Paylaş
Asgari bir kurumlaşma daha tarihin ilk devlet nüveleriyle birlikte kızağa konmuştur.
Ta Asur’dan, Eti’den, Babil’den itibaren kâh daimi, kâh geçici elçi teatisi yapılmıştır.
Eğer hemen geri dönmeyeceklerse de o elçiler temasları sırasında edindikleri izlenim, teklif ve fikirleri kendi hükümranlarına ulaklar vasıtasıyla ve yazılı biçimde iletmişlerdir.
ÖTE yandan, henüz kesin kaideye dönüşmemiş ve hatta bazılarının kellesi uçmuş olsa bile yazışma gizliliği ve temsilci dokunulmazlığı daha o vakitler genel kabul görmüştür.
Zaten “elçiye zeval olmaz” sözünün kökeni bu özel davranış türünden kaynaklanır.
Ama şimdiki modern diplomasinin gerçekten kurumlaşması için Napolyon savaşlarını noktalayan 1814 Viyana Kongresi’ni beklemek gerekecektir. Kurallar orada netleşmiştir.
İşte o gün bugündür ve üç aşağı, beş yukarı, Metternich’in belirlediği sistem işliyor.
İki temel öğeyi de yine aynı dokunulmazlık ve yine aynı gizlilik kuralları oluşturuyor.
ANCAK teoride böyle diye pratikte de harfiyen ilkesel davranıldığı sanılmasın.
“WikiLeaks” ne ilk, ne de son olacak, “öteki”nin düşüncelerini bilmek hayati önem taşıdığından diplomatik sırları öğrenmek yine baştan özel uğraşa dönüştü. Hangisini sayayım?
14’üncü Louis hafiyelerin handa konaklayan Avusturya elçisinden belge çalmasını mı?
Meksika’daki Alman elçiliği şifresini çözen İngiliz istihbaratının Berlin’in bu ülkeye ABD’ye karşı 1’nci Harp’e girmesi halinde Teksas’ı vaat ettiğini öğrenmesini; bunu derhal Wilson’a bildirerek de o ABD’nin o Almanya’ya karşı savaşa katılmasını sağlaması mı?
Yahut Moskova’daki bütün sefaretlere mikrofon yerleştirildiği için diplomatların gizli konuları mutlaka ya bahçede, ya da elektronik yalıtımlı mahzen odalarında konuşmasını mı?
Veya New York’taki Konsolosluk kriptosunu kırmış FBI’nin Rosenberg’lerin Sovyet casusu olduğunu bilmesine ve komünistlerin de “onlar masum” diye tüm dünyada yaygara kopartmasına rağmen, sırf o kripto sırrı anlaşılmasın diye mahkemeye delil sunmamasını mı?
Ayriyeten, İlyas Bazna’nın, nâm-ı diğer “Ciceron”un Ankara’daki İngiliz elçiliğinde Almanlar hesabına kasa açmasından, yine Ankara’daki AB temsilcisi Karen Fogg’un “derin devlet” tarafından çalınan yazışmalarının zaten “fabrikatör” kod adlı “ulusalcılar”a servis edilmesine bizden de örnekler sıralayabilirim ki, bunların hepsi tek bir şeyi kanıtlıyor:
Diplomaside, yani aslında uluslararası ilişkilerde “ahlâkiyat” esas olarak şeklîdir!
Ve, realpolitik davranan devletler gerekirse o şekilciliği dahi çiğnemekten çekinmezler
KABUL de, bu nesnel gerçek Julian Assange adındaki Avustralyalı meczubun ABD diplomatik yazışmalarını ortaya saçmasını yukarıdakinden daha “ahlâki” (!) kılmıyor. Haşa!
Bir kere her şeyden önce ortada bir hırsızlık vardır. Mutlaka cezalandırılması gerekir.
Şu lânet olası postmodern toplumun “sanal âlem” teşhirciliği asla masum değildir!
Öte yandan, öznel fikir ve hükümler içerdiği için başkalarını kızdırsa bile Yankee diplomatlar dünyanın tüm diplomatları gibi kendilerine verilen görevi yerine getirmişledir.
Sanıyor musunuz ki yedi düveldeki TC misyonlarından Ankara’daki merkeze her gün ulaşan binlerce telgraf içerik ve şekil olarak Amerikan raporlarından farklıdır? Bin defa hayır!
Kaldı ki, gizliliğinin şeklî kaldığını iyi kötü sezinlemek bir şeydir; uluslararası zeminde yasal ve meşru o şeklin alenen ve hayasızca ırzına geçmek bambaşka bir şeydir.
Ne hacet, oldu olacak bari dünyadaki bütün diplomatlar bundan böyle raporlarını açık postaneden ve açık zarfla gönderseler de Assange’nin çetesindeki hırsızlara artık iş düşmese!
Hayır hayır, bazı tatlısu “solcular”ı gibi şu “WikiLeaks” eşkiyalığında “ahlâkçılık” keşfetmek hem çok tehlikeli bir eblehliktir, hem de rezil bir gayr-ı ahlakiliğe suç ortaklığıdır.
Paylaş