Paylaş
Aslında daima ayakta dikilip tezgaha dirsek dayamayı tercih ederim ama o akşam çok yorgundum... Zaten niyetim de sadece tek bir kadeh zıkkımlanmak...
Geceyi burada noktalamayı düşünmüyorum. Evde beni Victor Klemperer'in hüzünler kitabı bekliyor. Birinci cilt göz açıp kapayıncaya kadar bitti, şimdi ikinci ciltte 1942 - 1945 defterlerini okuyacağım.
Dolayısıyla, içeri girer girmez oturacak yer arandım.
Etraf ana baba günü fakat tam o sırada bir tabure boşaldı. Anında tünedim.
Cigaramı ve çakmağımı kül tablasının yanına koymuş; kravatımı gevşetmiş ve cep telefonunu kapatmıştım ki, barmen bir şey sormadan içkimi önüme sürdü.
Bardağın içindeki sıvıyı buzla çalkaladım; yıllardır sathına bakarak ihtiyarladığım karşı aynada suretimi görüyorum, yüzümü buruşturarak ilk yudumu aldım; ciğerlerimi nikotin dumanıyla doldurdum ve sağa sola bir göz attım.
Müdavim simalarla uzaktan selamlaşma ve ta tezgahın diğer ucunda egzotik bir kokteyle oturan ‘lacivert kadın’ın niceliği hakkında soru işareti...
Ancak dediğim gibi, bu akşam öyle bedbinim ki, kalabalıkta sürükleniyormuş taktiğine başvurarak o tarafa yaklaşmak, sonra da ‘lacivert kadın’a, ‘rahatsız etmek nezaketsizliğini gösterdiğim için affınıza sığınıyorum. Ama kokteylin Karaip mi, yoksa Pasifik mi kökenli olduğunu pek merak ettim’ türünden bir uvertürle ‘stratejik açılım’ (!) yapmak aklımın köşesinden dahi geçmiyor...
Kadehini uzatarak, ‘ben de sizin damak coğrafyanızı merak ettim. Tadına bakın da cevabı kendiniz bulun’ türünden harika bir yanıt verecek bile olsa...
* * *
O sırada bitişikteki sol taburede bir kadın sesi işittim. Makinalı tüfek ritminde konuşuyor. Kulak verdim ki, hem hançeresinden çıkan cümlelerin içeriği, hem de kullandığı kelimelerin vurguları, hadi kenar mahalle demeyeyim ama, eh işte banliyö kültürüne aidiyetin ipuçları olarak dökülüyor.
Cigaramı yakarmış gibi yaparak o tarafa döndüm, tahminim doğru çıktı.
Otuz yaşlarında ve hiç de fena sayılmayacak bir hatun; fena sayılmayacak ne kelime, hani o hal ve tarzlarıyla cinsellik çağrıştıran kadınlar vardır ya, işte onlardan biri, yanındaki adama haldır haldır bir şeyler söylüyor.
Sezar'ın hakkı Sezar'a, butik taklidi mağazadan da olsa nispeten belirli bir zevkle giyinmiş. Ancak krokodil iskarpinler, uzun yırtmaç aracılığıyla bacak anotomisini cömertçe sergileyen eteğin pastel rengi yanında sırıtıyor.
Artık kulak vermiyorum ve tabii çaktırmıyorum ama, resmen dinliyorum.
Anlaşıldı, biraz evvel ve muhtemelen bu tezgahta tanışmışlar.
Ve, çaçaronlukla seksilik arasında gidip gelen ses hiç durmadan anlatıyor:
Kız otuz iki yaşındadır; orta düzey bir meslek okulu diplomasının ardından şimdi bir ilaç firmasında sekreter olarak çalışmaktadır; İngilizcesi pek parlak olmadığı için genç patronu kendisini bazen payladığında vartayı şuh gülücüklerle atlatmaktadır; mat teni özellikle, dolmuş uçakla gittiği her yaz tatili ertesinde tam bir marsığa dönüşmektedir; zaten baldırlarının gergin kalması için haftada iki defa cimnastik salonunda aerobik yapmanın yanısıra kışın da solaryum lambası altına yatmaktadır; üç sene birlikte yaşadığı oğlanı bir gün çok kızdırdığından ondan şamar yemiş, karşılığında da çocuğu silme tokat kovarak evin kilidini değiştirtmiştir; annesinin rahim kanseri tedavisi sırasında hastane ziyaretine sık gitmediği için babası kızına kızgındır; bazı akşamlar çok yorgunluk bastığından da, cep telefonunu kapatarak ve ev telefonunu telesekretere bağlayarak yatakta bir şeyler okumaktadır...
Ne bahtiyarlık, daha kadehim bitmeden işte kızın inanılmaz ‘zengin’ (!) ve inanılmaz ‘ilginç’ tümn hayatını öğrendim ama, aldı mı şimdi beni bir merak...
Acaba hanımefendi yorgun akşamlarda ne okumaktadır ? Spinoza felsefesi mi, Hegel diyalektiği mi, yoksa Freud psikanalizi mi ? Eminim, hepsini birden !
Bir şey daha dikkatimi çekti, zaten kelime söyleyecek fırsatı kalmayan ve yine cigara yakar gibi yakarak baktığımda hatuna oranla bir kaç grado daha yüksek olduğu izlenimini uyandıran adam kazaen ağzını açtığında kıza ‘siz’ diye hitap ederken, diğeri çoktan ‘sen’e geçmiş durumda...
Ve işte pat diye soruyu yapıştırdı, cevabı beklemeden de fikir beyan etti:
‘Senin çocuğun var mı? Baştan söyleyeyim, çocuklu erkeklere benden paso! Tecrübemle sabit, karılarıyla barışırlar, haydaa yüzüstü kalırım. Haftasonu çocukları alacağım diye yalan atarlar, yeni metreslerinin koynuna girerler...’
Adamın laf etmesine vakit kalmadı, hatun ‘tuvalete gidiyorum, bana aynısından ısmarlasana’ diye ayağa kalktı ve ben bu defa sağ tarafa doğru cigara yakar numarasıyla ona döndüğümde, muntazam bacaklarını ve nefis kalçalarını bir manken gibi kullanarak merdivenlere yöneldiğini gördüm.
* * *
SONRA, sessiz adam biraz ümitsizce, biraz sorgulamayla bana baktı ve içimden, ‘hemen götür ama ağzına mutlaka filaster yapıştır’ demek geçti.
Fakat aklıma kızın dolgun ve şehvetli dudakları geldi ve ağız nahiyesini tamamen devre dışı bırakacak böyle bir handikapın çaçaron konuşmalardan başka şeyleri de tıkayabileceğini düşünerek, her hangi bir yorumda bulunmadım.
Kadınları küçük gören ‘mizojin’ bir erkek damgasını yemekten de korktum.
Hesabımı ödedim ve tezgahtaki monoloğu terkettim.
Paylaş