Patronlar ve gazeteciler (son)

"PATRONLAR ve Gazeteciler" konusunu işlediğim makalenin birinci ve ikinci bölümüne gelen tepkiler Taha Akyol’un anlattıklarına tıpatıp benzediği için, yazarın dünkü "Milliyet"te "İki Uç" başlığıyla kaleme aldığı satırlardan, ilk paragrafı aynen aktarıyorum:

"AYNI yazıyı okuyorlar, zıt anlam çıkarıyorlar: Bir uç diyor ki, AKP yalakası!

’Erdoğan
senin ekmek kapına saldırıyor, sen hálá Erdoğan’ı savunuyorsun, nankör!

Öbür uç diyor ki, patron yalakası! ’Aydın Doğan’ın çıkarları için Başbakan’a saldırıyorsun, patrona satılmışsın!’ Bunlar kutuplaşma dönemlerinin tipik refleksleridir.

Bizde böyle çatışmalar maalesef adeta bir ’kutsal savaş’ heyecanıyla yapılır".

* * *

AKYOL’un vurguladığı "uç"lardan birincisi şu an Başbakan’ın şahsına odaklandığına ve onun ve benim "patron"um olan Aydın Doğan’a getirdiği haksız ve fevri suçlamalar da herkes tarafından bilindiğine göre, şimdilik bunun üzerinde tekrar durmayacağım.

Zıt kutbu ise bu defa, pespayelik bölümünü es geçtikten sonra, "ulusalcı" cihetin kalesi "Cumhuriyet" gazetesinden, ora yazarı Hikmet Çetinkaya alıntısıyla örnekleyeceğim.

"Doğan grubunun CNN’si ve öteki yayın grupları ’İkinci Cumhuriyetçi’ döneklerin kuşatması altında. Emin Çölaşan kovuluyor, Brüksel lahanası baş tacı ediliyor. Yalan mı?

İmdii...

* * *

İMDİSİ şu ki, gerçek işte bu iki ters ucun; bu iki zıt kutbun ortalalarında yer alıyor.

Yani demek istiyorum ki, demokrat, çoğulcu ve sivil bir önder olduğuna inandığım; en azından inanmak istediğim Başbakan Erdoğan, iktidara muhalefet ettiği gerekçesiyle bir yayın grubunu çok hırçın biçimde; üstelik de siyaset adáp ve etiğine hiç yakışmayacak şekilde "belden aşağı vurarak" suçlarken, görüş açısını madalyonun tek bir yanıyla sınırlıyor.

Duygusal ve fevri davranarak, ormanın bütünü yerine ağacın tekilliğine bakıyor.

Diğer bir deyişle, benim gazeteci olarak dahil olduğum medya grubuyla, kendisinin lider olarak dahil olduğu siyaset grubunun özünde aynı demokrasiyi sahiplendiğini görmüyor.

* * *

ÖYLE, çünkü yukarıdaki madalyonun öteki yüzünde, örneğin, "postmodern" darbe sırasında, diğer medya patronlarının aksine, "andıç"a pes etmeyen ve bu satırlar yazarı da dahil, "kaka gazeteciler"i (!) sepetlemeyi reddeden bir Aydın Doğan da durmuyor mu?

"Cumhuriyet"teki "ulusalcı" kifayetsiz yukarıdaki direnişi ispiyonlamıyor mu?

Artı, son zabıtların açık açık ortaya koyduğu gibi, aynı Doğan’ın, başka bir darbe için "nabız yoklamaya" kalkışan "Ergenekon"cu paşalara "yüz vermediği" ve deyimin tam anlamıyla, onları "terslediği" de madalyonun yine aynı yüzünde yer almıyor mu?

Böylesine ilkesel ve hiç şüphesiz de-mok-ra-tik bir tutumu kim; hele hele, geçmiş anti-demokratizmlerin mağdurları arasında yer alan Başbakan nasıl görmezden gelebilir?

* * *

ÜSTELİK, velev ki Doğan Grubu’nun bazı organlarında izlenen genel "editoryal çizgi" bazen beni de yadırgatacak ölçüde "sert muhalefet"e (!) meylediyor olsun.

Ama aynı grubun aynı organlarında bu çizgiye mesafeli ve eleştirel bakan gazeteciler, yazarlar, yorumcular da yer aldığına göre, burada ciddi bir "çokseslilik" mevcut değil midir?

Ve bilhassa, "gazetecilerin gazeteci, patronların da patron" olduğu gerçeğine rağmen, o gazetecilerin o patronların tálimatıyla "muhalefet yaptığını" iddia etmek; biz aynı gazetecileri ve meslek etiğini töhmet altından bırakan çok vahim bir suçlama değil de nedir?

Umalım ki, Başbakan Erdoğan yukarıdaki iki zıt "uç"tan birinin kutbuna dönüşmek yanılgısına son versin ve asla ne tam kara, ne de tam ak olan "ara renk gerçek"le buluşsun.
Yazarın Tüm Yazıları