Matmazel mesela, Mendelssohn dinleyen bir taksi şoförüyle önce istiridye yenilen ehven bir lokantaya; sonra da yine onunla beraber, yeni yılı kutlayan ahalinin budala sevincini seyretmeye gidebilir.
İşte benzin ve gaz ful, yallah bismillah, siftaha çıkabilirim. Şoför efendi, rastgele!
Anladınız, geçen pazar girizgáhını yaptığım ve taksicilik dönemimdeki bir yılbaşı akşamını hikaye eden satırları kaldığım yerden sürdürüyorum.
Ve dediğim gibi, ayyaş gündüzcünün bana boş teslim ettiği her iki depo da artık dolduğu için, istasyonu gönül ferahlığıyla terk ediyorum. Gel müşteri, gel! Bin müşteri, bin!
Fakat, çiseleyen soğuk yağmurun hafiften sulu kara dönüşmekte olduğunu fark ettim.
Fena halde işkillendim ve de içimden beddua okudum.
Hayır, cimri patronun sağ sileceği hálá yaptırtmamış olması umurumda değil!
Onu nasılsa idare ederim de, eğer kar tutmaya başlarsa asıl o zaman ne halt ederim?
Çünkü biliyorum, yine patronun pintiliğinden dolayı lastikler kabağa kaçıyor.
Nitekim, geçen gece aynasızlar kavşakta durdurmuşlardı da, "Aman mösyö zaptiye, istersen cezayı kes beni ilgilendirmez, zira işveren ödeyecek. Fakat n’olur, beni hemen trafikten men etme! Aksi takdirde ekmek paramla oynamış olursun" diye yalvarmıştım.
İnsaflıymışlar, "Bu sefer görmemiş olalım ama derhal değiştirt" diyerek bıraktılar.
Oysa, tipi şimdi ániden bastırırsa, işin ne şakaya, ne de yalvarışa gelen yanı kalır.
Evet kalmaz, çünkü yok ikinci vitesle kalkarım; yok frene basmadan istoplarım; yok usturuplu direksiyon döndürürüm falan, bunlar kendini ralli pilotu sanan ahmak tesellisidir.
Altımdaki otomobil dört çarpı dört "Range Rover" álamet-i farikasını taşımıyor!
Altı üstü, "Fiat 125" taklidi ve ta komünist Lehistan’da imál edilen gayet kıçı kırık bir "Polsky" ki, piyasanın en ucuzu olduğu için patron efendi garajını bunlarla dolduruyor.
Ben bu meretin balatasına ve debriyajına güvenip de karda buzda sefere çıkmam.
Allah saklasın ölümcül kaza bir yana, paat, patinaj yapıp kaydı ve o sana vurdu.
Çaat, sağa çevirdin sola döndü ve sen ona vurdun.
İşin yoksa, hurdahaş arabayı patrona nasıl edeceğim diye soğuk terler dök!
GÖRDÜN MÜ BAŞIMIZA GELENİ
Ama biliyorum, bagajda bir çift köhne zincir duruyor. Mevsim başı oraya bırakmıştı.
Kabul de, krikoyla arabayı zar zor kaldırmaya çalışacaksın ve paslanmış mereti takacağım diye helák olacaksın; sonra da, yüzün suratın ve üstün başın şopara döndüğü için temizlenecek musluk ve kubur arayacaksın. Nihayetinde de yılbaşı seferine çıkacaksın...
Ölme eşeğim ölme, işte zaten şimdiye kadar siftah yapamadım. O saatten ve o gerginlikten sonra kazanacağım paranın hiç mi hiç bereketi olmaz.
Dolayısıyla, aman kar, gözünü seveyim yağma! Kartpostal yılbaşı umurumda değil! Ben yalnız ve yalnız, bu gece kopartabileceğim bahşişle ilgileniyorum.
Oysa yağdı! Bütün dualarımı es geçti ve lapa lapa, tipi tipi yağmaya başladı.
Benzinciden durağa koca mesafede dahi siftah yapamadım. Direkt sıraya girdim.
Önce camı açıp bir önümdeki Ardaş Abi’ye "Nice senelere ahparik" diye seslendim.
Şimdi haniyse iki parmak tutmuş karı göstererek, "Gördün mü başımıza geleni? Mübarek yarını bekleseydi ya! Bu havada kim yılbaşı kutlamaya çıkar" cevabını verdi.
Motoru açık bıraktım; kaloriferin vantilatörünü çalıştırdım; tüm külüstürlüğüne rağmen yine de radyosu olan takside, ibreyi klasik müzik programına ayarladım.
Mendelssohn bütün otomobili doldurdu ve sesi biraz daha yükselttiğim için de, keman konçertosu motorun ve vantilatörün gürültüsünü bastırdı.
Sonra, önümdeki iki üç taksinin peş peşe dolduğunu ve müşteri alan Ardaş Abi’nin de karda hafiften patinaj yaparak hareket ettiğini fark ettim. Hemen benim de kapım açıldı.
Radyoyu kısıp kimdir ve nereye gidecektir diye sormama fırsat kalmadan, içeri giren şahsa ait çok hoş bir kadın sesi önce "mutlu yıllar" dedi.
Sonra da derhal, müziği kast ederek "Mi minör, Opüs 64" diye ekledi.
Şaşırmış arkama dönüyordum ki, "O kadar da kısmayın canım! Yeni yıla galiba çok şanslı gireceğim. Yalan mı, müşteri beklerken Mendelssohn dinleyen taksi şoförüne düşmek talih işidir. Üstelik, mösyömüz pek de entelektüel gazete okuyor" diye üsteledi.
Hızla sağ arka koltuğa döndüm ve sesinden de çok daha hoş bir genç kadın gördüm.
Ne kucağında hediye paketi, ne de koltuğunda şampanya şişesi vardı.
Sadece, nefesli saz olduğunu tahmin ettiğim bir enstrümanın çantasını yanına bırakmıştı ki, biraz ötedeki Radyoevi’nden çıkmış bir orkestra elemanıdır diye düşündüm.
KÁHYA KOLTUĞUNDAKİ MÜŞTERİ
Göz göze geldik! Hani, hiçbir şeyin söylenmediği ama aslında her şeyin söylenmiş olduğu anlar vardır ya, işte öylesine bir momentum yaşandı.
Her şey sonsuz kısa ve sonsuz uzun sürdü. Her şey çok muğlak ve çok berrak göründü.
Taksimetreyi açmadan, "Matmazel kaçıncı opüs tarafa gidecek" diye sordum.
Sessizlik oldu. Sessizlik devam etti. Sessizlik konçertosuna notalarına asılı kaldı.
O da üçüncü şahıstan konuştu ve, "Sizce, matmazel böyle karlı ve böyle yalnız bir yılbaşı akşamı nereye gitmeli ki" cevabını verdi.
Arkamdaki vasıtalar da müşteri doldurduğu için, patinaj yapmayayım diye ikinci vitesle hareket ettim ve hiç tereddüde düşmeden ve hiç arka koltuğa bakmadan, yanıtladım:
"Matmazel mesela, Mendelssohn dinleyen bir taksi şoförüyle önce istiridye yenilen ehven bir lokantaya; sonra da yine onunla beraber, yeni yılı kutlayan ahalinin budala sevincini seyretmeye gidebilir" dedim.
Yine sessizlik oldu. Sessizlik sürdü. Sessizlik konçertosuna notalarına asılı kaldı
Sonra, "Matmazel programı enfes buluyor ve itiraz beyan etmiyor" cevabı geldi.
Ardından da, "Matmazel taksi şoförünü şimdi daha iyi tanımak istiyor ve eğer sağ tarafına yaydığı entelektüel gazeteyi katlamak zahmetine katlanırsa, yanındaki kahya koltuğuna oturmak arzusunu ifade ediyor" cevabını verdi.
Kar şimdi haniyse yarım karışa ulaşmıştı. Hemen geriye döndüm ve otomobili, gündüzcünün ertesi sabah onu alacağı parkinge bıraktım.
Sonra, el ele ve kara bata çıka, taksi şoförü ve "siftah müşteri"si yeni yıla yürüdüler.