Hadi Uluengin: Şehrin yakamozu

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

IŞIKSIZ şehirler yakamozsuz denizler gibidir.

Evet, aynen öyledir!

Nasıl ki gece seyreden teknenin kıç küpeştesine yaslanıp dümen izine baktığınızda eğer su yaldızlanmıyorsa içinizi kötümser şeyler sarar; lambaları yanmayan, camekanları pırıldamayan, reklamları ışıldamayan kentlerde de insanı fenalıklar basar. Daha ötesi, belli belirsiz bir ölüm korkusu iner.

Oranın caddelerinde hayaletler gezinir ve köşelerinde hortlaklar dolanır.

Şu kesin, denizler yakamozla deniz, şehirler de ışıkla şehir olur.

* * *ª

ZATEN, uygarlığın miladından itibaren kentler aydınlıkla özdeşlemiştir.

Neft meşaleli Babil bahçelerinden başlayın ve havagazı tesisatlı Londra meydanlarına çıkın, siteyi site yapan en önemli şeylerden birisini, daima, onların karanlığa meydan okuyabilmek yeteneği oluşturmuştur.

Normaldir !

Çünkü, horoz öttü kalktı ve inek möğledi yattı, toprak adamı hem gündelik hayatını, hem de biyo-organizmasını mevsimlerin durağan ritmine göre uyarlar.

Oysa şükür, şehirli böyle bir kanaatkarlığa boyun eğmez.

Geceyarısı aklına mı esti, sırf ışıklarda yıkanmak için sokağa vurur.

Vitrinlerin kıpırtısından kendi damarlarına taze kan şırıngalar.

Veya, dışarı çıkmasa bile yine de bilir ki perdenin ötesinde kent yakamozu vardır ve bu yakamoz güvenlikli geminin dümen suyuna tekabül etmektedir.

Şu da kesin, şehirler ancak ve ancak aydınlıkta şehirdir.

* * *ª

GÖÇEBE kökenden mi yoksa başka şeyden mi kaynaklanıyor bilemeyeceğim ama galiba eskiden de bizim şehirlerimiz gayet ve gayet karanlıktı !..

Bunu sırf Dersaadet'e gelen Batılı seyyahların düştüğü yakınma notlarından değil, Yirmi Sekiz Mehmet Efendi'den Mustafa Sami'ye, Avrupa'ya gidenlerin ora kentlerinin aydınlığına ilişkin olarak hayret ifade etmelerinden çıkartıyorum.

Zaten, ilk modern kamu ışıklandırılmasının gerçekleştirildiği yerler İmparatorluğumuzun en ‘alafranga’ yerleşim birimleri olan Selanik ve İzmir'di.

Payitaht sonradan geldi ve burada da işte varsa yoksa bir Cadde-i Kebir...

Kendi hesabıma ellili yıllar nihayetini hatırlıyorum, şimdi iç güveysinden hallice bulsam dahi, o zaman yeni açılan Vatan Caddesi'ne ilk cıvalı lambalar yerleştirildiğinde şaşkınlığa düşmüştüm. Aydınlıktan büyülenmiştim. Bırakın Samatya'yı, en şık semtler bile zifiri karanlıktan bir gömlek üstündü.

‘On sente muhtaç’ yetmişlerin dehlizinden ise hiç söz etmeyelim, daha iyi.

Aslına bakarsanız, durum ancak seksenli yıllar ortalarından itibaren biraz biraz değişmeye yüz tuttu. İzafi zenginleşme yavaştan sokakları da ışıldattı.

İte kaka bile olsa şehir kültürü bir nebze yerleşiklik kazanmaya başlayınca caddelere ampul, vitrinlere huzme, anıtlara projektör, reklamlara neon tutuldu da, kentlerimize hafiften hafife yakamoz vurmaya başladı.

Ve iyi hatırlıyorum, rahmetli Turgut Özal bir barajın açılış töreninde, şu an elektrik sıkıntısının kalmadığını söyledikten sonra, enerji yatırımları yavaşlatıldığı takdirde tekrar muma talim edileceği uyarısını yaptı...

* * *ª

VE döndük dolaştık, şimdi işte yeniden muma dönmemiz isteniyor !

Tasarruf şalteri yukarı kaldırılacağından sokaklarımızda yine hortlaklar dolanacakmış. Vitrinlerimiz yine kararacak ve reklamlarımız yine sönecekmiş.

Ne diyeyim ki ?

Başta da belirttim, şehirli kanaatkar değildir. Olamaz. Kitabında yoktur.

Dolayısıyla, denizde yakamoz ve kentte ışık, şehirliler karanlıkla asla uzlaşmamak ve mutlaka ışık talep etmek yükümlülüğünü taşır.

Yazarın Tüm Yazıları