ENDÜLÜS adı geçti miydi şairlerin yüreği Gırnata'da atar.
Nitekim, ‘‘Alnında halka halkadır aşufte kakulu / Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü’’diyen Büyük Yahya Kemal'den, aynı şehrin çocuğu Federico Garcia Lorca'nın ‘‘Granada'nın iki ırmağı / Kardan buğdaya inerler / Granada'nın iki ırmağı / Ağıttır biri, diğeri kandır’’dizelerine, onların tercihini hemen daima Elhamra saraylı kent oluşturur.
Ben şair değilim, tercihim İşbiliye'den, yani Sevilla'dan yanadır.
* * *
Hayır, Mülhacin tepesinde serinleyen Gırnata'yı, İbn Bacce medresesinde anatomi dersi dinleyen Kurtuba'yı, pupa kalyonunda deryaya açılan Ceziretü'l Kadis'i boşlamıyorum.
Mümkün mü? Endülüs bu! Dev mi dev el Andalus, onun her karışını ayrı severim.
Fakat olsun, yine de İşbiliye derim. Çünkü, Madrid ve Barselona'dan sonra İspanya'nın üçüncü metropolü konumundaki Sevilla diğerlerinden haydi haydi büyük bir kenttir.
Eh, ben ezelden beri böyle şehirler insanıyım ya, dolayısıyla nihayetinde orayı isterim.
Üstelik, Lorca yukarıdaki dörtlüğü yazmıştır ama ‘‘Sevilla bir kuledir / İyi okçularla dolu / Sevilla yaralanmak içindir / Kordoba ölmek için’’ demeyi de ihmal etmemiştir.
Ve ben yıllar önce Endülüs'e ilk gittiğimde İşbiliye'de yaralandım. Derin yaralandım.
Bugün Sevilla'dan bahsetmem ise dün orada toplanan AB zirvesinden kaynaklanıyor.
Bahane tabii... Ortak savunma, göçmen kanunu, tarım politikası, hiç umurumda değil.
Bu pazar İşbiliye'ye gidiyorum, çünkü zirve mekanı yaramı depreştirdi, o kadar...
* * *
Şunu dobra dobra söyleyeyim, aidiyetini taşıdığım İslamiyet var olduğundan beri tek bir defa diğer uygarlıkları ‘‘geçmiş‘‘ ve onlara öncülük yapmıştır ki, bunun adı Endülüs'tür.
Tabii,‘‘fütühat uygarlığı‘‘ndan (!) değil ‘‘akıl uygarlığı‘‘ndan söz ediyorum...
Bu anlamda, Osmanlı dahil, ötesi fasafisodur.‘‘Anakronik‘‘, yani zaman dışı kalırlar.
İşte İşbiliye, yani İspanyolca adıyla Sevillabana göre,Tarık bin Ziyad'ın Miladi 711 yılında daha sonra kendi adını taşıyacak boğazı geçerek Afrika'dan İberya'ya adım atmasıyla başlayan ve ‘‘Avro - İslam‘‘diyebileceğim dev medeniyetin beşiği ve başkentidir.
Burada önce, coğrafyanın hayati önemi üzerinde durmak gerekiyor.
* * *
Çünkü, Abbasi kıyamından kaçan çöl insanları Okyanus yağmuruyla yıkanan Kadis ormanlarında ve Sabika dağlarından akan Guadelkivir sularında ‘‘ovalılaştılar‘‘ (!).
Önce iklim onları, sonra da onlar ‘‘iklim‘‘i dönüştürdüler ki, buna uygarlık diyoruz.
Artı, Vizigot ve Slav; Yahudi ve Berberi öylesine zengin bir etno - kültürel karışım gerçekleşti ki, tüm görkemiyle İşbiliye Camii minaresi ve Elhazar bahçesi estetiği pırıldadı.
Fakat esas mesele burada değil... Kubbi mimaride, kufi hatt'ta, zirai sulamada değil...
Kuşkusuz, yukarıdaki şeyler Endülüs uygarlığını devasa kılan faktörler arasında yer alıyor ama, bunlar nihayetinde ‘‘akıl uygarlığı’’nın dış tezahürleridir.
Ve zaten de esas mesele bu!
* * *
Soruyorum, İslam'ı ‘‘kelam‘‘ bağnazlığıyla donduran ve aklı ve akıl felsefesini reddeden Gazali'nin tekdüze Horasan bozkırından çıkması; buna karşılık, başta ‘‘Tehafatü't Tehafüt‘‘ cüzlerinde haykırdıkları, Allah dahil gerçeğe ancak rasyonel akılla ulaşılabileceğini öğreten o çok büyük İbn Rüşd'ün İşbiliye bahçelerinde portakal koklaması bir tesadüf mü?
Hayır, hayır, hayır!
İbn Haldun'dan İbn Batuta'ya veya İbn Meserre'den İbn Bacce'ye örnekleri çoğaltabiliriz, Muhammedi alemdeki ‘‘akıl insanları‘‘nın hiçbir zaman ve hiçbir yerde Endülüs uygarlığında ve onun periferisinde olduğu kadar yoğunlaşmaması tesadüfi değil!
Sayalım, coğrafi iklim bir; etno - kültürel kozmopolitzm iki; Yunani düşünce birikimi üç; ‘‘prens’’in, yani ‘‘emir’’in‘‘mecenat’’ koruyuculuğu dört, Endülüs bunlarla Endülüs oldu.
Bu ‘‘emir’’ kavramı beşinci bir unsuru daha getiriyor ki, en az ilk dördü önem taşıyor.
* * *
Öyle, çünkü kısa bir parantez hariç İberya Müslümanlarının merkezi devleti olmadı.
Esas ‘‘altın dönem‘‘ de‘‘Tavaif-i Mülk’’ denilenfarklı emirlikler sırasında yaşandı.
Ve şu işe bakın ki, kuzeyde Hansa limanlarından güneyde İtalyan cumhuriyetlere, Avrupa'nın sonradan yaşadığı ‘‘akıl çağı’’nı yine merkezi olmayan site devletler taçlandırdı.
Bu da mı tesadüf?
Hayır değil ve buradaki beşinci ‘‘ilerleme faktörü‘‘ ayrıyeten göz çıkartıyor!
Endülüs, hemen tüm İslam tarihinin çok merkezli veya adem-i merkeziyetçi tek geniş uygarlığı oldu ve Batı'ya benzemek ne kelime, bu bağlamda bizzat kendisi ona öncülük yaptı.
* * *
İşbiliye'de AB zirvesi falan filan, geçelim...
Bilmem,Lorca'nın ‘‘Sevilla yaralanmak içindir‘‘ dizesindeki gibi benim de neden yaralı, derin yaralı, çok derin yaralı olduğumu anlatabildim mi?