Paylaş
Önceki hafta ‘fikir suçlusu’ Ragıp Duran'ı Gazeteciler Cemiyeti önünden Saray Cezaevine uğurlarken gayet önemli bir olgu dikkatimi çekti. Çok da üzdü.
Çünkü, sembolik dayanışma için buluşan insanların ezici çoğunluğu köken itibariyle ‘sol kültür’den iniyordu. Birbirimizle şahsen veya gıyaben dosttuk.
Enseye tokat olduklarımız da vardı, mesafeli selamlaştıklarımız da...
Bir bölümümüz şimdi farklı düşüncelere meylediyor olsa dahi büyük ekseriyetimiz yukarıdaki ‘sol kültür’ün rahle-i tedrisinden geçmişti.
Halbuki gönül isterdi ki, işte atla deve değil ve son tahlilde gayet traji-komik bir ifade özgürlüğü meselesi, muhafazakar, merkez ve radikal sağa ve ‘İslami kesim’e mensup birkaç kurum ve şahsiyet de oraya gelmiş olsun.
Bugün bana yarın sana, simgesel mevcudiyetleriyle onlar da demokrasinin evrensel ilkelerini sahiplendiklerini ortaya koyan etik mesaja imza atsın.
Kimsenin onlardan Duran'ın görüşlerini paylaşmalarını istemek hakkı ve talebi yok, yeter ki onlar da Voltaire'nin ‘sizin fikirlerinizle sonuna kadar mücadele edeceğim. Ama fikirlerinizi hür biçimde ifade edebilmeniz için ölmeye hazırım’ düsturunu benimsediklerini bu netameli ortamda teyid etsin.
Oysa heyhat, gözlerim umutsuzca onları aradı. Kimseyi göremedim.
Biz ‘sol kültür’ kökenli şahıslar aslında ne sağ, ne de sol olan liberal demokrasinin savunuculuğunda sen, ben, bizim oğlan olarak bir başımıza kaldık.
* * *
YUKARIDAKİ olgu aslında Türkiye'nin çok hayati, hayati olduğu ölçüde de mutlaka aşılması gereken bir zihin handikapını ortaya koyuyor.
O da şu ki, yerleşik sivil toplum geleneği olmayan ve demokrasinin temel ilkelerini özümsemeyen bizim insanlarımız eğer kazaen özgürlük talep etmek aşamasına varmışlarsa, bu talebi dahi yalnız kendileri için dile getiriyorlar.
Fikren onaylamadıkları şahısların hürriyetini zerre kadar umursamıyorlar.
Hatta onların bu hürriyeti zapt-u rapta alındığında ‘oh olsun’ çekiyorlar.
Bizim insanlarımız kendilerine dokunmadıkça yılana aldırmıyorlar.
* * *
OYSA demokrasi bu değil !..
Hiç bir zaman da böyle olmadı... Hiç bir zaman da böyle olmayacak...
Çünkü, Voltaire'nin yukarıdaki cümlesine tekrar dönüyorum, genel bir ahlak manzumesi olan demokrasinin özü, sonuna kadar reddedeceğimiz fikirlerin de hür biçimde ifade edilebilmesi için mücadeleyi kapsar. Bunu etik zorunluk kılar.
Başka bir deyişle, demokrasi, zıtların asgari ortak paydada buluştuğu ve bu paydayı ‘olmazsa olmaz’ şart bellediği çok geniş bir platformla özdeşleşir.
Niyetim ‘sağ kültür’den süzülen dostlara takaza etmek değil ama şu bir vakıa ki ‘sol kültür’ kökenli insanlar eski yanlışlarına rağmen son on - on beş yılda yukarıdaki gerçeği ‘sağ kültür’ kökenlilerden daha iyi kavradılar.
‘İlerici’ yaftaya rağmen faşizmi temsil eden ve ceberrut devletçilerden Maocu ajan provokatörlere uzanan mikrop kesimi hariç tutarsak, ‘sol kültür’den inenler ‘sağ kültür’ün özgürlüğünü de savunmak konusunda dev adımlar attılar.
Benimsemedikleri bir tesettürün giyim hürriyetini ve onaylamadıkları bir etnik diskurun ifade serbestisini sahiplenerek bunun sınavını fiilen verdiler.
‘Sağ kültür’ kökenliler önceki salı Ragıp Duran'la dayanışmaya gelmeseler bile ‘sol kültür’ kökenliler Süleyman Demirel'in siyasi hayata dönmek veya Hekimoğlu İsmail'in yazı yazmak hakkını ilkeli biçimde desteklediler.
Çünkü ‘sol kültür’den inenler eski formasyonları, yedikleri darbeler ve otoriteyle olan uzlaşmazlıkları nedeniyle demokrasinin erdemini ‘sağ kültür’den süzülen dostlara oranla daha çabuk ve daha derinden kavradılar.
Dileyelim ki ‘sağ kültür’den dostlar da artık bu kavrayışa ulaşsın ve bundan sonraki demokratik dayanışmalarda bizleri yine sen, ben, bizim oğlan bırakmasın!
Paylaş