Şu postmodern zamanlarda, karşılık beklemeksizin ve sırf şan olsun diye her gün bir iyilik yapmak ahlákiyatçılığı ancak alaya alınacaktır.
İsterdim ki, kuş beynimle geçmişte benim de alaya almak gafletine düşmüş olduğum o izci değerler yeniden zirveye çıksın!
O yıl ilkokul birinci sınıfı bitirdiğime göre tam sekiz yaşında olmalıydım, pırıl pırıl bir yaz başıydı ve ilk defa İstanbul dışına çıkıyordum.
İstanbul dışına derken de öyle uzağı, Kars’ı, Sıvas’ı veya Çin’i, Maçin’i kastetmiyorum.
İşte altı üstü, Koço Amca’larla beraber ve de iki familya olarak Yalova’ya gidiyoruz.
"Bahçe" tipi vapurlardan birinin kıç güvertesinde oturuyorduk ki, adalar açığına geldiğimizde, aşağıdan ulaşan şarkı sözlerini işittik: "Yollar uzun diken olsa da / Bastığın yer üzüntüyle dolsa da"
Nasıl bir mucize gerçekleşti bilmiyorum, ebeveynlerimiz, kimlerin ne söylediğine bakmamız için kısa bir süre yanlarından ayrılmamıza izin verdiler.
Ben, kardeşim ve Hristaki öteki tarafa geçtik ki, meğer izcilermiş!
İzcileri de ilk defa orada ve o zaman gördüm.
Yavrukurtları falan işitmiştim ama, etten ve kemikten; yani üniformadan, şapkadan, fulardan ve çakıdan oluşan cismaniliği ilk kez keşfediyordum.
Sırtçantalarını çımacı mahallinin oraya yerleştirmişler, sonradan "oymakbaşı" denildiğini öğreneceğim şef yönetiminde marşa devam ediyorlardı: "Haydi, haydi, haydi izci / Şarkı söyle neşelen."
LONDRA OYMAĞINDAKİ AŞK
Büyülendimdesem yeridir. Dediğim gibi, üniforma, şapka, fular ve bilhassa da o çakı, hangi çocuk büyülenmez ki?
Artı, iyilik, yardımseverlik, hiyerarşi, macera, şarkı, açık hava, kim etkilenmez ki?
Nitekim Baden-Powell da bütün bu zaafları yönlendirerek izciliği icát etmedi mi?
Yalova termalinde kaldığımız o uzun hafta sonu üçümüzün de izcilik oynadığını, büyük ve kız olduğu için bizlere katılmayan Eleniçe Abla’ya ise kızdığımızı hatırlıyorum.
Sonra, çok istedim ama okulda ve civarda bulunmadığından, yavrukurt olamadım.
"İzcilik ruhunu" belki farklı boyutta yansıtan Jules Verne romanlarıyla yetindim.
Biraz daha sonra ise, zaten metazori bile oymağa gitmezdim.
Çünkü, inanılmaz bir burnu büyüklükle artık "Yollar diken olsa da / Bastığın yer üzüntüyle dolsa da" marşını yalnız "gülünç" (!), "naif" (!) ve "aptal" (!) diye alaya almakla kalmıyor, aynı zamanda da "Yolumuz devrim yolu / Gelin kardeşler gelin" diye yaygara kopartarak, dağda ve ormanda kurulabilecek yegáne kampın "gerilla kampı" olacağı konusunda ahkám kesiyordum.
İyi halt ediyordum!
Fakatyine de bilinçaltımın gizli derininden izciliğe karşı bir cazibe, en azından bir sempati duymayı sürdürdüm.
Bu, özellikle on sekiz yaşımda ve Batı Avrupa’ya ilk çıktığımda yeniden tezahür etti.
Yaşıtlarımla beraber olduğum ve dünyanın her ülkesinden gelen gençlerin bulunduğu çalışma kampında, akşamları gitar eşliğinde söylenen şarkıların önemli bir bölümü, iyililik, kardeşlik, yardımseverlik, tabiat aşkı gibi "izci ruhu" temasındaki değerleri işliyordu.
Artı, tabiatın ötesindeki diğer "aşk"ı da Baden-Powell’in anavatanından gelen ve bir Londra oymağında izci olan İngiliz kızda keşfettiğim zehabına kapıldım ki, o şarkıları el ele dinlerken romantikaların zirvesinde uçuyordum.
Kabul, aynı "izci ahlákı"ndan ötürü kız kaçamak öpücüklerin ötesine izin vermediği için yine aynı Baden-Powell’a beddua okuduğum oldu ama, bunu saymamak gerekir.
Dahasonra, çok daha sonra ve büyük bir hayretle keşfettim ki, aslında çocukluğumdan beri sonsuz bir hazla, muazzam bir hazla okuduğum çizgi roman kahramanı "Tenten" özünde, "a"dan "z"ye, onun yaratıcısı Belçikalı sihirbaz Georges Remi, nam-ı diğer Herge’nin bütün bir hayat boyunca yoğrulmuş olduğu "izci ruhiyatı"nı yansıtmaktadır.
Yani bu ruhiyat, "Tenten"in karakterini belirleyen o karşılık beklemeksizin ve "şan olsun" diye iyilik yapmak erdeminde, haniyse patetik bir boyut kazanıyor.
Evet evet, "Yollar uzun diken olsa da / Bastığı yer üzüntüyle dolsa da", "Tenten" veya başkası işte izci yürüyor.
Biliyorum, biliyorum, şimdi bana izciliğin modasının çoktan geçtiği ve tam yüzyıl önce İngiliz subay Robert Baden-Powell tarafından gençliği "doğru yola sevketmek" için kurulan "enternasyonal oymak"ın artık "demode" bile değil, "antika" durumuna düştüğü söylenecektir.
Şu postmodern zamanlarda, karşılık beklemeksizin ve sırf "şan olsun" diye her gün bir iyilik yapmak ahlákiyatçılığı ancak alaya alınacaktır.
Ben öyle düşünmüyorum!
İsterdim ki, kuş beynimle geçmişte benim de "alaya almak" gafletine düşmüş olduğum ve özünde belirli bir insani terbiye ve disiplin yansıtan o "izci değerler", aradan geçmiş olan bir asrın deneylerine göre tekrar şekillendirilse bile, yeniden zirveye çıksın!
Her gün karşılıksız bir iyilik yapmak mutlak hayat düsturuna dönüşsün!
Ve, "yollar uzun diken olsa da", izci insaniyetçiliğin izinde yürüsün!