Paylaş
Vietnam'da komünistler iktidara el koyup ‘boat people’ denilen mülteciler sallar üzerinde akın akın cehennemden kaçmaya başlamıştı ki, yetmişli yıllar nihayetine doğru bunların bir bölümü Batı Avrupa devletlerinde sığınmacı oldu.
Yeni muhacirlerin büyük çoğunluğunu, etnik aidiyetlerinden dolayı Mekong ülkesinde baskıya uğrayan ve ‘Hoa’ sıfatını taşıyan Çinliler oluşturuyordu.
Perişan ve sersefil bir vaziyette Paris'e, Amsterdam'a, Brüksel'e, Oslo'ya ulaştılar ve derhal en berbat işlere kol sıvadılar.
Kısa süre geçti, orada minik gazete bayii, burada salaş ördek lokantası, şurada külüstür nakliye kamyoneti, borç harç, serbest meslek alanı yarattılar.
Sonra, kendilerinden çok eski diğer göçmenler bir yana, toplumsal skalada yerli ahaliyle bile aşık atmaya başladılar. Gazete bayiini dağıtım şirketine, lokantayı gıda zincirine, kamyoneti TIR filosuna dönüştürdüler.
Helal-i hak olsun, sarı ırkın insanları geldikleri yere kendi bileklerinin hakkıyla ve Konfüçyüs felsefesinin genel ilkeleri sayesinde geldiler.
* * *
İTAAT ve çalışkanlıktan başka bu genel ilkeler pragmatizmi de içerir.
Söz konusu pragmatizm, yani elastikiyet, adı ‘komünist’ olsa bile bugünkü Çin'i de daha Mao'dan itibaren belirlemiştir. Zaten şu anda da belirliyor...
Eskiye çıkmayacağım, Pekin'in uyum kabiliyetini sergilemek için, mevcut ‘sosyalist piyasa ekonomisi’nin (!) mimarı ‘Küçük Serdümen’ Deng Şiao Ping'in ‘kedi kara veya beyaz olmuş farketmez. Yeter ki fareyi tutsun’ cümlesi yeter.
Nitekim, dün Ankara'ya gelen ve reformizmine rağmen daha çok ‘orta yolcu’ addedilen Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin'in de aynı yaklaşımı sahipleniyor.
Unutmayalım, Zemin başkente inmeden önce, ÇHC'nin fi tarihinde ‘düşman’ addettiği ve bugün can ciğer kuzu sarması dost olduğu İsrail'i de ziyaret etti ki, saçını başını yolan ABD Tel Aviv'e ‘çok ileri gidiyorsun’ ihtarını çaktı.
Dolayısıyla, fare tuttuğu takdirde kedinin kara mı, ak mı olduğunu zerre kadar umursamayan Çin'in gayet pembemtrak bir ‘kızıl’dan (!) vaz geçmediğini iddia etmesi, onun Türkiye'yle yakın ilişki kurmasına engel değildir. Olamaz.
Böyle bir ilişki de her iki ülkenin çıkarınadır ve elzemdir !
* * *
ÇIKARINADIR, çünkü 21. yüzyılda ‘Çin çağı’ yaşanacağı varsayımlarını biraz ihtiyatla karşılamak gerekiyorsa bile, şüphesiz ki eski ‘Merkez İmparatorluğu’ dev bir potansiyel güç oluşturuyor. Her gün dünyaya daha çok ağırlık koyacak.
Hem muazzam ithalat pazarı, hem ucuz el emeği alanı olmak açısından da Türkiye için büyük ekonomik öneme sahip... Oysa, bugüne kadar es geçildi.
Zemin'in temaslarıyla ilişkilerin ivme kazanmasını umuyor ve diliyoruz.
Ancak, Doğu Türkistan'daki Sincanlı hısımlarımızın Büyük Han şovenizminin baskısı altında yaşıyor olması ‘limoni’ bir durumdur. Ama akrabalarımızın bize bakması tabii ki normal ve meşrudur, zira ülkemiz Türklük aleminin feneridir !
Dolayısıyla, burada Ankara'nın kışkırtıcı davranmayan ama soydaşlarımızın akıbetine de göz kapatmayan ‘ince ayar’ bir politika uygulaması gerekiyor.
Nitekim, derin bir diplomasi geleneğinden süzülen Pekin, Jiang Zemin'in ziyareti arifesinde bizim zavallı Maocuların kılıç artığı marjinal komünist partilerini İstanbul'da ‘Avrasya Konferansı’ provokasyonuyla toplamasına kapik vermeyerek kendisinin bu ‘ince ayar’a çok dikkat ettiğini ortaya koydu.
Bu yüzden, ülkemiz, Konfüçyüsçü öğretinin itaatkarlık, çalışkanlık ve esneklik ilkelerine sadık kalan ve halkını yine aynı felsefenin ‘zenginleşin’ sloganıyla harekete geçiren modern Çin'le dostluk ilişkileri kurarken tıpkı onun gibi pragmatik davramalıdır ki, eh ne şiş yansın, ne kebap!
Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Zemin'i başkentte dostça ağırlarken, Doğu Türkistan'daki hısımlarımızı unutmadığımızı da hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Onların Vietnam'da mağdur kalmış olan Çinli ‘Hoa’lardan farkı yok!
Paylaş