Yeni Kandil röportajı

KUZEY Irak Kürt Yönetimi gazetecilerin Kandil Dağı’na girmesini yasaklamış.

Yok canım, kendi hesabıma üzülmedim. Gazetecilik aşkına ve "scoop" patlatacağım diye vızır vızır mermi altında ve dilim ağzımda, dere bayır tırmacak değilim. Daha neler!

Darısı genç meslektaşların başına, benim yaşım kemále erdi ki, o defteri en son İgman Dağı’ndan Saraybosna’ya inerken ve Çetnik tarrakasını ensemde hissederek kapattım.

* * *

DOLAYISIYLA, esas endişem, Kandil Dağı’na ilişkin olarak yabancı medyada yayınlacak yeni röportajları artık izleyemeyecek olmamdan kaynaklandı.

Çünkü, bu röportajlar bizimkisine sansasyon yönüyle yansıyor ya, eh ben de bir nebze yabancı dil bildiğimden, bazen işgüzárlık edip onların can alıcı noktalarını buraya taşıyorum.

İşte bugün de aynısını tekrarlayacağım ve yine Fransız "Le Monde" gazetesinde Patrice Claude imzasıyla yayınlanmış olan satırlardan bir bölümünü aşağıya aktaracağım.

Aktaracağım ki, savaş dümbeleklerinin çaldığı şu günlerde "öteki taraf" da bilinsin.

Ve bilinsin ki, akl-ı selimin üstün gelebilmek şansı hálá mevcut olsun.

* * *

"TÜRKLER mi? İşte yukarıdalar, görmüyor musunuz?’

Yemyeşil Kani Masi vádisine kuş uçumu bakan dağın tepesinde, taş bir barikatın arkasından bir kaç siluet ve direğin tepesinden dalgalanan kırmızı bayrak seçiliyor.

Hayret! İşgal başladı mı? Yukarıdan bizi gözetleyen askerler, bölgeye yüz bin kişi göndermek tehdidinde bulunan güçlü Türk ordusunun öncü kuvvetleri mi?

Türk sınırına bir mermi atımlık mesafedeki bu küçük köyün
’ağası’ Ömer May gülerek ’hayır, hayır’ diye atılıyor.

’Son günlerde takviye geldi ve belki beş yüz asker ama bilmiyoruz. Garnizon en az bir on yıldır orada. Sorun çıkartmıyorlar. Bazen köye inip bakkaldan su ve şekerleme aldıkları oluyor. Parasını ödüyor ve tekrar kamyonlarına binerek yukarı çıkıyorlar" diye ekliyor.

* * *

"MASSİ’nin birkaç on km batısında, Begova’dan tam önce, haniyse yol boyunda, yarım düzine zırhlı aracı; bir o kadar taarruz tankı; top bataryaları; ve, çevrelenmiş makinalı tüfek yuvalarıyla, daha ağır teçhiz edilmiş güçlü bir Türk garnizonu daha var.

Sınır bölgesinde en az üç tanesi daha mevcut olan bu Türk mevzileri, yirmi üç yıldır Irak dağlarını mekán tutan PKK ayrılıkçılarını izlemek ve sızmalarını önlemek amacıyla TSK’nın gerçekleştirdiği sayısız - ve sonuçsuz - harekátların birisinden sonra, teorik olarak, 1997 yılında imzalanan anlaşma uyarınca orada bulunuyorlar.

Diğer bir hudut köyü olan Duri’deki Aya Yorgi klisesinin zangocu
Mihail Ziya, ’ahali tabii ki korkuyor. 1997’deki Türk topçu ateşiyle kilisenin yıkıldığını kimse unutmuyor. Tekrarı istenmiyor ama bir aydır da hemen her gün yine gülle düşüyor’ diye konuşuyor.

* * *

"PEKİ, bütün bunların içinde ya PKK ásileri? Ömer May gülerek, ’aráziyi ceplerinin içi gibi biliyorlarlar. Hiç görmüyoruz. Onlarla bizim aramızda kan var! Köylere inmiyorlar. Yaralansalar bile kendi dağlarında ölmeyi tercih ediyorlar’ diye ekliyor.

Bölgenin en büyük yerleşim birimi Amadiya’da, eşraftan
Fehmi Salman, Türkler girdiği takdirde Irak Kürtlerinin de PKK’lı ’kuzenler’in yanında çarpışacağına inanıyor.

Kani Massi’de ise Ömer May bir Kürt atasözünü tekrarlıyor: Güçlü bir düşman tehdit ederse, uzûvlardan birisini kesip hayatta kalmak, bütün vücuduyla ölmekten evládır’."

* * *

ŞİMDİ bunu ben söylüyorum: Umalım ki akl-ı selim galebe çalar ama, bir "vukuat" durumunda ilk ihtimalin mi, yoksa ikinci atasözünün mü geçerlilik taşıyacağını bilmiyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları