‘Türkiye’nin kalbi Taksim’de erken bir pazar sabahına bakıyorum. Artık, ‘çılgın cumartesi’den dönen son ‘gece kuşları’ bitmektedir. Ayine gitmek için Katolik kilisesini arayacak Süryani kadınların ve tatil gününü Beyoğlu’nda geçirmeye karar vermiş varoş ailelerinin sökün etme vaktine ise daha çok var.
ESKİ tulumbacı şarkısı ‘Beyoğlu’dan kalktık, sandık selámet / Galata’ya vardık, koptu kıyamet / Hurşit Reis, sandık sana emanet’ der ya, henüz tam böylesine civcivli olmasa bile yine de bu çok erken pazar sabahının Taksim’i yavaş yavaş oraya kayıyor.
Artık, ‘çılgın cumartesi’den dönen son ‘gece kuşları’ bitmektedir.
‘Simit Evi’nin üst katından izlediğim insanların büyük çoğunluğu, nihayette Galata’ya giden güzergáha doğru yönelmektedir.
Şimdi hayat öyle akıyor.
*
BUNLAR ekseriyet itibariyle, tatil günü de işbaşı yapan esnafın öncüleri olmalılar.
Çıraktı, kalfaydı, komiydi falan?
Çalışma hiyerarşisinin daha alt sıralarında yer alan bu insanlar besmeleyle mağaza kepenklerini kaldıracaklar; sonra hiç vakit kaybetmeden, ısınması gereken elektrikli makinelerin butonuna basacaklar; ortalığı silip süpürürken de, birazdan müşteriler için avaz avaz çalacak olan müziği değil, radyodan, teypten, CD’den kendi sevdiklerini dinleyecekler.
Ardından servis kamyonetleri geldiğinde de, erzakı boşaltmaya başlayacaklar.
Mekanik süpürgeyle ortalığı temizleyen belediye çöp kamyonu geçtiğinde de, güne gerçekten girilmiş olacak.
‘Türkiye’nin kalbi Taksim’de pazar sabahı böyledir.
*
EVET evet, biliyorum ki ‘Türkiye’nin kalbi Taksim’in hafta sonu yelpazesi sırf gündüzlerde ve gecelerde değil, erken sabahlarda da hafta içi yelpazesinden farklıdır.
Eğer sıradan bir gün olmuş olsaydı, vaktin bu ‘horozlar saati’ne rağmen, Fransız Konsolosluğu’ndan vize almak için kuyruğa girecek olanlar, gözlerinde çapak ve ellerinde formüler, çevredeki kahve veya muhallebicilerden birine oturarak gidecekleri yerlerin hayalini kuracaktılar.
Semte çalışmaya gelenlerin sayısı ise şimdikiyle kıyaslanmayacak kadar çok olacaktı.
Meselá, caddeyi nereye doğru katedecekleri meçhul küçük zenci gruplar geçecekti.
Meselá, çalıştıkları mağazaların ‘trendy tarzı’na uygun giyinmeye heveslenseler bile yine de üzerlerinden yaşadıkları gecekondu mahallelerinin gustosu akan ve bir buçuk kuşak öncesine kadar köylü olan tezgahtar kızlar, dudaklarında cigara, hızlı adımlarla Galatasaray ve Tünel’e doğru yürüyecektiler.
Aynı yöne doğru yürüyecek olan bir bölüm ise ellerinde taşıdıkları çantaları ve kemerlerine taktıkları cep telefonlarıyla ‘memurin’den olduklarını gizleyemeyeceklerdi.
Ama pazar sabahında onlar mevcut değiller.
Ayine gitmek için Katolik kilisesini arayacak Süryani kadınların ve tatil gününü Beyoğlu’nda geçirmeye karar vermiş varoş ailelerinin sökün etme vaktine ise daha çok var.
Oturduğum ‘Simit Evi’nin terasından sağa doğru dönüyorum ve gazete bayiinin açmakta olduğunu görüyorum.
Birden, Fernando Pessao’nun ‘Tütüncü Dükkánı’ şiiri aklıma geliyor.
*
‘AMA Tütüncü Dükkánı’na bir adam girdi (acaba tütün almaya mı?) / Ve, makûl gerçeklik birden üzerime iniyor. / Enerjik, kararlı, insani, yarı doğruluyorum. Ve ben, aksini söyleyeceğim bu dizeleri yazmaya koyulacağım’.
Fakat ben ne metafiziğe dair şiir yazacağım, ne de Lizbon’daki ‘Tütüncü Dükkánı’na bakıyorum.
‘Türkiye’nin kalbi Taksim’de erken bir pazar sabahına bakıyorum.
*
ANİDEN kalktım.
‘Simit Evi’nin terasından zemin kata indim ve dışarı çıktım.
‘Enerjik, kararlı ve insani’, gazete almak için bayiye doğru gidiyorum.
‘Enerjik, kararlı ve insani’, bu çok erken pazar sabahında ‘Türkiye’nin kalbi Taksim’de atıyorum.