OPERA kültürüm yoktur. Ama hadi yine de, sıfıra sıfır, elde var sıfırdır demeyeyim.
Fakat işte en kabadayısı, sonsuz harcıálem ve sonsuz kolay şeyleri çıkartabilirim.
Belki belki, bir Verdi"Aida"sından düoyu veya bir Puccini"La Bohem"inden "Mimi" tanıdığım váki olabilir. Hepsi o kadar!
Çok muhtemeldir ki, Wagner’in "Parsifal"ini işittiğimde bunu Strauss’un "Salome"si sanıp hem bir çuval inciri berbat ederim, hem de bilhassa kulak cehaletimi ortaya koyarım.
* * *
OYSA klasik Batı müziğini "meloman" denilen türden bir aşkla sevdim. Seviyorum.
Nitekim, uzak baroklardan çağdaş eloktro-akustiğe hemen her şeyi dinlediğim gibi, bunların plak ve CD’lerinden oluşan ve üzerine titrediğim ciddi bir diskoteğim de var.
Ancak, iláç için tek bir operaya; daha doğrusu, hani şu süper-market reyonlarında bini bir paraya satılano pek popüler "vülgarizasyon" havalarından birine dahi rastlayamazsınız.
Bu "eksikliğim" (!) nedenleri hakkında da epey düşündüm.
* * *
SANMIYORUM ki operaya karşı duyduğum "alerji" (!) kulağımın insan sesine "yontulmamış" (!) veya terbiye edilmemiş olmasından kaynaklansın.
Çünkü kendi musikimizdeki doyumsuz gazelhanlar, hanendeler, mevlithanlar zaten bir yana, Bach kantatlarından gregoryen iláhilere, aynı sesi yücelten Batı müziğine de tapınırım.
O halde demek ki, operayla yıldızımın barışmaması daha derinlerde bir boyut içeriyor.
Evet evet, ben, edebi kurgunun ahenkli ve müzikal insan sesiyle sahneye yansıdığı "görsel- işitsel" geleneğe sonsuz yabancıyım.
* * *
ÖYLE, zira ben yukarıdaki geleneği tá Ortaçağ’dan inşa etmiş bir İngiliz "hellequin"; bir İtalyan "madrigale"; veya ne bileyim, bir Oksitan "trobador" kültürüne de yabancıyım.
Bilhassa da, daha genel olarak, Pagan-Hıristiyan "karnaval" kültürüne çok uzağım. Artı, bırakın bunları, yine aynı operanın "olmazsa olmaz"ları arasında yer alan dekorasyon, makyaj, maske, koro; háttá lirizm unsur ve temaları da bende yok!
Zaten tanımları dahi ancak Batı kökenli kelimeler kullanarak ifade edebiliyorum.
Kolektif hafızamda mevcut değiller. Zenne, ortaoyunu, atışma da benzer şey değiller. Ve çok muhtemelen de burada, toplumsal açıdan göçebe köken ve dinsel açıdan kadınsız mekán unsurları hayati rol oynuyorlar. Bilinçaltında belirleyicilik arzediyorlar.
İşte dolayısıyla, benim o Batı musikisini sevmem de ancak bir yere kadar ulaşabiliyor.
Yani, operayla aramın olmaması; işin içine Çin, Cava, Japon operaları gireceğinden hadi illá "Doğuluyum" demesem bile, en azından Batılı ol-ma-mam-dan kaynaklanıyor.
* * *
HERHALDE anladınız, bütün bunları önceki gün vefat eden ve bütün zamanların en büyük tenoru addedilen Luciano Pavarotti’nin ölümünden dolayı yazdım.
Sanatçıya ne mutlu ki, dünya medyasında ilk haber olmaktan, sırf anavatanı İtalya’da değil Avusturya operasında dahi bayrakların yarıya indirilmesine, evrensel bir hüzünle anıldı.
O halde, aslına bakarsanız benim de bambaşka bir şey yazmam gerekirdi.
Ses tonunu, sahne karizmasını, háttá para düşkünlüğünü işlemem daha uygun olurdu.
Ama yapamıyorum, çünkü operayı, dolayısıyla da Pavarotti’yi hakkıyla bilmiyorum.
* * *
FAKAT onun ölümü sayesindedir ki bir şeyi tekrar daha iyi ve daha çok biliyorum:
Batılı ol-ma-dı-ğı-mı!
Şimdi bana Allah’tan rahmet dilemek ve kulak terbiyem belki biraz gelişir diye de, Mozart’tan söylediği o çok popüler "Figaro’nun Düğünü"nü dinlemek kalıyor.