Sol mu keskin kılıç mı kesin?

VİRGÜLÜNE dokunmadan aktarıyorum, müteveffa İlhan Selçuk, 12 Mart 1971 muhtırasının ertesi günü “Cumhuriyet” Gazetesi’ndeki sütununda darbeyi şöyle desteklemişti.

Haberin Devamı

“12 Mart bildirisi devrimci çizgide olumlu bir adımdır.
Atatürkçülük ve 27 Mayıs doğrultusunda ordunun devrimci gelenek ve yapısına uygun tarihi bir belgedir. Cici demokrasinin cılkı çıkmıştır”.
Oysa hatırlatırım, o “devrimci gelenek” (!) yukarıdaki yazıdan biraz sonra “solcu” (!) Selçuk’a da şamar nakşetti ve Erenköy’deki Ziverbey Köşkü’nde işkence tezgâhına yatırdı.

ÖTE yandan, tekrar müteveffa ve tekrar “solcu” (!) Hikmet Kıvılcımlı aynı darbeden üç gün sonra yayınladığı dergide “Ordu Kılıcını Attı” diye sevinçten havalara uçuyordu.
Zaten “Doktor” lâkaplı komünist lider “asker siyaset yapamaz” ilkesinin “maval” olduğunu söyleyerek yazısını TSK’ya yönelttiği “hadi hayırlısı” temennisiyle bitirmişti.
Fakat yine hatırlatmak zorundayım ki o “kılıç” kendi kellesini de uçurmaya kalkışınca Kıvılcımlı acilen kaçtı ve Allah rahmet eylesin, Belgrad’taki sürgün hastanesinde vefat etti.

Haberin Devamı

DİĞER taraftan, bu defa Allah daha nice uzun ömürler ihsan eylesin, “Eskitüfek” müstear adını kullanan başka bir komünist önder; yani “ordu gençlik elele / milli cephede” sloganın da mucidi olan Mihri Belli aynı ordu aynı darbede aynı tüfeği kendisine yöneltince kapağı yine apar topar yurtdışına atmak zorunda kaldı.
Daha önce ve aynı askerin milliyetçi huyuna gitmek için, Jean Jaures’i Türkçe’ye çevirirken “yurtsever” deyimini kasten “milliyetçi” diye tahrif etmiş olması işe yaramadı.

SON örneği kendimden veriyorum. Daha 12 Eylül 1980 sabahı, Brüksel’de yönettiğim “News Agency of Turkey” adına ve üç dilde darbeyi şiddetle kınayan bir bildiri yayınladım.
Derhal AET organlarına ve yabancı basına dağıtarak karşı çıkılması çağrısını yaptım.
Akşam Ankara’yla ilişki kurabildiğimde ise “Karanlıkçı” bünyesinde yer aldığım merkez “anarşiye ve Rusya’ya karşı” olduğu için generallerin destekleneceğini bildirdi.
Yuh! Şaşırdım. Nutkum tutuldu ve dondum kaldım.  
Öyle mi, hadi sizin rezil “sol”unuzu şeytan, benim naif aptallığımı da deccal görsün!
Totaliter şema nihayet beynimde dank etti ve “cinnet yılları”mı işte o an noktaladım.
Fakat “şefler”in kışla çanağı yalaması yine işe yaramadı.
Apoletine methiye düzdükleri aynı generaller bir süre onları da kodese tıktı.

Haberin Devamı

İMDİİ, hepsi teker teker gerçek olan tüm bu örnekleri CHP’de “ulusalcı” ve “solcu” geçinen Süheyl Batum’un “ordu kağıttan kaplanmış” diye ağlamasından dolayı aktardım.
İşte gördünüz, 12 Mart’a övgü düzmüş ve “cici demokrasi” dediği çoğulcu rejimi “cılk” diye aşağılamış “Yön - Devrim” darbecisi bir İlhan Selçuk’tan, Yunan İç Savaşı’nda kızıl saflarda savaşmış ama Türkiye’de kitaba uydurmak için “ordu gençlik elele” şiarından medet ummuş komünist bir Milli Belli’ye, Batum aslında habis bir geleneğin mirasçısıdır
Söz konusu gelenek de evrensel solun tüm değer ve kıstaslarına yabancıdır. Zıddıdır.
“Halkçı” belâgati lâf-ı güzaftır. Bizim “sol” o halkı ve sivili değil eliti ve askeri sever.
İşin en dehşet yanı ise yine evrensel terminolojide hepten “sağ” addedilen böyle bir tavrın Türkiye’de hakikaten “sol”muş (!) gibi takdim edilmesi ve öyle kabul görmesidir.
Üstelik hep yaltaklanan ama hep tekme yiyen ve hâlâ cellâdına âşık olan bir “sol” (!) mazoşizm dünya tıp literatürüne geçecek nitelikte ve çok vahim bir psiko-patolojik vakadır.
Acaba ben de “ordu kılıcını attı” diye sevinçten uçan ama kendisi de aynı kılıçtan kaçarken sürgün yatağında ölen komünist “Doktor” gibi “hadi hayırlısı” diye mi bitireyim?

Yazarın Tüm Yazıları