"MİLLİYET" Gazetesi’nin pazar ilávesinde, cihet-i askeriyeye hayli meyilli olduğu anlaşılan Profesör Dr. Celál Şengör, mülákatı yapan Devrim Sevimay’a şöyle konuşuyordu:
"Harp Okulu’na müracaat ne kadar? 33 bin kişi! Kaç kişi alacaklar; 120 kişi!
"Bu, tabii ki kalitenin kanıtı; 33 binden 120’yi seçmek ne demek..."
***   ASLINDA, istatistikî açıdan bakıldığında ünlü jeoloğun mantığı doğruluk arzediyor.
Gerçekten de, rakam orana vurulduğu takdirde yüzde sıfır virgül dörde tekabül eder.
Dolayısıyla, bu kısıtlı "elit"e dahil olup Harp Okulu’na giren öğrencilerin, Frenklerin "krem dö la krem" dediği türden bir "kaymak" oluşturduğunu söylemek yanlış sayılmaz.
***
TAMAM da, tercihleri belirleyen kıstaslar nelerdir? Çıta hangi ölçeğe göre ayarlıdır?
Örneğin, bir futbol takımı gençler ekibinde yetiştireceği oyuncuları seçerken, ince eleyip sık dokuyarak, meşin yuvarlağa en yatkın olan adayları bünyesine toplar.
Kimseden kimya veya coğrafyada da álim olmasını istemez. Böyle bir şey beklemez.
Sonra, o yetiştirme sırasında antrenör toy oyunculara şekil verir. Onları eğip, büker.
Ve, bu takım gerçekten de çok kaliteli olabilir ama, kıstasları pas, çalım ve şut melekeleri tayin ettiğinden, o kalite ancak ve ancak futbol branşıyla sınırlı kalır.
***
İMDİİ,Harp Okulu’na girebilen o binde dörtlük "elit"in ilkin zeká, bilgi ve bedeni yeterlilik sınavlarıyla elenmesi zaten çok doğal çok olduğundan, bunları bir kenara bırakalım
Artı, şüphesiz ki dünyanın bütün orduları gibi, TSK’nın da vatanseverlik, fedakarlık, kahramanlık gibi "pathos" içeren kriterlere öncelik vermesi yadırganamaz. Bu da doğaldır!
Fakaat, bunlar doğaldır ama yeterli değildir! Acaba söz konusu kriterlere, o adayların çağımız dünyasını algılayış biçimi ve sivil rejime mutlak sadakat ilkesi dahil edilmekte midir?
Veya, "andıç neydi ve kimler tarafından kime karşı komplo düzenlendi" sorusunu yanıtlayamayanlar, yakın tarihi sınavını geçemedikleri için derhal dışlanmakta mıdırlar?
Hiç sanmıyorum ve bu yüzden de, Prof. Şengör’ün vurguladığı nicelik "kalite"sinin, kıstaslar militarist ruhiyatta belirlendiği için, niceliğe yansıdığı konusunda şüphe besliyorum.
***
OYSA, ordu tabii ki futbol klubü değildir! Yetiştireceği kadroların tek doğrultu yerine çok yönlü bakışa sahip olması ve çağımız dünyasına ayak uydurması kesin bir zorunluluktur.
Yani, Harp Okulu’na giriş kriterleri bir yana, tıpkı antrenörün genç oyuncuyu en yeni taktiklere göre eğitmesi gibi, Okul’daki derslerin de en geniş ufuklara açılması gerekir.
Ama heyhat, mahallede "Ku Klux Klan" üyesi aramaktan, sanki Clausewitz’in iç ve dış dengelere ilişkin strateji dersi öğretilmemiş gibi, "Ergenekon" zanlısı en üst komutanların inanılmaz "hesaplar"ına (!), ortaya çıkan sayısız örnek hiç de böyle bir ufuk yansıtmıyor.
Öyle ki, andıçlardaki Türkçe yanlışları bir yana, MGK sekreterliğine ulaşmış general dahi ciddi ciddi, mensup olduğu ordu NATO üyesiyken, Çin’le ittifaktan dem vurabiliyor.
Yani, zahir tekno-militer alanda mevcut olan bir "kalite", TSK kendisine sivil hayata müdahil olmak misyonunu da vehmettiğinden, oraya bulaştığında, tam taponluğa dönüşüyor.
***
OYSA hiç şüphesiz, o TSK’nın nicelik "kalite"sini nitelikte de tutturması gerekiyor.
Ve bunun tek yöntemi, önce otuzüç bin aday arasından yüzyirmi aday seçerken, çıtayı demokratik orduların evrensel kıstasları seviyesine çekmekten; sonra da, onları yalnız ve yalnız mesleki "elit" oluşturmak için eğitirken, öğretim zihniyetini sivilleştirmekten geçiyor.