ÖZETLEYEREK aktarıyorum, İtalyan milliyetçiliğinin babası Enrico Corradini 1910 Aralığında Floransa’da yaptığı ve ülke tarihinde viraj oluşturan konuşmasında şöyle der:
"Proleter sınıflar gibi proleter milletler de vardır. Bunu ilke bellemeliyiz. (...)
Ve dostlarım, nasıl ki sosyalizm işçi sınıfını silkeleyerek onu diğerlerine empoze etti, işte biz de proleter İtalyan milletini uluslararası sahnede mücadeleye çıkartmalıyız.
Uluslararası sahnede mücadele savaş mı demek?
O halde savaşa evet! Milliyetçilik İtalya’nın muzaffer savaş iradesi olsun!"
Burada "milliyetçilik - savaş" ilişkisine mim koyalım, çünkü gerçekten de öyle oldu.
* * *
EVET aynen öyle oldu ve üstelik hem savaş, hem de kabak bizim başımıza patladı.
Roma, çağrıdan on ay sonra Trablus’a çullandı. Ouchy antlaşmasıyla da malı götürdü.
Floransa konuşması lügatini kullanırsak, demek ki "proleter millet" İtalyanlar, Türklerden, Arapların toprağını kaptı. İmdii, hálen bizim derin bilinçaltımızda da "mazlûm millet" (!) olarak varlığını sürdüren ve ulusları hiyerarşik sınıflandırmaya sokan yaklaşıma şöyle bir göz atalım
* * *
CORRADİNİ daha sonra faşizme, komünizme, Nazizme ve nihayetinde de "Üçüncü Dünyacılık"a ideolojik taban yaratacak olan "proleter millet" kavramını icát ederken, aslında "ulus devlet" tarihine sonradan girmiş ülke halklarını çağrıştırıyordu.
Yani, Londra, Paris, Lahey gibioturaklı emperyalist başkentlerinpastayı kapmış olduğunu; sahneye geç çıkan Roma, Berlin ve Tokyo’nun ise "hava aldığını" kastediyordu.
Doğru, zira, 20. yüzyıl başında yerküre gerçekten paylaşılmıştı. "Sona kalan, dona kalır" misáli, kolonyal imparatorluk kurulabilecek bütün "bakir yerler" (!) artık bitmişti.
Dolayısıyla da, "proletarya" ve "sosyalizm" gibi tanımları bilhassa kullanan "sağ" kimlikli teorisyen, "sol" çağrışımlı "mazlûm millet"i o soldan önce lügate sokmuş oluyordu.
İşte, bizdeki "ulusalcı" safsatanın "sol" ve "sağ" kavram karışıklığı tá oraya uzanıyor.
* * *
NİTEKİM, Enrico Corradini’nin yolunu izleyerek faşizmi yaratan Mussolini’nin en uç "aşırı sol"dan gelmesi bir yana, Nazizmin kökenlerinde de aynı maya ve hamurvardır.
Adı bile "nasyonal sosyalist" olan partide ilk amblem gamalı haç içinde orak-çekiçti.
Hitler’in örgütü en az 1933’e dek de anti kapitalistbelágati hiç dilinden düşürmedi.
Artı ve belki daha önemlisi, tıpkı İtalya gibi "ulus devletler" tarihine yine geç girmiş Almanya da kendisini "proleter millet" kategorisinde addediyordu.
1. Harp öncesindeki Prusya militarizminden ve Cermen "sağ"ından başlayın; sonra da "muhafazakár devrim" ideoloğu von Hofmannsthaln’eye ve "nasyonal Bolşevik" teoriyi üreten Niekisch’eye uzanın, modern Alman tarihi de "mazlûm millet" edebiyatıyla yükselir.
Şu farkla ki, denize açık "proleter Roma" (!) Kara ve Kuzey Afrika’ya "sulandı".
Bir kıta ülkesinin başkenti olan "proleter Berlin" (!) ise Töton şövalyelerin "Drang nacht Osten" şiarını hortlatıp "doğuya akın" seferberliğine girişti.
Peki, o "doğu"da kim vardı?
* * *
MALÛM, kendisini sırf "proleter ve mazlum millet" diye takdim etmekle yetinmeyip, üstüne üstlük bir de o proletaryanınanavatanı ve o mazlum milletlerin hámisi geçinen; dolayısıyla da "solun şehin şahı" addedilen Bolşevik Rusya vardı.
Eh, biri faşist ve Nazi "sağ", diğeri ise komünist "sol", benzeşmeleri mümkün mü?
Tabii ki mümkün! Háttá mümkün de ne kelime, çok daha ötesinde, mukadder!
Bizim "ulusalcı" safsata ve demagoji çerçevesinde bunu yarına bırakıyorum.