Paylaş
Zaten daha gişelere gelmedim, yeraltı salonundaki koca fotoğraf panolarına ek olarak, sesi de bangır bangır açılmış dev ekran televizyon olaylara ilişkin görüntü yansıtıyordu.
Bunları izleyen kalabalığın arasından seğirttim ve fünikülere saptım.
Sonra, Tophane, Karaköy ve Sultanahmet duraklarında, görevlilerin aynı sergi afişlerini, aslında haklı olarak diğer afişlere yasak olan cam vitrinlere yapıştırdığını farkettim.
Yani aşikâr ki, Taksim’deki “faaliyet” belediye himayesi altında düzenlenmektedir.
Olmaz ve olamaz!
* * *
OLMAZ ve olamaz, çünkü Türkiye’nin en büyük şehrinin belediyesi eğer o şehrin en büyük meydanını, dünyanın yine en büyük ülkesini hedef alan bir “husûmet sergisi”ne mekan ve imkan olarak tahsis ederse, ister istemez ipin ucu kaçar. İşler fena halde sarpa sarar.
Ayıkla pirincin taşını, bundan sonra ne “reel politik” devlet ilişkilerin zedelenmesi engelleyebilirsiniz, ne de halklar arasında açılacak uçurumun boşluklarını giderebilirsiniz.
Söz konusu ilişkiler ki, “yükselen” Çin’le “yükselen” Türkiye arasında bugün, modern tarihte hiç olmadığı ölçüde hayatiyet arzediyor. Üzerine titrenmesi gerekiyor.
Artı, eğer günün birinde Pekin veya Şanghay metrosu koridorları 1915 Ermeni Tehciri’ne yahut 6-7 Rum pogromuna ilişkin bir sergiye sahne olursa, artık siz de gık diyemezsiniz.
Tıpkı, ağzından çıkanı kulağı duymayan ve ölü çoğunluğunun Han olduğunu unutan Başbakan Erdoğan’ın “adeta soykırım” nitelendirmesinden sonra, ez kaza ora lideri Wen Jiabao da aynı Techir için aynı ifadeyi kullandığı takdirde, yine gık diyemeyeceğiniz gibi!
* * *
BUNLARI söylüyorum ama Halep oradaysa arşiv buradadır, ben kendi hesabıma, hem hissi aidiyet ortaklığını paylaştığım, hem de ezilenden yana olmak etiğini benimsediğim için bütün “Türki Âlem”i sahiplenen birisiyim. Doğu Türkistan da en zirvelerde yer alıyor.
Nitekim, Başbakan’ın gafını eleştirmeme rağmen Urumçi’den hemen sonra ve önceki hafta üstüste yazdığım iki yazıda, Çin’in uyguladığı Büyük Han asimilasyonculuğunu ve onun Türkiye’de 5. Kol olarak kullandığı “Karanlıkçı Maoculuk”u uzun uzadıya teşhir ettim.
Olsun, bu tutumum Taksim’deki “husûmet sergisi”nin belediye himayesi ve patronajı altında düzenlemesini onaylamam anlamına gelmez ve gelemez.
Ancak, eğer “düzenlenir efendim! Belediyeler devletten bağımsızdır ve istedikleri sivil insiyatifi alırlar” diyenler varsa, vakıa böyle bir argümanı külahım dahi yutmaz ama olsun, bu takdirde onların da, misilleme falan, ceremesini baştan kabullenmeleri gerekir.
* * *
EĞRİ oturalım, doğru konuşalım ve metrodaki serginin arka planını iyi tahlil edelim.
AKP’nin, dolayısıyla iktidar belediyelerinin bünyesinde ırkçılığı, milliyetçiliği ve dinciliği harmanlayan “Türk-İslam sentezcisi” bir damar atıyor. İdeolojisi maziye uzanıyor.
Ve tabii ki, öyle metropol şehir falan değil, buram buram taşra kasabası kokuyor.
Gündelik siyaset pratiğini ise “ezilmişlik” duygusallığı gıdıklayan bir popülizm üzerine oturtuyor. Kâh şu sıra Taksim’de olduğu gibi ırki-milli öğeyi öne çıkartıyor.
Kâh Filistin-Gazze olayları sırasında yaşandığı gibi din faktörünü birincil kılıyor.
Ve her iki durumda, sonsuz komik kaçan kraldan fazla kralcılık zaten bir yana, aynı AKP’nin “modernist” damarıyla kan grubu bağdaşmayan bu arkaik ve bu köhne tutum, ne uluslararası ilişkilerin o “reel politik” boyutunu kavrıyor; ne de bilhassa, komplo teorilerini ve “dışlanmışlık” (!) komplekslerini aşarak, olayların nesnelliğine inmeyi becerebiliyor.
Metro istasyonundaki yeni sergi de yukarıdaki sığlığın son tezahürünü yansıtıyor.
Paylaş