldi.
Meksika’dan, Milano’dan, Londra’dan, Paris’ten ve dünyanın farklı destinasyonlarından kendi masraflarını karşılayarak New York’a gelen ünlüler, gelmiş geçmiş en güzel vedaya da ortak olmuş oldu.
Eminim ki her genel yayın yönetmeninin hayali olan bu kapak daha güzel yapılamazdı.
Gap’in yeni kreatif direktörü: Zac Posen
Hazır Vogue demişken, efsanevi Anna Wintour’un ilk günden beri desteklediği, sadece 22 yaşındayken ilk defilesini yapan moda sektörüne görkemli bir giriş yapan ve Oscar törenlerinde Hollywood glamour’unu en iyi yansıtan isimlerden biri olan Zac Posen, GAP’in kreatif direktörü olarak şirketin başına getirildi.
Moda dünyasının büyük yeteneklerinden biri olan John Galliano, Maison Margiela’nın mirasına yeni bir anlam katmak için moda evinin kreatif direktörü olarak döndü ve Paris Couture Haftası’na yıllarca akıllardan silinmeyecek bir defileyle damgasını vurdu.
Vizyoner ve geleneklere uymayan kimliğiyle abartısız ihtişama veda edip, savurganlığa merhaba dediği, Tim Burton film sahnesini andıran defile alanıyla 1920’lerdeki Paris gece hayatına muhteşem bir hatırlatma yaptı.
Galliano bu defileyle sanatçılığının tüm ihtişamını kullandı.
2000’lerin başında defilelerinde sıklıkla kullandığı bebek görünümlü yüzler ve süper ince kaşlar (evet bunu daha önce de belirtmiştim, ince kaşlar hızlı bir şekilde geri dönüyor) efsane Pat McGrath tarafından gerçekleştirilmiş.
Tiyatro yoluyla sunulan defile, sıfır bedenliğin yeniden ön plana olmasına karşılık arka planda kaybolan kadın silüeti üzerine kurgulanmış.
Kısacası Galliano abartılı göğüsler ve kalçalarla, bele oturan 20’lerin sımsıkı korseleriyle kadınların gerçek varlığını gözler önüne sererek sanatçılığının en üst noktada olduğu olağanüstü bir koleksiyonla “döndüm” demiş oldu.
Uzun zamandır beni bu kadar heyecanlandıran bir defile olmamıştı.
Yeni dönem, değişikliğe ve bu yeni düşünce biçimine alışkın olmayan, “Erkekler, erkek gibi giyinmeli” zihniyetinin kendini en çok hırpalayacağı sezon olacak.
24/25 Sonbahar Kış trendinin en önemli alt metni ise şu: Kadın-erkek ayrımı hızlı bir şekilde ortadan kalkıyor.
Şimdiye kadar erkek tasarımlarından kendine birçok parça bulmayı başaran biz kadınların tasarımlarına ve gardıroplarına artık erkekler de ortak oluyor.
Farkındaysanız birkaç sezondur podyumlarda sıklıkla gördüğümüz topuklu ayakkabı ve bot skalası artık tüm erkek markalarına yayılmış ve bu konuda Saint Laurent tasarımları en çok tercih edilen markayken Marc Jacobs’ın instagram hesabında yer verdiği balerinalar bu sezon erkek moda haftasının en kilit parçası oldu. Yani babetler bize özel olmaktan çıkıp artık erkeklerin de gardırobunda yer alan en önemli parça olarak unisex hale geliyor.
Birkaç sezondur kadın moda haftasından çok daha popüler hale getirilen erkek moda haftasının “cinsiyetsizlik” kavramına hız verileceğinin en büyük göstergesiydi. 2 sezon içinde de çok ciddi adımlar atıldı.