Paylaş
BABIÁLİ'nin renkleri tek tek soluyor. Gazete fabrikalarının bu renklerin yerine yenilerini koyabileceğini sanmıyorum.
İslam Çupi'nin ölüm haberi yılanın ıslığının ürperticiliğiyle geliverdi.
Son ödülünü önceki gece ölümünden 6 saat önce almıştı.
Kendisi komada olduğu için törene katılamamış, ödül eşine verilmişti.
Ne kıvrak, ne güzel kalemi vardı İslam'ın. Okumaya doyamazdım.
Akşam'da yazarken onun hastasıydım. Önce Çetin Altan'ı okur, arkasından da hemen gazeteyi ters çevirir, İslam'ın yazısına dalardım.
Ne çok özenirdim onun gibi yazmaya, anlatamam.
1981 yılında Milliyet'e geldiği zaman daha önce hiç yüz yüze gelmememize rağmen kırk yıllık dost gibi kucaklaşmıştık.
Önce Namık Ağabey'in (Sevik) odasında sonra da meyhanede pekiştirdik dostluğumuzu.
Hemen hemen haftada üç dört gün Façyo'ya takılırdık.
Ben eğer spor servisine uğramamışsam Namık Ağabey telefon eder ,‘‘Neredesin be kardeşim... Bugün hiç görünmedim... Gel de akşam bi lokma rakı içelim. İslam sabahtan beri gözümün içine bakıp duruyor’’ derdi.
Koşarak giderdim.
* * *
Façyo'da hep aynı masada otururduk. Namık Sevik'i çok sevip saydıkları için masayı öyle bir donatırlardı ki, hayatında hiç rakı içmemiş insan bile oturup bir büyük devirirdi.
İslam çok az yemek yerdi. Kuş sütünün eksik olmadığı masaya oturur oturmaz suratını ekşitir, şef garsonu çağırırdı:
‘‘Yahu şef sen bunları boş ver de şöyle büyük bir tabağa turp rendelet, bol zeyinyağı ve liman koydur.’’
Ben lafa girer, ‘‘Yahu bu kadar güzel mezeler varken ne yapacaksın turpu’’ derdim.
Rahmetli, dudağında beliren o incecik muzip gülümsemesiyle ‘‘Yo... Rakı masası turpsuz olmaz arkadaş’’ diye yanıt verirdi.
Çoğu kez Namık Ağabey de takılırdı.
‘‘Ne o İslam, mezeleri beğenmedik mi yoksa?’’
İslam mahcup mahcup ‘‘Estağfurullah ağabey, masada kuş sütü eksik ama biliyorsun ben turpsuz yapamam’’ derdi.
Rahmetli İslam, kendine özgü bir adamdı.
En kızdığı da İstanbul'un talan edilmesiydi. Her sokağa çıkışımızda çevreye bakar, söylenir dururdu.
* * *
Hiç daktilo kullanmazdı. Yazılarını elle yazardı.
Bembeyaz káğıtlar alır, önce onları saygıyla okşayarak masaya koyardı.
Sonra oturur, ağır ağır yazmaya başlardı.
Yazısı çok güzeldi. İri iri yazardı.
Yazdığı sayfalarda bir tek çizik olmazdı. Yazısı el yazısıyla 15 sayfayı doldururdu.
Bitirdikten sonra dikkatle okur, sonra da aynı özenle götürür yazı işleri müdürüne verirdi.
Son yıllarda taparcasına sevdiği futboldan soğumuştu. ‘‘Düşünce zenginliği olmayan bir top başladı artık’’ derdi.
Güzel günler 1997'de hafif bir beyin felci geçirince bitti.
Hastalığı yendi ama doktorlar onu iki sevgilisinden ayırdılar.
Sigara ve rakıyı yasakladılar.
Çok mutsuzdu, ‘‘Sigarayı, rakıyı bıraktım yazarlığım bitti. Ot gibi oldum. Okurların son üç yıldır okudukları ben değilim, alelade bir İslam Çupi. Bu işi böyle götüremem’’ diye yakınırdı.
Bir ay önce Balık Pazarı'nda rastladım İslam'a. Sarıldık öpüştük.
İçmiyordu ama koklayarak rakının, sigaranın özlemini gidermeye çalışıyordu.
Ey koca İslam... Sevgili kardeşim, unutulmayacak güzel insan, Tanrı'nın rahmeti seninle olsun.
Paylaş