Paylaş
Vitali Hakko kaçın kurrası ya, geçende Nilgün Cerrahoğlu'yla yaptığı pazar sohbetinde tesettüre ilişkin bir soruyu cevaplarken önce Bebek'te rasladığı ve mahreme bürünmüş genç bir kadının çok çarpıcı estetiğini vurguluyor, ardından da soruyu ters çevirerek üç aşağı beş yukarı şunları söylüyordu:
‘Bakın Nilgün Hanım sizin endamınız yerinde. Yani eğer Paris’li meşhur bir modacı koleksiyonuna tesettürü de dahil ederse siz bunu giymeyecek misiniz ?'
* * *
‘VAKKO’nun patronu tabii ki haklı çıktı ve Nilgün'ün kulakları çınlasın, Fransa başkentinde değil ama Londra'da, Kıbrıs'lı modacı Hüseyin Çağlayan'ın hazırlamış olduğu ve Yemeni çarşaftan en üryan ‘minimalizm’e kadar tesettür varyantlarını stilize eden kıyafet dizisi 1998 yaz koleksiyonun gözdesi oldu.
‘Le Monde’ dahil en ciddi Avrupa basını bile bu modaya övgüler yazdı.
Dolayısıyla, gelecek mevsim Cannes ‘Croisette’sinde veya Barselona ‘La Rambla’sında İslami uslup giysilerle piyasa yapan fettanlara raslayabiliriz.
Tıpkı İstanbul Uluslararası 5. MÜSİAD Fuarı'ndaki tesettürlü mankenlerin yüreğimizi hoplatması gibi, onlara bakarak derin derin iç geçirebiliriz.
Bir de giyim-ideoloji ikilemindeki önyargılarımızı gözden geçirebiliriz.
* * *
BİRAZ daldan dala atlamak gibi olacak ama konuyla ilgisi var onun için aktarıyorum, Şevket Süreyya anlatır, ‘Suyu Arayan Adam’ yazarı tutuklanarak İstiklal Mahkemesine ilk sorgu için sevkedildiğinde, birden, genç gazeteci Hikmet Şevki'nin tekme tokat merdivenlerden aşağı yuvarladığına tanık olur.
Çünkü Şevki şapka giymiştir ve buna pek kızan kalpaklı ve iri yarı bir yargıç, ‘Nedir bu kepazelik ? Anandan şapkalı mı doğdun ?’ diye köpürmektedir.
Çok kısa bir süre sonra Kıyafet Kanunu çıkar ve Süreyya sanık sandalyesine oturtulduğunda, aynı hakim heyetteki yerini bu defa şapkalı olarak almıştır.
İhtilal mahkemesi bu kez sarık saranları yargılamaktadır...
* * *
DEMEK istediğim şu: Tesettür veya mini etek, şapka ya da sarık, kültürel aidiyetimize ve hayat tarzı tercihimize dış gösterge oluşturan bu giyim aksesuvarları bazen tarihin anlık ‘momentum’larında ideolojik alamet-i farika haline gelebilirler. Şekiller fikirlerin dışavurumunu yansıtabilirler.
İhtilallerin diyalektiğinde de radikal değişimlere simge oluşturabilirler.
Ancak, ihtilaller ilelebet sürmez. Süremez... Devrim daima evrime dönüşür.
Üstelik, hem Cumhuriyet İhtilalimizde olduğu gibi kurumsal devrim, hem de mahrem kıyafette olduğu gibi ‘ruhiyatçı devrim’ aynı helezoni süreci izlerler.
Yani her ikisi de esnekleşir ve güncelleşirler. Katılıklarını yitirirler.
Kimlik aidiyetinin ‘protest’ ifadesi olarak ortaya çıkan tesettür Bebek'te yeni estetiklerle donanır; MÜSİAD Fuarında yeni mankenlerle sergilenir; Londra 'da yeni modalarla dizayn edilir; nihayetinde de, Nişantaşı'nın Cumhuriyetçi kızları ve Fatih'in İslamcı kızları beklenmedik bir ortak paydada buluşurlar.
Bu buluşma ise ne Cumhuriyet'i yozlaştırır, ne de İslam'ı ‘kafirleştirir’.
Sadece, uzlaşmazmış gibi gözüken çelişkileri törpüler. Onları yumuşatır.
Giyim tarzlarında vehmedilen ideolojik sloganları da ehlileştirir. Daha ötesi, slogan ideolojileri ve slogan kıyafetleri tedricen devre dışı bırakır.
Dönüşen hayat, değişen estetik ve yenilenen moda toplumları barıştırır.
* * *
KİM ne giyerse giysin, ne peçe indiririm, ne mini eteğe jilet atarım.
Şu ya da bu kıyafetin zaptiyesi olmak benim üzerime vazife değil...
Ama müthiş heyecanla 1998 Londra yaz koleksiyonundan tesettürü bekliyorum.
Ne yani, estetiklerimin ve fantazilerimin kahyası mısınız ?..
Paylaş