Paylaş
Zaten çıraklık yıllarında acemi peyzaj çizerek Viyana bohemine karışmak istemiş olan megaloman katil karınca kararınca dahi olsa resimden de, heykelden de, müzikten de anlardı.
Ancak en büyük tutkusunu mimari ve şehircilik oluştururdu.
Alman kentlerini “nasyonal sosyalist estetik”le donatmak onda ihtirasa dönüşmüştü.
Öyle ki, en civcivli muharebe günlerde bile “kafa dinlemek için” maketçilik oynardı.
Karargâhın özel bir odasına kapanır ve sonradan iaşe bakanı da yapacağı ünlü mimar Albert Speer’e hazırlattığı “yeni Berlin” ve “yeni Linz” maketlerini okşayarak mest olurdu.
O Berlin ki savaş bitiminde Führer tarafından “Germania” adıyla vaftiz edilecektir ve bütünüyle yenilenecek olan 1000 Yıllık Reich imparatorluğunun devasa başkenti olacaktır.
Ve tabii, Nazi sapığın buradaki tutkusu da cinnet seviyesine ulaşmıştı.
* * *
EVET cinnet seviyesine ulaşmıştı, zira “bombacı Arthur” lâkabıyla anılan ve Birleşik Krallık’ın stratejik hava kuvvetlerini komuta eden Sir Arthur Harris, Alman kentlerini teker teker yerle bir etmeye koyulunca Bavyeralı onbaşı da sevinçten uçmaya başladı.
Delidir, ne yapsa yeridir ya, hem yukarıdaki Speer’in ve sekreter Traudl Junge’nin anılarından, hem de propaganda bakanı Joseph Goebbels’in günlüklerinden şunu öğreniyoruz:
Taş üstünde taş kalmadıkça Nazi katil de modern bir Neron gibi keyiflenmektedir.
Meselâ, Köln, Düsseldorf ve Dortmund’un bombardımanı ertesinde Führer’ine bilgi vermeye giden aynı Goebbels’in yazdığına göre Hitler bu sevincini ona şöyle açıklamıştır:
“Lâf aramızda, müttefikler işimizi kolaylaştırıyor. Şehirleri yenilemek için geniş istimlâka kalkışsak ahali kızardı. Âlâ, şimdi hepsini sil baştan yapmak imkânı doğdu”
Ve o “sil baştan”ın 1945 faturasını Almanya milyonlarca ölü ve yassı kentlerle ödedi.
* * *
ZAHİR tahmin ettiniz, kâh Adolf Hitler’i, kâh “bombacı Arthur”ü, kâh da Almanya harabelerini hatırlatarak lâfı aslında Van depremine getirmek istiyorum.
Daha doğrusu bu son felaketten yola çıkarak, tüm tektonik rizikoya rağmen Türkiye’deki yapıların hâlâ ve hâlâ inanılmaz ölçüde enftipüften inşa edilmesine gelmek istiyorum.
Çünkü her afette hep aynı terane tekrarlanıyor ve hemen ardından da unutulup gidiyor.
Oysa bin şükür, tabii ki bizim asla Führer’imiz olmadı.
Ancak nihai sonuç 1945 Reich’esindeki kolektif intiharı hatırlatacak bir seyir izliyor.
Körfez’den Varto’ya ve Erzincan’dan Adapazarı’na örnekler saymakla bitmez.
İşte her zelzelede sayısız insanımız ölüyor ve sayısız şehrimiz yıkılıyor.
Fakat hep eski hamam ve hep eski tas, gaflet durumumuz bir türlü değişmiyor.
Mimar yine baştan savma plan çiziktiriyor; mühendis yine alarga denetim yapıyor; müteahhit yine malzeme çalıyor; belediye yine iskân izni veriyor ve en dehşeti de, tevekkel tü tâal Allah, mülk sahibi de, kiracı da ecel kümeslerinde ikamet etmeyi seve seve kabulleniyor.
Yani bile bile lâdes diyen Türkiye yurttaşları Almanya’daki gibi gökyüzünden düşen değil de bu defa yer karnından fışkıran bir ölümü kabullenmekten korkmuyor.
* * *
BU rezillik, bu kepazelik, bu sorumsuzluk daha ne kadar devam edebilir?
Bu suç, bu cürüm, bu kadercilik daha ne kadar müsamaha kaldırabilir?
Hadi estetik boyutu zaten geçtim ama depreme dayanıklı yapılardaki maliyet topu topu yüzde beş civarında arttığına göre bu rant, bu kâr, bu tasarruf hırsı daha ne ölçüde sürebilir?
Cevabı devletten, hükümetten, iktidardan, belediyeden, fen işlerinden, şundan bundan önce bizzat yurttaş verebilmelidir ki, yukarıdaki korkunç ve ebedi kâbus artık nihayet bulsun!
Paylaş